Sosyalist Gerçekçi Sanat ve Kemal Özer’in Şiiri

Edebiyat

Sosyalist Gerçekçi Sanat ve Kemal Özer’in Şiiri

Kemal ASLAN

Giriş

Sosyalist gerçekçi sanat kavramsal olarak 1934 yılının Ağustos ayında Moskova’da düzenlenen Sovyet Yazarlar Birliği Birinci Kurultayı’nda Maksim Gorki tarafından dile getirilmiştir. Kurultayda Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komite Üyesi Jdanov, şu saptamada bulunmuştur: “Sovyet edebiyatının başarısı, sosyalist inşanın başarısına bağlıdır. Onun gelişmesi, sosyalist rejimimizin yerleşmesinin ve başarı kazanmasının ifadesidir.” (1996:16) Jdanov, bu sözleriyle edebiyatın rejimin propaganda aracı olarak işlev görmesinden yana olduğunu ortaya koymuştur. O, sosyalist gerçekçi sanatın, edebiyatın çerçevesini şöyle çizer:“Edebiyatımız iyimserdir ama bu iyimserlik bilinçsiz bir içgüdü biçiminde değildir. Edebiyatımız özünde iyimserdir, çünkü ilerleyen sınıfın, biricik ilerici ve öncü sınıfın, proletaryanın edebiyatıdır. Sovyet edebiyatının gücü, yeni bir davaya, sosyalist inşa davasına hizmet etmesinden gelmektedir. Sosyalist gerçekçi sanat sosyalist ideoloji temelinde estetik üretimin gerçekleştirilmesidir.”(1996:17).

Sosyalist gerçekçi sanat, işçi sınıfının bakış açısı doğrultusunda sanatsal üretimin gerçekleştirilmesidir. Bezirci, “sosyalist gerçekçi sanat, işçi sınıfının ideolojisine, tarihsel bakış açısına, devrimci mücadelesine bağlı(dır).” görüşündedir (1979:26).

Sosyalist Gerçekçi Sanat Yaklaşımı

Sosyalist gerçekçi sanat, Marksist-Leninist dünya görüşü temelinde var olanın dışında mümkün başka dünyaların olabileceğini, eşitlik temelinde baskısız, sömürüsüz bir dünyanın işçi sınıfının ve işçi sınıfı partisinin öncülüğünde gerçekleşebileceğini öngörür. Bu çerçevede var olan dünyayı olumlamaz o dünyanın değiştirebileceğini, dönüştürülebileceğini ortaya koyar. Bir anlamda verili gerçekliğin değişebileceği, işçi sınıfının ve partisinin bunu başarabileceği sanatsal yolla ortaya konulur. Bir anlamda var olan durum sorunsallaştırılır ve yeni bir yaşamın, insan ilişkilerinin oluşturulabileceği fikrine yer verilir.

Kapitalizmin olumsuz yönlerini ortaya koymakla yetinmez, temelde kapitalist üretim tarzının, sömürünün ortadan kaldırılabileceği fikri sanatsal yolla ifade edilir. Sosyalist gerçekçi sanat, sosyalist ideoloji temelinde sanatsal üretimin gerçekleştirilmesidir.

Marksizm, siyasal, ekonomik ve ideolojik mücadeleye dayanır. Bu çerçevede bakıldığında ideolojik mücadelede sanat önemli işlev görür. Sosyalist gerçekçi sanat, partizandır, sınıflı toplumda başta işçi sınıfı olmak üzere tüm ezilenler, sömürülenler, mağdur olanlardan yanadır. Sanatçı, bu kesimlerin sesi olmalı, eserlerinde onlara yer vermelidir. Verili gerçekliğin, burjuva toplumun eleştirisini yaparken bu rejimin aksayan yönlerini düzeltmeyi hedefleyen reformist çizgiye düşmez sosyalist gerçekçi sanat ve sanatçı. O, devrim yoluyla bu toplumun değişeceğinin bilincindedir. Sosyalist gerçekçi sanat devrimci romantizmi savunur. Atol Behramoğlu’nun “…. İçimden bütün insanları sevmek geliyor/ düşmanlarımız hariç/  onlar sevgiyi yok ettikleri için düşmanız oldular” dizelerinde yer alan sosyalist hümanizmayı savunur. O, insanın yeteneklerinin geliştirileceği ve kullanacağı işbölümünün, hiyerarşinin, yabancılaşmanın ve her türlü sömürünün ortadan kaldırılacağı bir dünyadan yanadır.

