Anadolu Mayası Bakımından Yapı ve Eser Farkı

Felsefe

Anadolu Mayası Bakımından Yapı ve Eser Farkı


Prof.Dr.Süleyman Dönmez


Eser, yapı değildir. Yapı eseri kuşatamaz. Yapıntı ise ne eserdir ne yapı.
Yapı, yapmak eyleminden nâşî bir sözcüktür. Türk Dil Kurumu’nda yer alan sözlüklerde yapı sözcüğü, anlam bakımından olumlu çağrışımlara sahiptir. Burada sözlüklerde yer alan açıklamaları nakletmeyeceğiz. Dileyen bu açıklamalara kolaylıkla erişebilir.
Biz bu çalışmada yapı sözcüğünü daha dar anlamda eser olamayan konstrüksiyona karşılık olarak kullanacağız. Çünkü sözlüklerde verilen anlamlar, bizim bu yazıda “sanat ve zanaat üzerinden kimlik okumaları” bağlamında ele almak istediğimiz “eser ile yapı arasındaki fark” konusunu biraz karmaşıklaştırmaktadır.
Konstrüksiyon, biraraya getirmeye dayalı nisbî bir tümlüğü ifade eder. Türkçedeki “yapıya” karşılık kullanılmakla beraber, esasen onun tam karşılığı yapıntıdır. Yapıntı, yapıdan daha derme çatma bir yığındır. 
Bir yapı veya yapıntıda, o yapıyı ya da yapıntıyı ortaya koyan yapıcıdan bir “iz” bulunmaz. Çünkü izsiz olması bir yapının yahut yapıntının eser olamadığını gösterir. İdrak yetersizliğinden ileri gelen “iz” iddiası ise, temeli olmayan boş sözden ibarettir. Zira eser, ustasının izini taşır.
Yapı ile yapıntılarda belli açılardan bir işçiliğin bulunmadığını iddia etmiyoruz. Anlatmak istediğimiz onların Anadolu mayası esasında “eser” olamadığıdır.
Bu çalışmada “Anadolu mayası” ile kastın ne olduğu mevzuuna girmeyeceğiz. Bu konuyu merak edenlerimiz varsa, okumaları gereken kitap, Yalçın Koç’un “Anadolu Mayası” başlığı altında yayınlanan eseridir. Burada konuyu eser ve yapı ayrımı çerçevesinde sınırlandırdık. 
Konuya Anadolu mayası hususunda mezkûr eserin Önsöz’ünden yer alan bir cümleyi naklederek başlayalım: ““Anadolu mayası”, “Anadolu Türk Kim’liği’nin esasıdır; “yok olmak, yok edilmek” tehlikesi içine düşürüldüğümüz bu safhada, “kurtuluş’un yegâne yoludur ve nihai dayanağıdır.” Yalçın Hoca bu cümlelerle başlar kitabına. Meselenin Türk kimliğinin esası ile alakalı olduğunun altını çizer. İşte iz taşıyan eser, izsiz yapıdan maya bakımından ayrışır.
Maya gönle çalınır. Mayaya mahal olan gönül ise içten dışa birlik esasında dönüşür. Yeni bir kimlik kazanır. Süte çalınan mayanın yoğurda dönüşmesi gibi… Mayalanan gönül, insanlaşır. Mayalanmamış ya da maya kabul etmeyen ise beşer kalır. İnsanlaşamaz. İnsan olan eser inşa eder. İnsan olamayan ise yapı…
Yalçın Hoca, yapılar tesis eden kültüre “Grek-Latin Kilise diyarı” der. Bu diyarda şeyler kesin sınırlarla birbirinden ayrılarak sınıflandırılır. Zira bu diyarın kuruluş esası her hangi bir şeye sınıf tayin etmektir. Tasnif etmektir. Mimarisi de musikisi de söz konusu esasa bağlıdır. Öyle ki, malzeme ve malzemeye verilen form esas alınarak müstakil görünen estetik alanlar meydana getirilir. Mesela malzeme taş, tahta, demir, harç türündense; bunlar iç-dış, alt-üst esası üzerinde yığılıp bağlanarak yapılar inşa edilir. Malzeme vuruş, üfleyiş ya da herhangi bir yolla çıkarılan ses ise yine yığıp bağlama yoluyla besteler yapılır. Bu yığıp bağlama işi malzemenin türüne göre bazı farklılıklar gösterebilir.
