Söyleşi: Yazar Hakan Sarıpolat

Edebiyat

 

Hakan Sarıpolat

Yazmayı hayatının bir parçası haline getirmiş her yazar zaman içinde değişiyor…

 

.

 

Söyleşi: Gamze Karaoğlan

Okuma kültürüm daha çok seçici algı oluşturdu bende. Okuma yazma serüvenimde özgün bir cümlenin, bütünsel bir kurgunun, sağlam bir geleceğin izini sürer oldum. Bu algının yaşamımın bir parçası haline geldiğini fark ettiğimde sorgulayarak yazmaya başladım.

Şimdilerde eline akıllı telefonu geçirenin yazar olduğunu düşündüğü bir ortamın dışında kalmaya özen gösteriyor ve kamuya açık bir yol izlediğim için de yanlışı ve eksik olanı öne çıkarmamaya özen gösteriyorum.  Hakan Sarıpolat okumamda bir kitabıyla karşılaşmamla başladı. İshak Edebiyat topluluğunun oluşumunu fark edince de üzerine uzun okumalar yaparak kendisiyle zorbatv.com adına bir söyleşi yapmayı planladım. Aslında benim söyleşilerim yazarın ve eserlerinin derinlerine inmeyi hedefliyor. Dilerim siz değerli zorbatvdergi okuruna ilginç bir söyleşi okuma fırsatı yaratabiliyorumdur..

Yazarlık, zamanın içinde değişen ve olgunlaşan bir yolculuk…

Kalemin peşinden giden herkes, bir noktada kendi dönüşümünün de izini sürmeye başlar. Hakan Sarıpolat da bu yolda, hem öyküleri hem de edebiyat dünyasındaki üretkenliğiyle dikkat çeken isimlerden biri. İshak Edebiyat’ın kurucularından olan Sarıpolat, edebiyatı “iyi öykü” arayışıyla yaşayan, söyleyecek sözü olan ve bunu sakınmadan paylaşan bir yazar. Onunla, kitaplara yaklaşımından yazma ritüellerine, büyülü gerçekçilikten edebiyatın geleceğine uzanan kapsamlı bir sohbet gerçekleştirdik.

‘Gölge’ adlı öykünüzde ‘Benim Adım Kırmızı’ kitabı etrafında dönen bir an var, ‘temiz okuyanlardan’ bahsediyorsunuz. Ben ise sizin kitaplarla ilişkinizi merak ediyorum; okurken özenle koruyanlardan mı, yoksa notlar alıp çizimler yapanlardan mısınız? Ayrıca okuma sürecinizde belli bir rutininiz varsa, bunu açıklar mısınız?

Ben kitaplarına tertemiz bakanlardanım. Sayfaların üstüne tek çizik gelse üzülürüm. Alıntıları ve kitaplar hakkındaki notlarımı defterlerime kaydederim. Bu durum bazen aynı kitabı birkaç defa okumama sebep olabiliyor, olsun, keşke bütün sebepler bu kadar güzel olsa. Şimdiye kadar onlarca defter bitirdim. Arada karıştırıyorum bu defterleri, yıllar içinde aldığım notlardaki değişimi görmek şaşırtıcı oluyor benim için. Kitaplarımın kapaklarına, sayfalarına çok özen gösteririm. Birinin kapağı kırılsa günlerce canım sıkılır, sanırım bir hastalık bu.

İshak Edebiyat adlı edebiyat oluşumun genel yayın yönetmenliğini yapıyorsunuz. Bu topluluğun ortaya çıkış nedenini ve amaçlarını anlatır mısınız? Sizce böyle bir oluşumun edebiyat dünyasında ve okur nezdinde nasıl bir karşılığı var?

İshak Edebiyat’ı 2018 yılında Metin Nart ile kurduk. En başından amacımız belliydi: iyi öykü. Çok değerli isimler katıldı aramıza. Dünya ve Türk öykücülerini derinlemesine irdeledik uzunca süre, ardından sitemizi açarak iyi öyküler yayımlamaya başladık. Çeviriler ve seslendirmeler yaptık, öykünün sevilmesi için elimizden geleni ardımıza koymadık. Edebiyat dünyasında nasıl bir karşılığımız var bilmiyorum ama ben yaptığımız işten dolayı çok mutluyum, umarım okurlar ve yazarlar için de durum aynıdır.

İlk kitabınız ‘Cıs’ ve ikinci kitabınız ‘Şehri Terk Eden’ arasında yazarlığınızda nasıl bir değişim gözlemliyorsunuz? Yazma sürecinizde neler değişti?