Sosyalist gerçekçi sanat tarihsel iyimserdir. İnsanlığın tarihsel süreçte kapitalizmden sosyalizme geçeceğini öngörür. Sosyalist gerçekçi sanat, olumlu tiplere yer verir. Onun bir rol model olmasını, örnek alınmasını savunur. Sosyalist gerçekçi sanatın en temel özelliği partiye bağlılıktır. Bu ilkelerden bazıları o dönemde de tartışılmıştır. Partiye bağlılık alınan her karara körü körüne uyulmasını mı gerektirir? Bu sanatçının, aydının körleşmesine yol açmaz mı? Bu şuan ele alınan yazının yanında ikincil bir tartışmadır.

Türkiye’de Sosyalist Gerçekçi Sanatın Ortaya Çıkışı

Sosyalist gerçekçi sanat Türkiye’de 1970’lerde gündeme gelmiştir. Sosyalist hareketin ve işçi sınıfının mücadelesi 1930’larda tartışılan konunun gecikmeli olarak da olsa gündeme gelmesini sağlamıştır. Tahir Abacı’nın sahibi ve sorumlu yayın yönetmeni olduğu Yarına Doğru Dergisi’nde 1975’te Sosyalist Gerçekçi Sanat kavramına yer verilir (1975).  Benzer biçimde İlerici Yurtsever Gençlik Dergisi’nde de Hüseyin Erdem,anonim olarak bu konuyu gündeme getirmiştir. Daha sonra Yeni Dünya Yayınlarından Sanatta Sosyalist Gerçekçilik (1976)  adıyla Sovyetler Birliği’nde konunun nasıl ele alındığı gündeme getirilmiştir. Benzer biçimde BertoltBrecht’inSosyalist Gerçekçilik ve Toplum (1976)  yazıları da Türkçe’ye kazandırılmıştır. Burada vurgulanmak istenilen bu konunun 1970’lerin ortasından itibaren gündeme geldiğidir.

Sosyalist gerçekçi sanat, sosyalist ideolojinin yayılmasını bu temelde sanatsal üretimi kapsadığından propaganda ve ajitasyon olanaklarından da yararlanılmıştır. Bu durum güncele ağırlık verilmesine yol açmış ve eleştirilere yol açmıştır. Ancak sınıf mücadelesinin gerekliliği arasında propaganda ve ajitasyon kitleleri harekete geçirmek için kullanılmalıdır. Burjuva kurumları karşısındaki işçi sınıfının ve partisinin asimetrik durumu dikkate alındığında onların da her türlü olanaktan yararlanarak ideolojik mücadeleyi sürdürmeleri bir zorunluluktur.

Uygulamada sosyalist gerçekçi sanat Türkiye’de 1920’lerden itibaren ortaya çıksa da kavramsal olarak 1970’lerde yaygın biçimde konuşulmaya başlanıldı. Toplumcu gerçekçi sanat özünde sosyalist gerçekçilik sanatın yumuşatılmış bir kavramsal ifadesidir. Sosyalist gerçekçi sanatın kökü Türkiye’de Nazım Hikmete dayanmaktadır. Onun Moskova’da eğitim gördüğü sırada başta Mayakovski olmak üzere dönemin şair ve yazarlarıyla tanışması halk edebiyatı ve divan edebiyatına dayalı bir şiir anlayışından kopmasına yol açmıştır. Türkiye’de sosyalist olan ve şiir yazan herkes Nazım Hikmet’in yıkandığı sudan beslenmiştir. Günümüzde etkisi sınırlı olsa da hala büyük ve güçlü bir damardır bu.

Nazımdan sonra 1940 kuşağı olarak adlandırılan şairler aralarında Enver Gökçe, Ahmet Arif, Vedat Türkali, A. Kadir, Niyazi Akıncıoğlu gibi şairler bu geleneği sürdürmüştür.

