Bir Çift Söz: Tanrısız Yaşamlar Üzerine  

Felsefe

Bir Çift Söz: Tanrısız Yaşamlar Üzerine  


Prof.Dr. Süleyman Dönmez

Çok iyi öğrencilerim oldu. Aşağıdaki yazı da o iyi öğrencilerimden birisi tarafından kaleme alındı. Ben sadece ufak tefek düzeltmelerle katkı sağladım. Elbet yazı kaleme alınmadan önce uzunca bir dönem uzun konuşmalarımız ve tartışmalarımız oldu. Yenilerde yazılmış değil. Gönlüm uçup gitsin istemedi. Zorba TV’de bu ay yıllar önce öğrencilerimizle konuştuğumuz, lâkin bazı çevrelerin yenilerde gündemine girebilen ‘Tanrısız yaşamlar üzerine’ yazılmış ‘bir çift söz’ yayınlansın istedim. 
Yazı deneme tadında ve felsefece ilerlemekte…

Sosyalleşme kişinin kendi grubu ya da toplumun değerlerini benimsemesi ve onlar gibi davranmasını öğrenmesi ya da bireyi kişiye dönüştüren süreçtir yani bireyin içinde yaşadığı toplumun normlarını, değerlerini kendisinden beklenen rolleri, tutumları ve davranış yapılarını, toplumsal etkileşim için gerekli becerileri benlik ve kimlik duygusunu kazanma, içinde yaşadığı kültürü içselleştirme sürecidir. Anlaşıldığı kadarıyla bu süreç “fotokopi süreci” dir. 

Sosyalleşme süreci bir insan için bir adada tamamlanamaz, başlamaz da… Bu sürecin başlaması için kişinin “birbiri” ne yani gurubuna ihtiyacı vardır. İnsanın ihtiyaç duyduğu birbiri “sosyalleşme ajanları” dır. “fotokopi süreci” dediğimiz sosyalleşme sürecinin başarıya ulaşması yani kendi gibisini topluma kazandırması bu ajanların görevlerini tam olarak yerine getirmesiyle mümkün olur.  Süreç birincil ve ikincil süreç olmak üzere iki kutba ayrılır. Birincil sosyalleşme aile veya ilk bakıcılar tarafından yürütülürken ikincisi okullar, medya, dini kurumlar vb. gibi diğer sosyalleşme araçları ile gerçekleşir.

İslami kültür içerisinde yetişen “dindaş” larımıza “neden İslamiyet’i kabul ettin diye sorduğumuzda bir cevap alamıyoruz. Çünkü İslamiyet’i teklif eden olmadı ki kabul etmiş olsun. Hatta daha önce kendisine “neden inanıyorum?” sorusunu sormamış bir bireye biz de “neden inanıyorsun?” sorusunu sorduğumuzda “inanıyoruz işte!” cevabını alıyoruz. Bilinen bir tespittir ki bireyimiz İslami kültürü yaşayan birincil ajan tarafından sosyalleştirilmiştir ve aynı birey yaşantısına “Tanrı” ile başlamıştır yani ona “sığınılacak bir kapı” gösterilmiş ve bu kapının da “hangi kapı” olduğu da ona öğretilmiştir. “Tanrı vardır ve birdir.” bireyin öğrendiği en temel bilgidir. Birey “var mı yok mu?” bunun kaygısını çekmez. “Yok” deme şansı da yoktur ki! Gurubu (ailesi) buna izin vermez. Kendi gibi davranmadığı müddetçe onu dışlar. Dışlanmak çetin bir mücadeledir. Bu mücadeleye girmektense, “haydi bana Tanrı’yı göster!” demektense çocukluktan çıkıp “kasların güçlenmesini beklemek” soruları örtüp olduğu gibi kabul etmek ya da ediyor görünmek daha kolay gelir. 
Tanrısız yaşamın olduğu bir evde ve Tanrısız yaşayabilen ailede dünyaya gelmiş bireyin tanrısızlığı ilk sosyalleşmenin neticesidir diyebiliriz. Bu durumda ancak dini bilgilerde ortaya çıkan soruların ve sorunların doğru adımlarla cevaplanması ve etrafında dini yaşayan bireylerin yani dindarın gelecek kuşak için “model” olduğunun bilincinde olup olmadığı “kasları güçlenen bireyin” hayatındaki önemini korumaktadır. Henüz şekil almamış ve toplumun en küçük “resmi kurumu” nda bir dine mensup olarak hayata başlayan bireyin dindar olarak kendi dininde kalması veya başka bir dini ikinci sosyalleşme ile seçmesi ya da “dini ve Tanrı’yı boş vermesi”, net bir ifadeyle, Tanrısız yaşamı seçmesi bireyin karakter yapısıyla beraber bu durumlara bağlıdır. O halde iki çeşit Tanrısız yaşam ortaya çıktı. Birincisi öğrenilmiş, ikincisi de seçilmiş Tanrısız yaşam. Öğrenen için bir problem yok. Yaşayabiliyor demek ki. Ya seçmek!
Acaba birey için hangisi deprem etkisi yaratır? Bir dinden diğer dine geçiş mi yoksa bir dine aitken aidiyeti bir kenara bırakmak mı? Yani tanrısızlığı seçmek mi? İnanmayı bırakıp da inanmamaya geçmek zor olsa gerek. İşte o zaman “hayat tam bir mücadele” olur. İnanırken “hayat eksik bir mücadele” dir. Şöyle ki, Tanrı’ya inananlar için söylüyoruz, ne zaman zorda kaldık da Tanrı’dan yardım istemedik. “Gayret bizden yardım Tanrı’dan gelir.” demedik mi? Eksik mücadele derken bunu kastediyoruz.  Tanrısız yaşamak zor gelir bize! 

