Ummanın Kıyıları

Edebiyat

 Ummanın Kıyıları

Akan suyun yolunu bulma macerası, bulutlarla kuşatılmıştır. Gökten birer birer toplamak olmaz, yine de yaşanmaz onlar olmadan da. Neye karışacağını bilemeyebilir insan ama neyden arınacağını ayırınca özgürleşir kendi göğünde. Bulutlar, engel değil; göz hizasından döneni, geri getirmemek için rehberdir çünkü sisler, manzaranın netleşmesinde bir aracıdır görmeye gönlü olana.Altın tepsileri yoktur yaşamanın. Varsa da gerçek değildir, bir çarpmayla ya da çarpıntıyla düşüp değerinden olacak bir eşyadır o. Arzulanması, bir göz bağıdır; ummanın ötesinde karanlıktır.
İstemekten büyüktür isteğinde kararlı olmak. Bilinir ki dilekleri saydam ve uçucu gölgeler olmaktan çıkaran şartlar, tabaklarda sunulsa masalar dolar ancak sofralar boş kalır. Bilinir ama buna göre soluk almak başka, “yaşadım” demek başkadır.Sürekli ummanın, umduğuna sadakat göstermek olduğunu kavramamışlar için “tılsım”ın doğaüstü bir unsur sayılması, bu yüzden anlaşılırdır. Çabasız ve hasarsız bir yolculuğu seçenlerden daha anlaşılamaz olansa çabasına ve hasarına rağmen umduğuna vefa göstermeyenlerdir. Zira arada kalmışlık, apaçık bir sığlıktan da bayağıdır. İnsan, yolundan edilmez öyle kolay ama yolunu ayırırsa yine o, kendinden ayırır. Kimse, kendini kendinden daha büyük temelli bir bozguna uğratmakta yetkin değildir.
   Yer ve gök haritasının denkliğinde sınırlarını kendine göre çizer herkes zira herkesin gökyüzüne bakma şekli farklı olmasa gökkuşağı yedi renkte görünmez. Kimi, bulutların sitemler gibi üstüne yığılacağını sanır kimi, onların gerçeklikle buluşmadan önceki göz alıştırmaları olduğunu bilir. Aynı güzergâhta uğranacak istasyonlar, limanlar değişse de umut olan; yolu kaybetmemektir. Rastladığı her kapıdan ders çıkarmak ve süreyi ona göre ayarlamak yerine oyalanmayı seçenler, yoldan gönüllü elenmiş olur. Bu yüzden bazen yaşamanın da en az anlatmak kadar hükümsüz kaldığı zamanlar vardır ki iradesizlik, ummanın üstüne çöktüğünde yürek de çölden farksızlaşır.
   Eylemde kararlılık kadar duyguya bağlılığa önem verilmediğinde akıl, hizasını kaybeder çünkü ne iç unsurlar yeterlidir bir kemik yığınını anlamlandırmaya ne de mantık tek başına. Birbirine dolaşan ipler gibi her an daha fazla düğüm olur insan. Kaygılarını, uçsuz uyuşukluklar bastırır. Dileklerinin önünde gayretsizlik gayreti uzanır ve bunu “benlik” diye kovalar durur. İç savaşları büyüdükçe dışarıdan daha tanınmaz hâllere girer ve bir trajedi olarak bu yolla kendini gerçekleştireceğini sanır. Hiç barışmadığı bulutlardan rahmet bekleme gafletiyle çırpınır boyuna. Ne dalgalarını büyütür ne de kıyıya bir iz bırakır oysa. Yapabildiği tek şey, kendini tekrar etmek ve her tekrarın sonunda kendi dışında herkeste bir yenik gölge telaşı yakalamaktır.
Ne boyu ne çapı kadardır insanın gölgesi. Kaçtıkça kovalanmaz, sabit dursa da yakalanmaz. Bir oyuna çevirir varlığı ve var olmayı. Alışılmış ve alışılmamış seçeneklerin mevcudiyeti başlı başına bir seçenektir bu büyük oyunda. Üçüncü hâlin yokluğu değil, varlığı ürkütür yaşayanı. Bilinen ve bilinmeyeni, mümkün kılan da imkân dahlinden eleyen de benliğin ta kendisidir. Seçilmemiş olanın şartlarına biri elini uzatmışsa küçümsenir cesaretsizlerin baktığı yerden. Onların seçtikleri, tatmin getirmese bile kimlik hâline dönüştüğünden övgüyü en fazla karşılayanlar olur ve buna şaşılmaz elbet. Belki de bu yüzden gerçek olan çoğu şeyin sesi soluğu, bir yağmur damlasının yere düşüşü kadardır. Nitekim zemin herkes için bir sahne olsa da seyirci olmakla sahne almak arasında bir tercihtir yaşananlar ama o da bir farkla. Sahneye hiç katkısı olmayanlar, seyirci olmasını bile üstlenememiş olanlardır. Bu yüzden bulutları yoktur onların. Kapalı havalar içinde kendi rüzgârlarını estirdiğini zanneden bir azınlıktırlar ancak.
   Yolun uzunluğu, çoğu zaman benzer olsa da yolculuklar, başkadır. Herkesin göğünün ayrıldığı yer, neyi ummadığını bilmek ve bildiğini benimsemekten geçer. Kitaplar dolusu yazılsa da okunsa datecrübe üstüne tecrübe yuvalansa da kabuğunu değiştirmek istemeyene yer de gök de birdir. Farklı olduğunu sanması, aynı olduğunu gayet iyi biliyor oluşunun kırılgan kamuflajıdır. Saklandığını sandığı anise gerçeğinin gürültüyle döküldüğü andır. Düzensiz, ahenksiz, yenik ve bozgun... Bu ses ve sessizlik arasına sınırı çizen; yağmuruna sahip çıkanlardır, tıpkı ateşine sahip çıkanlar gibi. Zihni kuru bir dal, yüreği çöl, anlamı ıssızlık olana göğün renkleri ve oyunları; öfkeye davettir. Bundandır ki ummak, asılsızsa bir ömür yunmaz beklenmeyen yağmurlarla...

 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.