1950’lerin ortalarından sonra Türkiye’de İkinci Yeni olarak adlandırılan şiir akımı boy vermiştir. Bu, imgeye ağırlık veren anlamı dışlayan ve bireylik hallerini öne çıkaran bir şiir anlayışıdır. 1950’ler Türkiye’de ticari kapitalizmden sanayi kapitalizmine geçişin yaşandığı bir süreçtir. 1950, ABD eksenli bir dünyaya eklemlenmeyi hedefleyen bir siyasi partinin işbaşına geldiği ve tek parti iktidarının sona erdiği bir tarihtir. Siyasal iktidarın yeni siyasal programı, Türkiye’nin kapitalizm çerçevesinde hızla uluslararası sistemle bütünleşmesini hedeflemiştir. Ekonomik tercihler de bu yönde olmuş ve “her mahallede bir milyoner yetiştirmek”, “Küçük Amerika” olmak biçiminde dile getirilen sloganlar dönemin temel eğilimini yansıtmıştır.

Bu süreçte tarımda kapitalistleşme ve makineleşmenin başlaması, tarımsal emeğin büyük şehirlere göç etmesine yol açmıştır. Gecekondulaşma, çarpık kentleşme, altyapı yetersizlikleri, işportacılık gibi marjinal işler bir toplumsal olgu olarak ortaya çıkmıştır. Ulusal pazarın oluşturulmaya başlanıldığı bu dönemde işbölümü, metalaşma süreçleri ile birlikte yeni toplumsal sınıflar ortaya çıkmıştır. Bu zeminde kentte yaşayanların kendi kimliklerini, bireysel varoluşlarını sorguladıkları bireyliğin ve bireyciliğin görünür hale getirmiştir. İkinci Yeni şiiri tam da bu sürece denk gelmektedir.

Kemal Özer’in Şiir Anlayışında Dönüşüm ve Poetik Kopuş

Her sanat akımı ve sanatçı yaşadığı tarihsel ve toplumsal koşullarının ürünüdür. Koşullar onun entelektüel olarak biçimlenmesine katkıda bulunurken o da zihinsel üretimiyle koşulları üzerinde etkili olabilir. Karşılıklı diyalektik bir ilişkidir bu.

İlk şiiri 16 yaşındayken 1951 yılının Ağustos ayında yayınlanan Kemal Özer de bu tarihsel koşullarda İkinci Yeni etkisinde şiirler yazmıştır. İlk şiir kitabını 1959’da Gül Yordamı adıyla kitaplaştırmıştır.

Gül Yordamı”nda babasının, yoksul insanların, yakın çevresine ilişkin kimi gözlemlerin şiire taşındığı görülür. Yaşamdan alınan ögeler soyut, dağınık ya da iç içe verilir. Şair bu kitabındaki yaşanmışlıkların çağrışım alanı olduğunu şu şekilde belirtti:

Yaşadıklarımdan demektense, çağrışım yoluyla kurguladıklarım demek daha doğru. Yazmak amaç olarak ağır basıyor. Yazmaya götüren ögeleri, neredeyse oradan buradan takılıp kalmış izlenim ve çağrışımlar doğuruyor. (…) Bütün bunlarşiiri yazan özneden gelenlerle şiirde konuşan özneyi oluşturmaya yarıyor. Yazan özne konuşan özneye dönüştükçe hem şiirden hem de yaşamdan beklentisini gerçekleştirmiş oluyor. Yazmaktan başka bir yaşam düşünemiyor (istemiyor) çünkü. Bir başka deyişle yaşadıkça yazdığı değil, yazdıkça yaşadığını düşünüyor(Özer, 2009a: 88’den aktaran: Güneş, 2016: 19).

Bir yıl sonra 1960 yılında Ölü Bir Yazadlı kitabı okurlarla buluştu.Geçmişe, topluma, yazgıya yöneltilen itirazların yer aldığı Ölü Bir Yaz’da yaşanmış duygusal başarısızlık, ayrılık ve yıkıntıları ele aldı.