Tanrısız yaşam var mı yok mu? Nasıl kanıtlayacağız da bu kavgayı bitireceğiz? Negatif ateizmin “var olabilir fakat var olduğu kanıtlanmadığı sürece bu iddiayı kabul edemem” yaklaşımına karşı kimi Tanrı olarak ortaya çıkaracağız da “İşte bu Tanrı’dır” diyebileceğiz? Hem Tanrı ne der bu işe!

Kelamcılarımız! Tanrı’nın varlığına binlerce delil getirebiliyorlar. Akli ve nakli, işlerine ne yararsa her türlü veriyi delil olarak kullanıp savunma mekanizması kuruyorlar. Saatlerce ilahiyat fakültelerinde konuşuyorlar. Bir işe yarar mı? Fakülte binasında işe yarıyor. Aile, temelleri atmış kelamcılar da bina yapıyor. Kullandıkları deliller binayı sağlamlaştırıyor. İnanan için böyle bir değer taşıyor. Tanrılı yaşamayı öğrenen için “%100 Tanrı var meselesi” iman meselesidir. İman meselesinin iki esas anlamından birisi, tasdik demek olan ikrar ve itiraf yani kabullenip tanımak, inanmak; ikincisi de güvenmek, doğrulamak, emin olmak, boyun eğip rıza göstermektir. Yani iman “acaba tereddüdüne” düşmemektir. Buna göre %100 verdiğimiz oran %99,99 olsa adı iman olmaz. İman eden “emin olmak” ta olduğu için getirilen deliller ona mükemmel bir haz verir çünkü emindir Tanrı’nın varlığından ancak bu kâinatta din ile mesafeyi açmış bir ailede dünyaya gelen birey de delilleri çok rahat bulabilir. İki taraf da birbirine delil getirmeye başlasa bu iş “çene yormaktan öteye” gidemez yani. Boş ve zor bir çaba! Çünkü herkes sosyalleşirken yüklendiği değerleri savunacak. 

