Fahri ATASOY
İçimizden bir ses başlığı görünce “biz zaten insanız” diyecek. Neyin arayışı? İnsan olmak doğamızda yok mu? Dünyaya insan olarak gelmiyor muyuz? Bir de insan olmak için bir şeyler mi yapmamız gerekiyor? Başlığı okuyunca bir sürü soru canlanıyor zihnimizde. O zaman insan olmanın belki de ilk adımını buluruz böylece: “soru sormak”. Ama biz toplum olarak soru sormayı pek sevmiyoruz. Soru soranlara da hoş bakmıyoruz. Yine de soru soranlarla karşılaşıyoruz. Örneğin üç yaşına yeni girmiş çocuklar saf bir mantıkla sorular soruyorlar. Belki de insan olmaya çabalıyorlar. Onları örnek mi alsak acaba?
İnsan olmak için bir arayış gerektiğini görüyoruz. İnsan kendisine doğal olarak verilmiş bedeninden fazla bir şeylere ihtiyacı olduğunun farkında aslında. Beden özellikleri bakımından diğer canlılarla kıyaslandığında eksikleri hemen anlaşılıyor. Derisi, kasları, tırnakları, dişleri, duyu organları birçok hayvandan zayıf. Fizyolojik olarak zayıf yönleri daha çok. Bu haliyle insan, olduğu gibi kabul edilebilir ama yine de bir arayış olduğu görülür. Yani bedeni insana yeterli gelmiyor. Sırtına bir hayvan kürkü, eline bir taş veya bıçak almaya çalışması bile bir örnek. Onun için antropologlar insanı alet yapan ve bilen canlı (Homo sapiens) diye de tanımlamışlar. Diğer bazı canlılar da basit düzeyde aletler kullanabiliyor ama insan ile kıyaslanmaz. Demek ki ilkel dediğimiz dönemlerden beri insanın bir arayışı var.
Arayış içinde olmak insana bir özellik katıyor şüphesiz. Bunun kaynağı ise bedenin yetersizliği ve bu yetersizliği gidermek için zihin dünyasının yani düşünmenin devreye girmesi. Eğer düşünme devreye girmezse ne olur sorusuna cevabı insan görünümlü yaratıklarda görmek mümkün. Şempanze veya orangutanları kastetmiyorum. Beden olarak insan görünümlü ama insan olamayan varlıklardan bahsediyorum. Yani insan olmak için bir bedene sahip olmanın yetmediğini hep birlikte gözlemliyoruz. Bazen kızdığımızda bu tiplere küfür niyetine “hayvan” sıfatını kullanıyoruz ama hayvanlara da haksızlık etmiş oluyoruz. İnsan olma arayışı belki de bizi insan yapan yegâne şey…
İnsanlık tarihi boyunca biyolojik yapısı insan gibi görünen ama insan olamayan o kadar çok örnek görürsünüz ki… Bu yüzden olsa gerek dil ve düşünce dünyamızda insan ile ilgili çok belirleyici yer almış. İlk örnekler felsefe tarihinde var. Sofistler, Sokrates, Platon ve Aristoteles var olanların içinde insana ayrı bir yer ayırmışlar. Aristoteles’in meşhur önermesi “insan akıllı hayvandır” asırlarca temel belirleyici olmuş. İnsan, biyolojik yapı bakımından hayvana çok benziyor ama zihin yönünden ayrışıyor. Zihinde akıl dediğimiz bir gücün olduğu kabul ediliyor. Akılla yapılan işler insanın diğer varlıklardan farklılaşmasını sağlıyor. O zaman bu alana bakmak lazım.
Demek ki insan olmak için özel çaba gerekiyor. Gelişim psikolojisi insanın dünyaya geldikten sonra, reşit (aklını kullanma gücü) kabul edileceği döneme kadarki sürecini takip ediyor. Zihin dünyasını kullanabilme düzeyine bilişsel gelişim adını veriyor. Beden işlevlerinden farklı olan bu alan insan olmanın temel ölçütü olarak karşımıza çıkıyor. Bu bilişsel alanın gücüyle biz dünya ile ilişki kuruyoruz. Biyolojik yapımızın bazı yetenekleri de bu ilişkide bize yardımcı oluyor. Bu anlamda etkili olan duyu organları ve iç dürtüler hayvanlarda daha güçlü. İnsanın güçlü yanı zihin dünyasına bağlı yetenekleri. Düşünebilme, bellek oluşturma, bağlantı kurma, problem çözme, tasarım yapabilme, karar verebilme, ayırt edebilme, karşılaştırma, anlam verme gibi pek çok yetenek burayla ilgili. Felsefe, bilim, sanat, din, kültür, tarih, siyaset gibi etkinlikler insanın bu yönüne bağlı. Bir anlamda insan olma çabamız aynı zamanda insana özgü bir varlık alanı ortaya çıkartıyor.