Tutsak Kan”da ne için yapıldığı anlaşılmayan bir savaştan yenilgiyle çıkmanın kasvetine yer verdi. Özer, o dönem yazdıklarını şöyle açıkladı:

“… adını tam koyamadığım bir takım isteklerim, özlemlerim olduysa bunları büyük ölçüde yansıttığımı görüyorum. Üstelik bunları yansıtırken, gönül verdiğim beğeni kaygılarını, yüceltmek istediğim estetik ilkeleri belli bir başarı düzeyinde gerçekleştirdiğimi söyleyebilirim. Özdemir, 2000: 23’ten aktaran: Güneş,2016: 19)

1960 darbesi sonrası yapılan 1961 Anayasası ile Türkiye’de nisbi özgürlük ortamının oluşmasına katkıda bulunmuştur. Türkiye’nin Keynesyen model çerçevesinde uluslararası sisteme entegrasyonunu sağlayan bu anayasa sanayi kapitalizmi çerçevesinde kentlerde ortaya çıkan işçi sınıfının siyasal ve ekonomik temelde örgütlenmesine zemin sağladı. DİSK’in TİP’in kurulması bu tarihsel koşulların ürünü.

Sosyalist kültürün, sosyalist düşüncenin dönemin aydınları arasında yaygınlaşması bu dönemde boy vermesi gözlenen bir olgudur. Öğrenci gençliğin üniversitelerdeki mücadelesi, dünyadaki 1968 hareketinin yansıması, işçi sınıfının ve sosyalizmin sorunlarının tartışılır olması dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç’ın saptamasıyla “toplumsal bilincin ekonomik gelişmenin önüne geçmesi” 12 Mart faşizmine yol açar.

Her şairin yaşamında kısa ya da uzun süren bir suskunluk dönemi olur. O da on yıl suskun kaldı. Ancak yayınladığı kitapla önceki yazdıklarından uzaklaştığını ortaya koydu. Bir şairin demlenmesi, kendini yeniden üretmesi, biçimlendirmesi olarak görülmelidir bu. Bu süreç onu poetik bir kopuşa yöneldi. Sosyalist bir aydın olarak sanatsal üretim tercihinde olduğunu orta koyan Özer, Kavganın Yüreği adını taşıyan kitabında bu dünya görüşü doğrultusunda yazdığı şiirlere yer verdi. O, bu kitabında İkinci Yeni’den edindiği dilsel deneyimi toplumcu içerikle bütünleştirdi ve güncel olayları da şiirleştirdi. Özer, bir dönem dahil olduğu İkinci Yeni’nin şiir anlayışlını şöyle eleştirdi:

“İkinci Yeni, Türk şiirinin toplumsallaşma ve siyasallaşma doğrultusunda içine girdiği yolu kesintiye uğrattı. O doğrultuda gelişmek adına yapılması gereken arayışı, Soğuk Savaş’ın araya girmesinin sağladığı aykırı ortamla birlikte çelmiş, geciktirmiş, yanlışı örnekleyerek ve geçerli kılarak engellemiş oldu (Özer, 2009b: 182-183’ten aktaran: Güneş,2016: 20).

Bu kitap, 12 Mart faşizminden çıkan ve 1973 seçimleriyle Türkiye’de demokrasi arayışlarının olduğu bir sürece denk geldi. 12 Mart’ta Balyoz harekâtıyla sindirilmek istenilen kesimlerin başında aydınlar geldi. O, ağır baskı, ,işkence ve sansürün olduğu zamanları yaşamanın ağırlığını derinden hissetti. Bu nedenle Zamanı Değil şiirinde aydınlara, mücadelede edilgen değil etkin bir toplumsal özne olmaya çağırdı.

Zamanı Değil

Zamanı değil susmanın!

       Göreceksin nice çiçeklerin dirildiğini, nice korkuların

dağıldığını yüzlerden; gelip de bir kavşağa dirençsiz mi kalmışlar,

güç katacak nice insana - boşalınca dudaklarının arasından, göğsünün içinde tuttuğun hava.

       Yükle o soluğu ey suskun!

       Geliştir sınırlarını, varacağı yönleri genişlet, büyüt yeni

bir gökyüzü kadar. Döndüreceği yeni kanatlar eklensin değirmenlere,

yeni yataklar bulunsun ırmakların akacağı, yeni dallar yaratsın kavgadaki ağaç,

kırdaki bekleyiş yeni anlamlar edinsin.”

Kemal Özer’in Kavganın Yüreği adını taşıyan kitabında yer alan ve onun poetik kopuşu içerenÜzgünüm ama övünüyorum şiiri sanat emekçisi olarak sosyalist bir tavrı sanatına aktarmada geç kaldığı için özeleştiri içerir. Sosyalist bir aydın olarak bu mücadelede onların yanında olacağını belirtti. Bu, tam da tarafını bilen bir sosyalist aydının tutumudur.