Grek-Latin Kilise diyarında yapıyı ortaya çıkartan yığma ve bağlama faaliyetleri, malzeme ve form itibariyle nesnel (objektif) görünür. Alanlar itibariyle bakışım (simetri), uyum, düzen (harmoni) gibi ilkelere dayandırılır. Bu diyarda yapı, ister mimari olsun ister musiki olsun, uyandırdığı estetik hissiyat yoluyla temellendirilmeye çalışılır. Bir başka ifadeyle; yığma ve bağlama işi, objektif ve yığılarak bağlanmış olanı –yapıyı- esere dönüştüren dayanak sübjektiftir. Bu yaklaşım sanat ve eser meselesinin esasından uzaktır. Bundan dolayı da burada alanlar itibariyle ortaya çıkarılan ayrımların giderilmesi olası değildir. Zira ayrımı birleştirme yoluyla ortadan kaldıracak olan esas bu diyarda kapalıdır.
Özetle, yapının bir sanat eseri olamamasındaki temel boşluk, estetik kuramların eserin esasını sübjektif bir zemine oturtmak istemesinden ileri gelir.
Üzüntü verici olan Türk sanat ile zanaatının da yukarda sözü edilen Grek-Latin Kilise diyarının temelsiz anlayışının etkisinde kendini kaybetmiş olmasıdır. Kendini kaybeden -dolayısıyla insanlığını kaybeden- özenip özlemini duyduğu yapıları veya yapıntıları bırakın inşa etmek, taklit dahi edememiştir. Esasen kendini bilen, Sanat-Zanaat-kimlik konusunda Grek-Latin Kilise diyarının estetik kuramlar içinde kaybolmuş içsiz ve insansız bir yığın olduğunu idrak eder. Ona ne özenir ne de onu taklide yönelir.
Anadolu mayasında sınıf oluşturulmaz. Sınıflandırmak yoluyla tasnif de yapılmaz. Çünkü Anadolu mayasının esası “cümle varlığın birliği ve kardeşliğidir.” Bundan dolayı da Anadolu mayası itibariyle farklı inşa faaliyetlerinin esası da tektir. Bu esas en geniş manada yapının tesis edilmesi için gerekli olan zıtlıkların birlik yoluyla giderilmesidir. Zıtlıkların birlik yoluyla giderilmesi yapının aşılarak esere dönüştürülmesidir. Mesela mimari bir eserde yapıda görülen iç-dış zıtlığı olmaz. İçi başka dışı başka olmaz. İç ile dış arasında tezat oluşmaz. Bu bir bestenin eser olmasında da geçerlidir. Bestelemek bir makam üzere zıtlıkları gidererek tertip etmedir. Bu mevzu yapıntılar için daha çetrefildir. Yapıntının önce yapıya evrilmesi gerekir.
Eserler ziyaret edilerek algılanır. Ziyaretçi kendindeki aşmaya bağlı olarak meydana gelen özgür bireydir. Lakin ziyaretçiler esas itibariyle aynı eseri ziyaret ederler. Eserin ziyaret edilerek algılanması mimari bakımından daha kolay idrak edilebilir. Öyle ki bir mimari eserin içine girilir. Dışına dolaşılır. Esasen resim ve müzik için de durum aynıdır. 
Ziyaret edilen esas itibariyle orada bıraktığı mührü vasıtasıyla “o eserin” ustasıdır. Yapı sadece bu ziyarete imkân sağlamıştır. Yapıntı bu imkândan da yoksundur.
