Meliha Yıldırım
Otobüs Durağı
Gökyüzünde görünüp kaybolan kuşların uğultusu bir yana, bahçedeki kozalaklı çamlarla yanındaki elma ağaçlarının dallarına konmuş serçelerin cıvıltısı, beyaz boyalı demirli pencerelerden geçip odaların içine kadar giriyordu. Sabah sabah etraftaki bu iştah en olmadık insanda bile bir iş yapma isteği uyandırıyordu.
Elbise dolabının alt gözünde duran valizini kolayca çıkarttı. Yatağın üstüne koydu. Özenerek fermuarını çevirdi. Tamamen açılan valizin kapağını kaldırarak içine üzerinden yeni çıkarttığı pijamalarını katlayıp üst üste koydu. Sabah yüzünü sildiği nemli havluyu banyodan getirip katladığı pijamaların üzerine yerleştirdi. Sandalyenin üzerinde o an gözüne ilişen siyah hırkayı da ekledi. Valizden biraz uzaklaşarak nasıl durduklarına baktı. Hırka, havlu, pijama. Tamamdı.
Kapısı açık elbise dolabına bakar bakmaz görünen aynı renk ve modelden birer yedek daha vardı. Onları fark etmedi. Valizin fermuarını açtığı gibi özenle çekti.
Komodinin üstünde dayalı duran dikdörtgen aynaya baktı. Sık beyaz saçları, soluk yüzü, lacivert kareli pamuklu gömleği görünüyordu. Neden baktığını düşündü. Aynanın sağ alt kenarına iliştirilmiş fotoğrafı - birbirine iyice yakın halde poz verilmiş belden yukarısı çekilmiş küçük siyah beyaz gelinle damat fotoğrafı - görmediği gibi her yere taşıdığı bir kraliçenin gençlik kartpostalını ve önündeki kendi kol saatini de fark etmedi adam.
Yatağın üstüne koyduğu valizi yavaşça indirdi yere. Merdivenlerden usul usul aşağıya indi.
Ardında açık kalan oda kapısı dışında her şeyi yerli yerinde kaldı. Valizin büyüklüğü neredeyse kendisi kadardı. Zayıflığı onun için iyi olmakla birlikte kemiklerinin inceliğinden öne eğik duruşu, onu olduğundan daha kısa gösteriyordu.
Bahçeye çıktığındaysa kendi halinde oturuyor görünen onca insanın arasından yürüdü. Ne dönüp ona bakan oldu ne de o kimseye. Yabancı bir âlemin içinden yürüdü gitti. Yine sakince kapattı bahçe kapısını. Başı hafif öne eğik ağır ağır yürüdü. Otobüs durağı uzakta değildi. Durağa yaklaştığını fark edince yüzü güldü.
İlk gelen otobüse binip hayal ettiği yere gidecekti. Bu büyük valizi eskiden de çok severdi. Sağ eli ağrımaya başlayınca sol eline aldı. Sonra tekrar sağ eline. Yere bırakmadı. Birden gelirse hızlı hareket etmeliydi. Kaçırabilirdi. Bir türlü zamanında gelmeyi öğrenememişti. En son sol elden sağ eline ne zaman geçirdiğini unuttu. Ayaklarında da bir ağırlık. Sanki bastığı yere doğru çekiliyordu. Duraktaki oturma yerinde biraz otursa, otobüsü kaçar mıydı?
Oturmamaya karar verdi fakat valizi yere bırakabilirdi bir süreliğine. Güneş bekleyeni tanıyormuş gibi aksiydi. Otobüs nasıl gelmiyorsa o da tepesinde inadına daha da yükseliyordu. Öç alma arzusu olan insandan farkı yoktu. Az kalmıştı artık. Gelmek üzereydi.
En son ne zaman yemek yediğini hatırlamaya çalıştı. Güneş yükseldi, yükseldi sonra havası boşalmış gibi düşmeye başladı. O hâlâ elindeki valizi sağ elinden sol eline geçiriyor ya da tam tersini yapıyordu.
Aynı yere biri daha yürüyordu o sırada. Durağa gelince de konuşmadılar. Tanımamışlardı ya. O yüzden birbirlerine bakmadılar. Onları almaya gelen hemşire, her zamanki sakin ses tonuyla, tatlı tatlı;
- İsterseniz içeride bekleyin, sanırım otobüs geç gelecek, dedi.
Manşet Fotografı: Emin Can Terzioğlu
Yorum
Okurken öykünün nasıl…
Okurken öykünün nasıl sonlanacağını hiç düşünmedim. Ama sonu beni çok şaşırttı, beklemiyordum böyle bir son. İlginçti .
İçtenlikle kutluyorum
Yeni yorum ekle