 

 

Üzgünüm Ama Övünüyorum

Bunca geç kaldığıma üzgünüm

bulanıklıktan sıyırıp yaşamı

açmakta çalışkan ellere.

Bu sizin demekte, kavrayın sımsıkı,

sahip çıkmak gerekir en önce.

Alında biriken tere sahip çıkmak,

yorgunluğun ardından beliren türküye.

Kavga mı ediyorlar, bilsinler,

niçin ettiklerini ve kiminle.

Gelecek günlerin bilinci

su versin ateşteki çeliğe.

Üzgünüm, insanın dağılan yüreğini

bir dizeyle birleştirmek için

bunca geç kaldığına şiirlerimin.

Ama övünüyorum gene de kardeşler,

kavgaya girmekte geciksem bile

yanınızda olacağım yaratırken zaferi.”

Hem kitabının hem de şiirlerinin adı onun geçirdiği değişim ve dönüşümün ipuçlarını verir: Kavga kavramını sınıfsal mücadele anlamında kullanır. Özer, şairin sosyalist dünya görüşü çerçevesinde “bilinç işçisi” olarak mücadelede yer almasını öngörürür. Kitabının arka kapağında şu ifade yer aldı:

Yaşama bakışım, dünyayı kavrayışım, onu artık sürekli bir kavga olarak nitelediğimi özetliyor. Şiir de bu kavganın bilincini vermekle yükümlü olmalı. İçinde bulunduğumuz durumun, yaşadığımız olayların, düşlediğimiz geleceğin ne olduğunu, nasıl olacağını sezdirmeli, giderek kavratmalı.

Bu yüzden güncel olanı yakından izlemeli. Somutlamalı güncel olanı. İnancı, umudu, aydınlığı, yarını, arkadaşlığı, cesareti soyut kavramlardan çıkarıp günlük yaşamamızda yerleri, anlamları olan somut karşılıklarına ulaştırmalı. Şiir, kavganın bir parçasıdır. Şiir, kavganın yüreğidir. Yüreği olmalıdır. Bütün çarpışmalarda insanın yanında yer almıştır. Onun yüreğini çarptırmıştır. Ozanı bir bilinç işçisi saydığım için, insan yüreğini bilinçle doldurmanın bir yoludur diyorum şiire.” (Özer, 1975).

Dülger şiirinde emeğin, işçi sınıfının dönüştürücü gücüne şöyle dikkati çekti:

“Bakıyorsun ördüğü ellerinin

duvar değil koskoca bir dünya.

Hazır başka kentleri de yıkmaya

yeniden kurmak için yüreğin.”

Düşman alı şiirinde düzenin değişmesini istemeyen güçlerin; başta burjuvazi olmak üzere zihinsel yapılarını ortaya koydu:

Düşman

 Günler değişmesin isterler, akıp gittiği halde zaman.

Hep aynı bahçeyi görsün evlerin penceresi, aynı sokaklara açılsın kapılar,

düdükleri hep aynı saatlerde ötsün fabrikaların.

     Ve kimse düşünmesin isterler, nice yorgunluklardan

Sonra, yıldızlı bir mayıs gecesi. Başka kentler de olduğunu

Düşünmesin, başka insanlar da olduğunu, başka umutlar da.

     Yeni bir dünyaya doğru devrildiğini güneşin.”

Kemal Özer, 1974 yılında “Yaşadığımız Günlerin Şiirleri”, 1975 yılında  “Sen de Katılmalısın Yaşamı Savunmaya”, 1978 yılında “Geceye Karşı Söylenmiştir” kitaplarını yayınladı.  1970’lerin sınıf mücadelesinin yükseldiği farklı sosyalist görüşlerin fraksiyonların ortaya çıktığı, sol içi bölünmelerin arttığı bir dönemdir. Siyasal kutuplaşmanın olduğu demokrasiden adım adım uzaklaşılan bu dönemde katıldığı uluslararası bir toplantıda sunduğu Türkiye’den Selam şiiri onun tarihsel ile güncel arasında nasıl bir diyalektik bağ kurduğunu gösterir. Özer, 1920’ler 1970’lerin sonlarına dizeleriyle uzanır. Sosyalist bir bilinç temelinde yapar bunu. Maden İşçilerinin MESS’e karşı verdiği mücadeleyi de dizelerine şöyle aktardı:

Türkiye’den Selâm

Selâm getirdim Türkiye'den

kattığı sesten dünya şarkısına

kattığı acılı sesten

acılı ve onurlu sesten selâm

1920'lerden selâm getirdim

silahlanıp dağa çıkan Anadolu'dan

şahlanan atlarından Kurtuluş Savaşı'nın

sıkılan ilk kurşundan emperyalizme

Selâm getirdim 1977'den

İstanbul'da Taksim Alanı'nda

pusuya düşenlerden 1 Mayıs'ta

selâm otuz dört ölüden

Namuslu omuzlarında geleceği

taşıyan insanlarından Türkiye'nin

grevdeki kırk bin işçiden

kırk bin maden işçisinden selâm

Paylaşanlara selâm getirdim

salkım salkım ürettiği güneşi

selâm getirdim dostuna omuzdaşına

halkımın büyük özleminden”

Haliç 1 şiirinde örgütlenmemiş emeğin sorunlarına yer verir. Emeğin nasıl metaştığını “ırgat pazarı” olarak adlandırılan olgu üzerinden şöyle dile getirir:

“…Üstü kabuk bağlamış bir yarayı

bir kez daha yırtıyor her pazarlık,

çünkü yemişler değil alınıp satılan

yağmalanmış umutlarıdır ırgatların,…”

 

İşçi sınıfının mücadelesinde tarihsel bilincin süreklilik sağladığının farkında olduğundan Haliç 2 şiirinde 1871 yılında Osmanlı İmparatorluğu döneminde ilk yapılan greve de atıfta bulundu:

“bilenmiş gelmiş elleri

ilk tersane grevlerinden işçilerin,

bir gemi için değil

bir türkü için

bir ağızdan söylemek için

bir türküyü omuz omuza

salladıkları balyoz

vurdukları perçin

kızağa koydukları omurga”

12 Eylül 1980 faşizmi büyük ağırlığıyla toplumun, aydınların sosyalistler başta olmak üzere örgütlü her kesimin üzerine çöktü. O dönem sık sık gündelik yaşamda kimlik sorulması 1981 yılında yayınladığı kitabının başlığı oldu. “Kimlikleriniz Lütfen”, 2 yıl sonra Türkiye’de demokrasiye sınırlı olsa da geçiş sürecinin yaşandığı bir ortamda  “Araya Giren Görüntüler” (1983) kitabı yayınladı.

1985 yılında “Sınırlamıyor Sevda Beni” kitabında Bulgaristan seyahati sırasında âşık olup evlendiği Georgina’yı anlattı. Özer, bu aşkla kendisi için yeni bir hayatın başladığını söyledi. Bir anlamda aşkın değiştirici, dönüştürücü yanına işaret etti.

Yan yana İki Ülke Gibiyiz Seninle şiirinde sevgilisine seslenirken özlemini duyduğu bir dünyayı da dile getirir:

“Geldiği vakit hasat günleri

iki ayrı ağızda aynı anda

beliren bir gülümseme gibiyiz seninle

ve iki ter damlası gibiyiz alnında

elbirliği ile üretilip

kardeşçe bölüşülen bir dünyanın.”

Seni anmakla artırıyorum şiirinde sevginin dönüştürücü gücüne işaret eder. Aşkın bir örgütlenme olduğunun bilinciyle şöyle seslendi:

“sana yaraşmayan ne varsa bir bir çıkarıp attım

yeller esiyor şimdi o büyük karanlığımın yerinde”

Kemal Özer, 1990’da “İnsan Yüzünün Tarihinden Bir Cümle” kitabını yayınladı. İsa Çelik’in fotoğraflarının yer aldığı bu kitabında iki farklı sanat dalının (şiir-fotoğraf) etkileşimlerine yer verdi.

1993 yılında “Bir Adı Gurbet”teadlı kitabında gurbet ve göçe ağırlık verdi.