Zihin insan için ayırt edici bir özellik. Psikolojinin bilişsel davranış olarak vasıflandırdığı eylemlerin merkezi; felsefenin akıl olarak adlandırdığı gücün kaynağı; sanatın yaratıcı yeteneğinin temeli; dinin metafizik alanla ilgili iman noktası; insanın toplum olma halinin en önemli öznesi… Bilme ediminin en önemli gücü aynı zamanda… Demek ki insan olma arayışının kritik noktası zihinde düğümleniyor. O zaman zihin dünyasına biraz yakından bakmak lazım…
Hazreti Adem’in ilk peygamber olduğu yaygın olarak kabul edilir. Üç büyük din insanlığın başlangıcını Adem’e bağlar. O zaman ilk insandan itibaren Allah’ın varlığına iman zihinsel bir eylemdir. Her bir “ben” bunu düşünür ikna olur veya olmaz ve bir karar verir. Din bu bakımdan tamamen zihinsel bir imana bağlıdır. Her ne kadar literatürde kalp ifadesi çok kullanılsa da işin aslı bireysel bir bilme ve karar verme sürecidir. Birey zihinsel olarak, metafizik bir Allah’ın varlığına ikna olduysa iman eder. Daha fazlasını isterse mistik bir yolculuğa çıkarak bizzat görmek ve idrak etmek ister. İç yolculuk insanın zihinsel dünyasında gerçekleşir. Bu bir arayıştır ve insana mahsustur. Bilindiği kadarıyla insan dışında başka bir varlık mistik veya metafizik bir arayış içine girmez.
Zihinsel eylemin en görkemli hallerinden birisi şüphesiz felsefedir. Sistematik felsefenin başladığı Eski Yunan toplumunda Doğa Filozofları adı verilen bilgelerin en önemli özelliği bilmeye yönelmek, yani bir arayış içinde olmalarıdır. Aradıkları şey doğanın temel varlık ilkesidir ki adına “Arkhe” demişlerdir. Arkhe doğa için hakikati temsil eder. Ona ulaşmak ve onu çözmek hakiki doğru bilgiye ulaşmak demektir. Felsefenin işi zaten bu hakikati aramak olacaktır. İnsan olmak için temel sorularımızdan birisi de bu arayıştır. Görünen şeylerin hakikati (gerçekliği) nedir? Görünenin ardında bambaşka bir gerçeklik mi vardır? Bu gerçeklik her neredeyse ve nasıl ise insan tarafından bilinebilir mi? Düşünen insan sorgulamayı sistematik hale getirince karşımıza felsefe adında bir düşünme disiplini çıkmıştır.
Felsefenin sistematik hale gelmesinde Sokrates, Platon ve Aristoteles önemli roller oynar. Zihin dünyasının önemine dikkat çeken Sokrates hakikati dışarıda değil içerde aramak gerektiğini düşünür. Dış dünya ona göre gölgelerden ibarettir, bir yansımadır, bir yanılsamadır, değişkendir ve değişmeyen hakikatin temellendirilebileceği bir alan değildir. Gerçeklik alanı zihindedir ve zihne yöneldiğimizde gerçekliğin bilgisine ulaşabiliriz. Düşünen ben Sokrates ile birlikte öne çıkmıştır. Descartes ile birlikte ise Yeni Çağ döneminde felsefenin merkezine yerleşmiştir. Avrupa’nın modernleşme adını verdiği sürecin odak noktasına, Descartes’ın “düşünüyor olma hali” ile şüpheyi aştığı bireysel zihin dünyası yerleşmiştir. Bu dönemin en önemli tartışmaları zihin ile ilgilidir.
Zihin, bilme edimimizin merkezi olarak kabul edilir. İnsanın diğer varlıklardan farkını ortaya çıkaran arayışlar ve başarılar burayla ilgilidir. Mantık, epistemoloji, bilim, sanat adeta insan arayışının göstergeleridir. İnsanlığın başarı göstergelerinden, medeniyet adı verilen sistemler böyle ortaya çıkar. İlkel insandan günümüz modern insanına kadar devam eden süreçte farkı yaratan insan zihnidir. Beden aynı bedendir ve bazı bilimsel teorilerde evrim ile değiştiği varsayılsa da bilinen tarihlerde biyolojik yapımız aynıdır. Diğer hayvanlardaki gibi canlı hayatımızı devam ettiren sistemler için bizim yapabileceğimiz sadece küçük müdahalelerdir. Beslenme, dinlenme, bakım gibi… Fakat bunlara en önemli katkı zihinsel bir çabayla geliştirdiğimiz tıbbi müdahaledir ki insana ciddi bir ayrıcalık kazandırmıştır. Bunu yeryüzünde ancak insan yapabilir.