Dini/dinsiz inançlarda Tanrı varlığı başta olmak üzere herhangi bir konuda konuşmak için kişilerin hayatları gözden geçirilmeli! Hele de Tanrısız yaşamayı seçenler için… Çünkü insan maddi ve manevi iki yöne sahiptir. Bu iki yönü birbirinden ayrı düşünmüyoruz, tabi ki de bir bütündür ya da biz böyle kabul ediyoruz. Manevi kısmı yaşantıdan ve sosyalleşme ajanları dediğimiz etkilerden uzak tutmak çok zor ve boş bir uğraştır. İnsan etkilenmeye/etkilemeye açık ve maruz kalan bir varlıktır. Her hareketiyle etkiler ve etkilenir. Diyelim ki kendisini etkiye/etkilenmeye kapatmak için evden hiç çıkmasın. Bu durumda görüşleri yalnızlık üzerine çıkar. Bir şairse şiirinin teması “yalnızlık” olur. Esasında görüşlerimiz içinden geçtiğimiz ve şu anda içinde bulunduğumuz durumların yansımasıdır. 
Tanrılı yaşamdan Tanrısız bir yaşama geçen Turan Dursun’un geçirdiği devreleri yazan bir makale de bu görüşümüze destek verir. Dursun’un geçirdiği devreler “Kulleteyn” adlı kitabına göre tespit edilmiştir. İmam olan babası, annesine zulüm eder. Dursun, bir din adamına zulmü yakıştıramaz. Yani İslamiyet’in doğrularını müntesip üzerinde göremez.  Din ve dindarlık tanımları ona “hadis uydurması” teklif edildiğinde de aynı sarsıntıları geçirir ve kitaba uymayıp kitabına uyduran daha birçokları onu dinden koparır. Kitabına Kulleteyn adını vermesinin sebebi de bir mezhep görüşüne karşı gösterdiği tepkidir. Yaşadığı olaylar onu seçime doğru götürmüştür. Yani o ikinci bir sosyalleşme yerine kasları güçlenene kadar fotokopi sürecini yaşamış, kasları güçlendikten sonra sorular kendi dininden ayrılmış ve başka bir dine de geçmemiştir. Tanrısız yaşamı seçmiştir. Aslında seçime zorlanmıştır yani onun Tanrısı elinden alınmıştır. Din bunu hiç kimseye yapmamalıydı! 

Meşhur bir sorudur ki: bilimde aklı ve mantığı kullanan bilim adamları Tanrı söz konusu olduğunda neden her şeyi bir kenara bırakıp da Tanrı’yı inkâr ediyor? Akıl ve mantığın bir yere gittiği yok ki! Bilim adamları da bilimin içine “damdan düşüp” de inmiyorlar. İnkâr kazılıp tabana inildiğinde bilim adamının kendisi görünüyor. %100 tarafsızlık mümkün değildir. Özellikle sosyal bilimler alanı taraf tutmaya müsait bir alandır. Öyleyse sorumuz iki seçenekli bir soru! Ya öğrenmiş ya da yaşantısındaki sallantılardan dolayı hırsını seçim yaparak almıştır. Geriye de başka seçenek kalmıyor ki!

Gözlemlerimize dayanan kanaatimize göre de “sorun İslam’da mı yoksa Müslümanda mı? Nedir bu çekilen sıkıntılar?” sorusuna verilen cevapların neticesi de ya bir başka dine ya da Tanrısız yaşama doğru yola çıkacak. Hiçbir din müntesibine zulüm etmek gayesine hizmet etmez. İslam da bu amaca hizmet etmiyor. Belki bilerek belki de bilmeyerek din-dindar ilişkisi göz ardı ediliyor gibi! Soruyu da genelden özele çekersek cevaplar Dursun örneğine çıkar.
Netice

İnsan dünyaya gelip gelmeyeceği konusunda seçim yapamadığı gibi dünyaya nerede geleceği konusunda da seçim yapamıyor.  Hangi dinin mensubu olacağı ilk sosyalleştiği kurum ile ilgilidir. O halde ikinci bir sosyalleşme olmadığı göz ardı edilirse dinlerde doğum yoluyla artış söz konusu olur. Dini sosyalleşme aşamasını ailede geçiren çocuklar için aileler bir “dindar modeli” olduklarını unutmamalıdırlar. Unutulması halinde dini “aileden görerek” öğrenen çocukların daha sonraki yaşamlarında din konusu problem oluşturabilir. Dursun örneğini din psikolojisi açısından ele alan makaleden farklı olarak Dursun’un ilk kopuş anına kadar olan süreci “fotokopi” süreci olarak ele aldık. Bu süreçte din istemeyerek de olsa ailenin istediği şekilde yaşanmıştır. Sonrasında din ve Tanrı’nın varlığı Dursun’u ikna edememiştir. Onun geçirdiği dönemler din psikolojisi ve din sosyolojisi alanında karşılık bulacak kavramlara sahiptir. Doğuştan Tanrısız yaşamı öğrenmişlere bir sözümüz yok. Ancak sonradan bu yaşamı kazanmış olanlar üzerinde internet üzerinde yapmış olduğumuz araştırmalar sonucu elde ettiğimiz gözlemlere göre “bilgi kirliliği” var. Üstelik Turan Dursun’un adı da sıkça örneklerde geçiyor. Yanlış okumalar yapmadan önce Turan’ı anlamak gerekir. Yukarıdaki iki bilim dalından da yardım almak en uygunu olur. 