Yazmayı alışkanlık ve hayatının bir parçası haline getirmiş her yazar zaman içinde değişiyor, gözlemim bu şekilde. Ben de ilk kitabımla ikincisi arasında her konuda değiştiğimi düşünüyorum. Eskiden daha aceleciydim, yazdığım her şeyi hemen bitirip birilerine okutmak isterdim; şimdi daha sakinim, yazmak istediğim kurguyu öncesinde uzun süre zihnimde demlendiriyorum, ardından kâğıdın başına geçiyorum. Bunun dışında zamanın insana bahşettiği bütün gelişim imkânlarından faydalanmaya çalışıyorum. Bunda ne kadar başarılı olduğumu yine zaman gösterecek.

Terk Eden’i okurken, birbirinden çok farklı temalar ve anlatım biçimleriyle karşılaştım. Hatta bu çeşitlilik kitabın en belirgin özelliklerinden biri gibi görünüyor. Siz, bu farklılığı ve çok sesliliği öykü kitabınızda nasıl konumlandırıyorsunuz?

Aslında öncelikli amacım da buydu. Kendini tekrar etmemek, yeniyi aramak. En başından beri her türde ve seste öykü yazmak istedim. Günümüzde ‘tematik dosya’ diye bir kavram oluşmuş durumda, ben bu ifadeyi komik buluyorum. Nasıl ki bir önceki günkü biz aynı biz değilsek, yeni her öykümüz de bir öncekinden farklı olmalı. Ancak bu şekilde yol kat edebiliriz. Ayrıca şunu da belirtmek isterim ki, bir yazar hangi türde ve nasıl yazarsa yazsın içinde kendi olduğu için bir tema muhakkak oluşacaktır. Yazı yazarından ayrılamaz ki.

Çöplükteki Patron’ adlı öykünüzde patron-işçi ilişkisini ele alıyorsunuz. Ön diyaloglar özellikle akıcı ve etkileyici. Bu temayı seçmenizin arkasındaki motivasyon nedir, öykülerinizi yazarken bir mesaj kaygısı taşıyor musunuz? 

Sondan başlayacak olursam, hiçbir öykümde mesaj kaygısı gütmedim şimdiye kadar. Yazının amacı bu değil benim için. Bambaşka bir şey amacım. Elbette kalemimi yaşadığım toplumdan sıyırmam mümkün değil, asıl amacımın bu olmadığını söylemek istiyorum sadece. ‘Çöplükteki Patron’un ilk görüntüsü bir otobüs yolculuğunda belirdi zihnimde. Eski ve yeni mahalleleri bölen, hayalî bir duvar. Bu görüntü uzunca süre zihnimde döndü durdu. Nihayetinde ortaya ‘Çöplükteki Patron’ çıktı.

Bir söyleşinizde yazar olduktan sonra eleştiri yaparken daha dikkatli davranmaya başladığınızı söylemiştiniz. Yakın zamanda Selim İleri’yi de kaybettik. Sizce eleştiri Türk edebiyatında gerçekten bir eksiklik mi? Eleştiri yapılırken sizce nelere dikkat edilmeli? 

Eleştiri yapabilmek için o konuda bilgili olmak ve çok düşünmek gerekiyor. Bence en önemli şey, eleştiri özneldir, bir kıstası kesinlikle yoktur. Bir metni yapısöküme tabi tutup onun hakkında uzun uzun irdeleme yazısı yazmak eleştiri yazısı değildir; eleştiri, metnin okurda bıraktığı imgelemin kâğıtta vücut bulmasıdır. Böyle bir şeyin nesnel olma şansı var mı sizce? Günümüzde eleştirinin eksiklik olduğunu düşünmüyorum ben. Sosyal medyada her okur okuduğu kitaplar hakkında eleştiri yazısı yazıyor zaten, bunların nitelikli olup olmadığını söyleyecek merci ben değilim.

Eskiden yazarlara ulaşmak çok daha zordu ve bu ulaşılmazlık onlara bir tür koruma alanı sağlıyordu. Bugün ise sosyal medya, kitap uygulamaları, yorumlar ve puanlamalar sayesinde okur-yazar ilişkisi daha doğrudan ve anlık hale geldi. Siz bir yazar olarak okurun bu kadar kolay ulaşabilmesini, yorum yapmasını ve eseri puanlamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

eitgeist. Hepsi bu. Bununla zıtlaştığınız an hapı yutarsınız. Okur okuduğu kitap hakkında eleştiri yazısı yazacak, puanlayacak, önerecek elbette. En büyük hakkı. Yazar da bunlardan alması gerekeni alıp yoluna öyle devam edecek. Günümüz eskiye göre çok daha şeffaf ve gerçek.

Bir söyleşinizde Franz Kafka ve Gabriel Garcia Marquez’i tekrar tekrar okuduğunuzu belirtmiştiniz. Sizce bir yazarı yıllar içinde yeniden okunur kılan nedir? Okuyucu mu zamanla değişir, yoksa bu yazarların büyülü gerçekçilik gibi katmanlı bir anlatıma sahip olması mı bu sürekliliği sağlar?

