Ahlaklı Olamama Sorunu

Felsefe

Prof.Dr. Süleyman DÖNMEZ

Ahlaklı Olamama Sorunu

Felsefenin sorun çözerek düzeltici etkisi olan bir düşünme etkinliği olduğundan söz ettik. Bu yazıda çağımızın kanayan bir yarası olan “ahlak sorunu” üzerinde durmak istiyorum. 
Ahlak felsefece tartışılan bir konudur. Felsefenin temel sorunları arasındadır. Bu sebeple felsefede “ahlakın ne olduğu” değişik yönlerden teşrih masasına yatırılır. Çeşitlendirilen sorunlara çözümler aranır.
Derdim, “ahlak meselesini” akademik bir zeminde ele almak değil. Çünkü “ahlak meselesini” akademik bir hassasiyetle incelemek, çağımızın bunalımlı bir sorunu hâline dönüşen “ahlaklı olamama” durumunun nedenlerini anlamaya yetmeyebilir. Neden derseniz? Konunun (mevzunun) teorik (nazari) olarak çözümlenmesi bizim pratik (ameli) bir görünürlük olarak öne sürdüğümüz “ahlaklı olamama” durumuna bağlamak oldukça zor görünmektedir. 
Ahlak mevzusunun nazarî kısmı, başkaca bir meseledir. Ahlakın theoria’sı… Sahi, ahlakın bir teoriye (nazariyeye) ihtiyacı var mı? Tevcih ettiğim bu sual de teoriktir. Kanımca ahlakın bir nazariyeye ihtiyacı olmasa da teorik olarak tartışılmasında bir beis yoktur. Ama ifade ettiğim gibi, burada derdim bu değil.
Oruç ayındayız. Bu nedenle bu yazımda ahlaklı olamama sorunumuza İslam’ın Kutsal Kitabı Kuranıkerim’den faydalanarak bakmayı deneceğim. Bazı okuyucular, meseleyi bu bağlamda ele almamı felsefe namına yadırgayabilirler. Şimdilik felsefî görünürlüğün bu yakasını başka bir güne bırakıyorum. Ancak şunu ifade etmek isterim: Nezdimde Kuranıkerim’den faydalanarak düşünmenin felsefede herhangi bir kusur oluşturmadığı kanaatindeyim. Çünkü Kuranıkerim’den ya da doğadan faydalanmak veya Platon’un eserlerine atıfta bulunmak bir metni ne felsefî yapar ne de felsefenin dışına atar. Zira felsefenin içinde kalmak ya da dışına çıkmak referanslarınızdan öte mevzuya yaklaşım tarzınızla ayrışır. Dolayısıyla biz bu yazıda da felsefî bir tutum takınmaya çalışacağız.

Gündelik hayatımda Kuranıkerim’le bağımı kesmemeye çalışırım. Bu alışkanlığım bana çok kere anlamaya çalıştığım değişik konuları farklı pencerelerden seyretme imkânı sunar. “Ahlaklı olamama durumunu” düşünürken, gene öyle oldu…
Sorunları düşünmek ve aklınıza düşen çözüm önerilerini yazmak… “Yazma fikri”, “yazmanın aracı olan kalemi” çağrıştırdı zihnimde. Ardından Kuranıkerim’de “Kalem” ismini alan bir surenin olduğunu çağrıştırdı…

Kalem Suresi’ni açtım. Surenin dördüncü ayetinde Hz. Muhammed şöyle vasıflandırılıyor: “Elbette sen yüce bir ahlak üzeresin.” Ardından gelen ayetler, “tuttuğu yolda kalmasını” ima ederek, “peygamberin tuttuğu yol ile olduğu hâlde olmayanların sonlarının ne olacağını beklemesini” ona öğütlüyor. Tutulan yolların açık seçik olduğu, esasen ortada karmaşık bir durumun olmadığı hemen idrak ediliyor. Bir tarafta peygamberin tuttuğu yol, diğer tarafta ise ötekilerin… “Her iki yol sahibi de sonu apaçık görecektir.”
Sorun, o dönemde peygamberin fitne çıkardığı ve cinnet geçirdiği iftirasıyla başlamış görünmektedir. O günden bugüne gelirsek; günümüz Türkiye’sine şöyle bir göz atınca; sanki tarih tekerrür etmektedir. Öyle ki, artık Türkiye’de de “yüce bir ahlak üzere olmak” bazı güçler ve kişilerce fitne olarak değerlendirilebilmekte, delilik olarak görülebilmektedir. 