Bilim adamları konusuna gelince adamların da “insan” olduğunu unutmayacağız ve onları dünyadan koparmayacağız. Dursun, Tanrı’nın varlığını deneye tabi tutmuş ama sonuç alamamıştır. Alamayız da! Çünkü bu mesele iman meselesidir, bilime konu olacak bir ispat meselesi değildir. Esasında da Tanrı’yı reddeden bilim değildir, bilim adamının kendisidir. Varlığına dair elle tutulur bir delil bulunmasa da yokluğuna dair de bir delil yok. Tanrı’ya var demekle ya da yok demekle Tanrı ne var olur ne de yok olur. Söylenen sözler onun varlığını yokluğunu etkilemez bile!”

“Celal Şengör’ün ilgisine”
 

Yorum

Mehmet Akgün a (doğrulanmamış) Pt, 15 Ağustos 2022 - 19:39

Aslında iyi biliyoruz ki, doğmadan ve gerçekler arasındaki ucurumda dolanıp duruyoruz. Varlığı yokluğu kadar sorun olan bir kavramdır tanrı. Belli ki tek yaratan var ancak herkes tanrısını yaratma/dayatma derdinde . Sevgilerimle

Felsefe tanrısı (doğrulanmamış) Pt, 15 Ağustos 2022 - 19:45

Hocam sorun Kurandan koparilmaya çalışılan din algısına dayanıyor. Tarık Dursunun ve ötekilerin gördüğü buna benzer tutarsız eylemler. Ve bireyin terk edişi.
Düşünceyi akıl yürütme aşamasına getirene kadar çocuklara inanç dayatilmamali Kanımca. Örnek yaşamlar her zaman tercih edilendir bunu hatırlamalı. Güzel bir yazı okudum eyvallah.

Ayşe öztekin (doğrulanmamış) Çar, 17 Ağustos 2022 - 08:13

Metin harika serimlenmiş, tartışılmış, yorumlanmış. İnsan kendi varoluşunun farkında bir birey olarak algı ve yansıtması ile toplumda aynalık yapar ve sirayet ettirebilirse bu Özgür ve sorumluluk alan birey / şahsiyet varlığını , o zaman birliğe doğru yol alınabilir ve cezalandıran değil seven bir Tanrı ile sorun yaşanmaz. Din de dizsizlik de sorun olmaz.

Öğrencinizi kutluyorum. Ama keşke ismiyle yayınlasaydınız. Size de paylaşımınız için teşekkür ederiz.

Öte yandan neden Celal Şengör’ün atıfta bulunduğunuz anlaşılmadı. Özgür bireyler ve tehdide dayanmayan bir ahlaktan bahsederken Celal Şengör de çok destekleyici idi bu yazıyı.

S.D (doğrulanmamış) Per, 18 Ağustos 2022 - 13:02

Yorumlar için teşekkürler. Aile ve çevre çok etkin. Ve sonrasında nasıl bir tavır takınılacağı. Felsefe eğitimi zorunlu.
Celal Hica mesekesi yanlış bir anlama olabilir. Biz de uyandırdığı duyguya bir tepki.
Sevgiyle kalınız.

Candan atici (doğrulanmamış) Pa, 21 Ağustos 2022 - 09:34

Merhaba hocam
Siz bir ilahiyatçı olarak bu kadar rahat nasıl sorguluyorsunuz merak ettim. Bir de neden bu kadar çok tanrıdan bahsediyoruz.

S. D. (doğrulanmamış) Pt, 22 Ağustos 2022 - 16:31

Candan isimli okuyucum bir ilahiyatçı olarak nasıl bu kadar rahat sorgulayabiliyorsunuz, diye sormuş. Bir de neden Tanrı'dan bu kadar çok söz ediyorsunuz, demiş.
Sanırım biraz içine doğduğum ortamdan çokça da aldığım eğitimden ileri geliyor.
sevgiyle kalın.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.