Tıp alanı bilimin bir alt disiplinidir. İnsanın özel başarılarından birisi kuşkusuz bilimdir. Bilim de insan olma arayışının somutlaşmış başarılarından biridir. Nesnel gerçekliğe insanın zihinsel olarak yönelmesinden elde edilen bilgiler bilimin başarısıdır. Bu yönelme esnasında insan çeşitli araçlar geliştirerek bilgiye ulaşmaya çalışır. Gerçekliğin algılanabilir ve ölçülebilir kadarı zihinde anlam kazanır. Doğanın sırları çözülür ve bu bilgiler hayatımıza farklı biçimlerle katılır. Elektrik keşfedildikten sonra ampul yapmak ve hayatımızın bir parçası haline getirmek insan olma ayrıcalığının tipik örneğidir. Bu örnek modernleşme sürecinde son derece karmaşık ve zengin bir hal almıştır. Bu ürünler olmadan insan olarak hayatımızı sürdüremeyeceğimiz bir noktaya ulaşmıştır. Bunu sağlayan insan olma arayışının gücüdür.
İnsan felsefe, bilim ve dinin dışında sadece kendisine ait bir dünya geliştirmek ister. Bu dünya sanat adını taşır. Sanat insan arayışının öznel ve estetik bir biçimidir. Hem insan türünün bir özelliğidir hem de bireyin kendine mahsus estetik bir dünya kurmasını sağlar. Sanat ürünü verebilen insan artık diğerlerinden ayrışır, özel bir sıfat kazanır. Sanat yapmak zihinsel bir süreç olmakla birlikte, insana özgü duygular ve yaratılışlar ile farklı bir özellik taşır. Her sanat etkinliği ve yaratılan her ürün insana zenginlik ve farklı bir boyut katar. İnsan olmanın ayrıcalığını gösterir.
İnsan olma arayışı mevcut yerleşik kültürel düzen içinden yeni pencereler açabilmeyi sağlar. Kültür zaten insanın bir ayrıcalığıdır. Fakat kültüre katkı sağlayan bir dinamiklik içinde yaşanan topluma da farklılık kazandırır. İnsan olma arayışı bireysel hayatımızı etkilediği gibi toplumsal yapımızın güçlenmesini sağlar. Medeniyet yaratmak dediğimiz iddianın temelinde bu özellik vardır. İşin sırrını fark etmeden medeniyet hayali kurmak boş ve temelsiz bir temennidir. Bir medeniyet iddiasında bulunmak için özgür ruhlu bireylerin insan olma arayışını desteklemek gerekir. Din, felsefe, bilim, sanat, siyaset gibi alanlarda özgün başarılar elde edecek bireylerin oluşturduğu atmosfer, medeniyeti kendiliğinden getirir. Felsefenin kıymet görmediği, bilimsel çabaların desteklenmediği, sanatın uygun ortam bulamadığı yerlerde medeniyet yaratmanın mümkün olmadığını bilmek gerekir.
Fahri ATASOY
Nallıhan’da doğdu. Hasanoğlan Atatürk Öğretmen Lisesi sonrası lisans eğitimini Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümünde tamamladı. Sosyoloji alanında doktora çalışması yaptı. Felsefe ve sosyoloji disiplinleri arasında akademik çalışmalarını sürdürdü. Gazi Üniversitesi Felsefe Bölümünün kuruluş sürecinde araştırma görevlisi olarak çalışırken bölüm başkanı ile ilkesel bağlamda anlaşamayarak ayrıldı.
Türk Telekom Kültür Müdürlüğü esnasında Telekomünikasyon Müzesinin kuruluş projesini yürüttü. Kültür ve Turizm Bakanlığı Projeler Genel Koordinatörlüğü esnasında Kültür Yolları bağlamında İpek Yolu üzerine projeler geliştirilmesi üzerine çalıştı. İpek Yolu Tarih Kültür ve Sanat Araştırmaları Derneği ve Net Kitaplık Yayınları kuruluşunu gerçekleştirdi. Türk Ocakları Yönetim Kurulu üyesi ve Türk Yurdu Dergisi Genel Yayın Müdürü olarak hizmet verdi. Sorokin'in Toplum Felsefesi, Küreselleşme ve Milliyetçilik, Milliyetçilik Tartışmaları kitapları yayımlandı. Halen Kırıkkale Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde öğretim üyesi ve Zorbatv.com yazarı olarak görev yapmaktadır.
Yorum
Tebrikler
İnsan olma sürecinin gelişim aşamalarını gösteren yazınızı Merakla okudum.
Bu güzel yazı için Teşekkür ediyorum
KALEMİNİZE YÜREĞİNE SAĞLIK…
KALEMİNİZE YÜREĞİNE SAĞLIK GÜZEL HOCAM
Yeni yorum ekle