Bir yazarı yeniden okunur kılan tek şey aslında okurun kendisidir. Eser değişmez, onu okuyanın zihni değişir zamanla. İşte bu yüzden her okumada eserin muhteviyatı değişime uğrar zihinlerimizde.-

Bizde genellikle öykü yazmanın roman yazmanın bir ön koşulu olduğu gibi bir izlenim var. Oysa ister öykü ister roman olsun, asıl önemli olan karakterlerin katmanlı ve sahici olması, okuyucuyla bir diyalog kurabilmesi ki ‘Şehri Terk Eden’ deki tüm öykülerinizde bu konulardaki başarınız çok açıktı. Siz öykü ve roman yazımı üzerine yapılan bu tür karşılaştırmalar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Neden böyle kıyaslar var, bilmiyorum. Günümüzde hâlâ türlerden bahsediyor olmamız bile çok saçma. Şahsen öykü ve roman yazmak arasında bir fark görmüyorum. Öykü yazabilen herkes roman yazabilir. Önemli olan kurgunuzun genişliği ve kendi içinde tamamlanması.

’Nenegeyik’ ve ‘Gölge’ gibi öykülerinizde büyülü gerçekçilik unsurları güçlü biçimde yer alıyor. Anadolu’nun binlerce yıllık mitleri, bu toprakların kültürel hamurunu oluşturuyor ve yazınınızı besliyor. Mitoloji alanında ileride farklı çalışmalar yapmayı düşünüyor musunuz? Bu konuda özel bir ilginiz var mı?

Çocukluğumda anneannemden ve annemden ne duyduysam onları yazıyorum. Üniversiteye gidene kadar bunların birer mit unsuru olduğunu bile bilmiyordum. Hepsi gerçek benim için, onlar öyle anlattı bana bunları, birer gerçek olarak. Artık anneannem yaşamıyor, annem de uzun zaman önce bana masal anlatmayı bıraktı. Mitlerle olan ilişkim artık sadece zihnimin köşe bucağında saklı kalmış söylemleri aramaktan ibaret.

Bugün Türk ve dünya edebiyatında belirgin bir ekolden söz etmek mümkün müdür? Yoksa edebiyat, farklı kültürlerin, anlatım biçimlerinin ve kimliklerin iç içe geçtiği melez anlatılar çağına mı girmiştir? Bu çok katmanlı yapının yazın dünyasına etkileri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Her şeyin çok hızlı üretilip tüketildiği bir çağda ekollerden bahsetmek mümkün mü sizce? Edebiyat da, her şeyde olduğu gibi, çok hızlı değişime uğruyor, parçalanıyor ve yeniden bir araya geliyor. Metnin kuvvetini belirleyecek kıstaslar da değişiyor aynı şekilde. Ben bu saatten sonra büyük bir roman yazılamayacağını -yazılsa bile bunun büyük roman olduğunu kim, nasıl belirleyecek- düşünüyorum. Bu yüzden bundan yüz yıl sonra da biz yine Tolstoy’un ne kadar büyük bir yazar olduğunu konuşup yenileri kötüleyeceğiz.

Hakan Bey sizce asıl zorluk yazmak mı yoksa sonrasındaki yayın süreci mi? Editörlerin metninize müdahalesinin yazının kalitesine katkısı olduğunu düşünüyor musunuz, yoksa bazen yazarın özgün sesiyle çatışan bir müdahale olarak da algılanabiliyor mu? Sizce ideal editör-yazar ilişkisi nasıl olmalı?

Uzun zamandır öykü çalışmaları yapıyorum. Bir nevi editörlük. Öyküyü yazarıyla ele alıp her şeyini konuşmak. Asıl amaç bu. Bazen yazar metnini kutsal metin gibi görebiliyor. Eksiksiz ve kusursuz. Halbuki her metin kusurludur. Yazan birinin öncelikli bilmesi gereken bu. Elbette iyi bir editörün metne katkısı çok. Dıştan bir göz çünkü. Hem yazar hem editör metni nasıl sağaltırız derdinde olmalı.

Hakan Bey, son olarak kitaplığınızda sizin için en değerli yerli ve yabancı yazarları ve eserlerini merak ediyoruz. Bizimle, her iki kategoriden üçer yazar ve onların eserlerini paylaşır mısınız?

Victor Hugo- Sefiller, eski bir basımı mevcut, çok sevdiğim bir dostumun hediyesi, benim için oldukça değerli. Marcel Proust- Kayıp Zamanın İzinde, kitaplığımın bir bölümünü kaplayan büyük roman, her zaman en üstte olacak. Yerli olarak da Orhan Pamuk’un tüm romanları diyebilirim.

.

Yorum

Deniz\45 (doğrulanmamış) Cu, 15 Ağustos 2025 - 23:33

Şehri Terk Eden’i daha önce görmüştüm. Gamze Hanım’ın yazısını okuyunca kitabı okuma isteğim oluştu. Yazara da teşekkürler. Öyküleri seviyoruz.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.