Bir İnsan Bir Düş şiirinde bu coğrafyanın keder yükünü yaşayan, yaşadığı kentten mübadele sonucu kopartılan bir insanın hüznünü şu dizelerle ortaya koydu:

“Ve tanıyana dek Madam Ella´yı

bilmezdim bir insanın

yüzünde bir kenti taşıyacağını.

Uzaktık karşılaştığımızda

ikimiz de yaşadığımız ülkeden,

kalabalığı arasında bir toplantının.”

1995 yılında “Oğulları Öldürülen Analar” adlı kitabında çocukları kaybolan, ölen, öldürülen anaların acılarına ses oldu. Bu kitaptaki şiirlerinde kapitalist sistemin tükettiği, intihara zorladığı, göçük altında bıraktığı, savaşa gönderdiği oğullarının kederini yaşayan annelerin feryadını paylaştı. Ancak o, bu şiirlerinde yılgınlık ve umutsuzluğa yer vermedi. Tersine umudu öne çıkardı. 

1999 yılında  “Onların Sesleriyle Bir Kez Daha” adını taşıyan kitabında emekçilerin, yaşamı özgürleştirme eylemine girişen insanların yürüyüşünü şiirleştirdi.

2005 yılında bireysel bir tutku olan aşkı toplumsal duyarlılıkla birleştirdiği “Sevdalı Buluşma” kitabı ve 2 Temmuz 1993’te yaşanan/yaşatılan tarihimizde kara bir leke olarak kalan Sivas Katliamını 2008 yılında “Temmuz İçin Yaralı Semah” adıyla kitaplaştırdı.

 

Sonuç ve Değerlendirme

Kemal Özer, şiirilerinde yoksulluğa, yoksunluğa öncelik vermiştir. Babasının demiryolu işçisi olması, Aksaray gibi yoksulların bulunduğu bir semtte yaşaması onun bu konulara ağırlık vermesine yol açmıştır. Lise yılarından itibaren ileride kendisiyle birlikte edebiyatçı olacak kişilerle tanışması, dergi ortamlarında yer alması onun şair kimliğini ve dünya görüşünü beslemiştir. 1960’lardan itibaren legal sosyalist mücadelenin ekonomik, siyasal ve ideolojik zeminin oluşması onu da etkilemiştir. Dergilerin güncel estetik sorunlara çözüm arayışlarının olduğu kümelenmeler olduğu dikkate alınırsa onun içinde bulunduğu habitus dönemin yükselen siyasi mücadelesi sosyalizm çerçevesinde oluşmuştur. O, 1973’ten itibaren yaşadığı poetik kopuşla sosyalist gerçekçi sanat çerçevesinde ürünler vermiş ve örgütlü siyasal mücadeleyi şiirlerinde de savunmuştur. Karamsarlığa düşmeden sosyalist gerçekçi sanat akımı temelinde şiirler üretmiştir. Sanatın siyasal mücadelede de bir işlevi olduğu görüşünden hareketle kavga şiirleri yazmıştır. Bu çerçevede sömürüsüz eşit bir dünya kurulmasına yönelik umudu diri tutan bir sanat anlayışı doğrultusunda ürünler vermiştir. Yaşadığı dönemin toplumsal sorunlarına gözünü kapamamış onları dizeleriyle sorunsallaştırmıştır. İşçi sınıfının, ezilenlerin, mağdurların sesi olmaya özen göstermiştir. Bu yanıyla Kemal Özer, şiiri sınıf mücadelesi sürdükçe hatırlanacaktır.

 

Kaynaklar

 

Bezirci, A., (1979), “Sosyalist Gerçekçilik (Devrimci Savaşımda Sanat Emeği, Aylık Sanat Kültür Dergisi, Sayı: 14, 21-26.

Güneş E. Ö. (2016), Kemal Özer’in Şiiri, Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Türk Dili ve Edebiyatı Programı Yayınlanmamış Doktora Tezi.

Jdanov, A, A.,(1996), Edebiyat, Müzik ve Felsefe Üzerine, 2. Baskı, Çev. Fatmagül Berktay (Baltalı), İstanbul: Kaynak Yayınları.

Özer, K., (1973), Kavganın Yüreği, İstanbul: Yücel Yayınları.

Yarına Doğru (1975), “Devrimci Kültür ve Sanat Kavgasında Yarına Doğru”, Aylık Kültür ve Sanat Dergisi, Sayı:13,3-9.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.