Anadolu mayasında ustanın yapıda bıraktığı mührü gönlünden gelmiş olandır. Böyle bir izin esası zıtlık değil, zıtlıkların birliğidir. Bu birlik malzemenin bağlanış neticesinde ortaya çıkan zıtlığı giderir. Aşma vuku bulur. Ve yapı esere dönüşür. Bunu anlamanın en açık yolu Koca Sina’nın eserleridir. Koca Sinan Usta’dan arda kalan hiçbir plan yoktur. Planlar saklanıp ortadan kaldırılmış da değildir. Yapıların Koca Sinan Usta’nın elinde inşası, adeta bir neyin ya da tamburun taksim geçmesine benzer. Ortaya çıkan eser, sanki hem oradadır hem de değildir. Hem temelleri üzerine oturur hem yükselir. Orada değilmiş gibi durur ama oradan kaldırırsan o yerin kolu kanadı kırılır. O yer olmaktan çıkar. İç, aslında dışıdır. Dışı da içi; çünkü hem içi hem de dışı ustanın içidir.
Grek-Latin Kilise diyarındaki yapılarda bu birlik ve aşkınlık açığa çıkmaz. Mimarisi de musikisi de gerilimden ibarettir. Tüyler ürperten ve huzursuz eden ve insanı dağıtan bu çarpıklıklar sanata ve zanaata örnek yapılmak isteniyor. Onun taklitçileri Anadolu’nun gönlü mayalı insanlarının eserleri karşısında diktikleri yapıntıların nadiren de yapıların “eser” olduğu iddia ederek sanata ve zanaata, bir cihetten de insana ihanet ettiklerinin bile farkında değiller.
Eser ile yapı ve yapıntı arasındaki farkı ortaya koyabilmek için daha bir dizi örnek vermek ve açıklamalar yapmak mümkündür. Lâkin bizce maksat hâsıl olmuştur. Bu durumda daha fazla söze hacet yoktyr.
Yazımızı ifade ettiğim gibi Yalçın Koç hocamızın “Anadolu Mayası: Türk Kimliği üzerine bir inceleme” kitabından yararlanarak yazdık. Özde bir değişiklik yapmamaya çalışarak şerh ettik.
Yazıya Anadolu mayası üzerine Hocamızla yapılmış bir röportajının son cümleleriyle hitam çekmek isterim:
“Aşk olsun Anadolu’daki mayaya…”
“Aşk olsun Anadolu’yu mayalayanlara…”
“Aşk olsun ve selam olsun Anadolu’yu mayalayanlara…”
“Aşk olsun ve selam olsun Anadolu için can pazarına çıkanlara…”
“Ve can verenler ve vereceklere...”
 

Yorum

Süleyman Saim (doğrulanmamış) Sa, 15 Kasım 2022 - 20:54

Güzel yazı. Anadolu mayası mı, Anadoluyu mayalayanlar mı. Bir anlamlandirma sorunu hissettim. Ne dersiniz... Saygılar

S. D. (doğrulanmamış) Per, 17 Kasım 2022 - 07:23

Maya mı mayalayan mı? Maya olmadan mayalama da mayalayan da olmaz sanırım. Lakin aslolan maya. Maya bir metafor. Yalçın Hoca "Kadim demde hatem olan kelam " der, mayadan murat. Mayalanmadan maya çalamazsın... Gönlü mayalı Piri Türkistan Hoca Ahmet Yesevi'nin gönlüme düşen mayanın Türkçe söz ile görünür olması var. Böylece Türkistandan gelip Anadoluyu mayalayan Kelam var...
Sevgiyle...

Ressam Dede (doğrulanmamış) Sa, 06 Aralık 2022 - 15:33

Hocam ilahiyat fakültesi bir dönüşüm mu yaşıyor. Yazılarınız la Zorbatv.com da tanıştım. Düşündürücü bir aykırılık hissettim.
Çok Amin

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.