“Yüce bir ahlak üzere olanı, delilik ve fitne çıkarmak ile suçlamak”, nasıl bir haletiruhiyedir?
“Yüce bir ahlak üzere olmak” ifadesi ilk etapta kapalı görünen bir ifadedir. Kapalılığı açmak için “yüce bir ahlak üzere olmayı” felsefece çözümlemek, bu halde kalabilmek için hangi melekelerle donanmak gerektiğini temellendirmek gerekir. Burada ifade ettiğim gibi felsefede karmaşık bir yapı oluşturan kuramsal yapılar dalarak meseleyi ele almayacağım. Soruna daha ziyade Kuranıkerim’den faydalanarak bir bakışaçısı kazandırmayı deneyeceğim. Neden kuramsal felsefeye dalmayacağım? Çünkü Kuranıkerim etik kuramlara dalmaya ihtiyaç duyurmayacak açıklıkta, mevzuyu izah edici bilgiler sunmakta... 

Kuranıkerim’de öncelikle “Rabbin yolundan sapanı ve hidayete ereni en iyi bilenin Allah olduğunun” altı çizilmektedir. Bu durumda herhangi birinin “ben doğru yoldayım, asıl kurtuluşa eren benim” demesinin pratikte bir değeri yoktur. Demek ki, ilk olarak “söylem” ile “eylem” arasına bir mesafe konmaktadır. Sonrasında ise söylemden çok eylem önemsenmektedir. Elbette söylem değersizleştirilmemektedir. Ama Eylem ile söylem arasında Sokratik bir zorunluluğa gitmeyen doğrusal bir ilişki kurulmaktadır. Biz bunu hangi eyleme sahip olanların sözlerine itibar edileceğinin; dolayısıyla hangi eylemleri sergileyenlerin söylemlerine itibar edilmemesi gerektiğinin dile getirilmesinden kolaylıkla anlayabilmekteyiz. Öyle ki, ahlaken sorunlu olanlar, “peygamberin kendilerine karşı daha fazla tavizkâr, biraz daha hoşgörülü ve yumuşak olmasını” beklemektedir. Ancak bu bağlamda aşılmaması gereken bir sınır, taviz bekleyenlerin önlerine konmaktadır. Bu, ahlaki eylemle ahlaksız davranışın arasını ayıran net bir çizgidir: Ahlaksız eylemden uzak durulmalıdır. Ahlaksız eylemde bulunanların sözlerine de itimat edilmemelidir.
Ahlaksızlığın bir dizi hoş görülmeyen eylemlerle belirginleştiği açıktır. Ama bireyi ahlaksız gösteren bu eylemler nelerdir?
Kuranıkerim, sözü değersizleştirerek güvenilmez hâle getiren eylemleri sayarak baştaki kapalılığı giderir. Sonrasında ise onları bu ahlaksız tavırları sergilemeye iten temel duygu ile düşüncenin altını çizer. 

“Yemin edip duranlar, sürekli kusur arayıp kınayanlar, laf taşıyanlar, hayra engel olanlar, saldırganlar, günahkârlar, kaba ve haşin olanlar, kötülükle damgalı olanlar…” Kuranıkerim “ahlaksız davranışların neler olduğuna” daha birçok sûrede eklemeler yapar. Bireyi ahlaksız davranışa sürükleyen en önemli sâikın ise “malına mülküne ve sülbüne duyduğu güven olduğunu” ifade eder. Mal mülk sahibi olma sevdası, evlatla övünme bireyde sahte bir güven duygusu oluşturmaktadır. Bu ise aklı karıştırmaktadır. Karışan akıl da bireyin davranışlarına yansımaktadır. Bu durum endişe vericidir. Çünkü aklı karışan ve çirkin davranışlar sergileyen biri, “güzel olan sözü de eylemi de idrak edemez” hâle gelmektedir. 
Kuranıkerim, kendisine Allah’ın ayetleri okunan birinin “bunlar eskilerin masalları” diyerek değersizleştirmesini, güzeli idrak edememeden ileri gelen bir akıl karışıklığına bağlamaktadır. Aklın karışık olması “selîm fikir” üretememek demektir. Doğru bağlantılar kuramamaktır. Yanlış tasavvurlara gitmektir. Geçersiz ve tutarsız çıkarımlar yapmaktır. Selim fikir, ancak aklıselim bir insandan neşet edebilir. Aklıselim sahibi olan ise mal ile mülkün, evlat ile iyâlin kalıcı olmadığını; gerçek sahibin Allah olduğunu, kişioğlunun sadece bir emanetçi olduğunu bilir. Emanete çökmez, ihanet etmez. Böylesi bir “selim akıl” insanı selim bir yürek ile zevke yükseltebilir. Aksi takdirde sonu hüsrandır.
Güzel Türkiye’min aklıselim insanlara ihtiyacı var. Kalem Suresi’nin birkaç ayeti “ahlaklı olamama” sorunumuz üzerine bana yukarıda yazdıklarımı düşündürdü. Geri kalan mesajları okuyucunun Kalem Suresi’ni açıp okumasına bırakarak hasbihâli burada sonlandırıyorum. 
Gözüm 37. ve 38. ayetlere kaydı. Gerçekten müthiş uyarıcı ve fikir vericiler…

Tüm okuyucularıma hayırlı Ramazanlar diliyorum.

Yorum

Abdurrahman Güzel (doğrulanmamış) Per, 14 Nisan 2022 - 18:26

Felsefe eğilimli hoş bir yazı okudum. Süleyman Hocam'a teşekkür ediyorum. Felsefi bakışın nasıl olması gerektiğini öğretiyor.
Sorum şu: Ahlaklı olamama sorunu nasıl aşılacak?

Mehmet Karakeçili (doğrulanmamış) Per, 14 Nisan 2022 - 19:41

Yeri ve zamanı manidar bir yazı olmuş. Müspet manada manidar diyorum zira bu ülkede ne zaman doğru bir şey söylense "ahlaklı olamama" konusunu kendilerine dert etmeyenler bu söylenen "şey" için "yeri ve zamanı manidar" derler. Çünkü bu insanların çıkarlarına ters düşen her şey yer ve zaman olarak manidardır.

S. D. (doğrulanmamış) Pt, 18 Nisan 2022 - 11:31

In reply to by Mehmet Karakeçili (doğrulanmamış)

Sevgili Mehmet,
Her kişioğlu kendinden sorumlu. Dolayısıyla bir metnin yeri ve zamanı yazardan çok okuyanı hedef alır. Kimse kimseye bir şey dikte etmemeli. Er kişi kendi payına düşeni alacaktır. Her kişi ise yersiz yorumlara girebilir.
Kişioğlu, eski Türkçede erkek dişi insanı anlatır. Og-Ul: ilahi adaletin ihsanı demektir. Kişi ise kendini ve Rabbini bilen...
sevgilerimle...

Erkan YAZARGAN (doğrulanmamış) Pt, 25 Nisan 2022 - 15:26

DÜŞÜNCENİN BAĞIMSIZLIĞI

Bizimki gibi geri kalmış ilkel ülkelerin en ciddi sorunlarından biri neden, düşünememektir?

Birazcık felsefe okuyup felsefe yapmaya başlayan ve bundan ZEVK ALAN insanın en başta bilmesi gereken BİREYLİĞİ sebebiyle düşüncesinin / düşünme kabiliyet ve gücünün bağımsız olduğu / olması gerektiği BİLGİSİDİR.

Düşünme, duyguya yol açmamalıdır.

Pekiyi, bizde olan nedir sorusunun yanıtı tam tersi gelişme yani BİLE İSTEYE duyguya / duygulara sebep olarak düşüncenin iğfali.

Suçun büyüklüğü ele alınırsa sıradan bir iğfal suçu günümüz hukuk sistemlerinde 6 sene hapis cezası ile cezalandırılır.

Bu durumda ceza nedir dediğimizde bizzat felsefe gibi muhteşem bir imkan doğru dürüst düşünmeyen hatta BİLE İSTEYE düşünmeyi iğfal edenleri DÜŞÜNEMEMEKLE cezalandırır.

Bundan büyük ceza olur mu?

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.