Bize ait Eylemle Ötekine Dokunmak:Yazmak!

Felsefe

Bize ait Eylemle Ötekine Dokunmak:Yazmak!

Ümit Yaşar Gözüm

Birey ve Toplum Üzerine Düşler Kurmak: Yazının Gücü 

zorbatv.dergi

Hafızanın şaştığına, yanıldığına ya da unuttuğuna en az bir kez veya kimimiz sayısızca tanık olmuşuzdur hayatımızda. Şayet yazı bulunmasaydı, sözlü kültür taşıyıcılarının da ölümlü birer varlık oldukları gerçek olduğuna göre ne olurdu? İyimser yaklaşımla en pahalı öğrenme metodu olan deneme yanılma yöntemiyle yol alan insanlık mehter marşımız gibi iki ileri bir geri giderek mi ilerlerdi! Yazının bulunmaz Bursa kumaşı olduğu veya her şeyin çaresi odur kesin hükmüyle olmasa da; düşüncenin kalıcı kılınması, başka coğrafyalara yayılması, gelecek kuşaklara bilginin miras bırakılması bakımından uygarlıkları yaratan şeyin aslında yazının olduğunu söyleyebiliriz.

Binlerce yıl önce yapılan keşiflerin, düşüncelerin, duyguların saklanarak aktarılması, devraldığımız miras üzerine yeni araştırmalarla bilimin inşa edilmesiyle zaman kaybı önlenmiş oldu. İnsanın konuşmadan farklı olarak duygu, düşünce ve isteklerini semboller veya sembol dizinleri üzerinden ifade edebilmesi, insanın serüveninin bu büyük icadı ile kendini aştığının bir göstergesidir. Yazı keşfedilmemiş olsaydı şayet, biz kuşaklar arasılıktan, ortak kültürel mirastan, bilimsel araştırmalardan ve hiç unutulmadan sonsuza akan bir düşünceden ya da şiirden bahsedebilecek miydik! Bir de toplumlar ve coğrafyalar arası ilişkiler faslı var ki, ucu medeniyete uzanan bir labirente girmek gibi. Yazı olmasaydı şayet kalıcı bir iletişim dilinden bahsedebilir miydik! Kişiler arası, toplumlar ve milletler arası anlaşma veya antlaşmalar faslını düşünün.

Sahi böylesi bir durumda maddi ve manevi değerlerin listelenmesi, öğretilmesi ve gelecek kuşaklara aktarılması nasıl olurdu! Mimiklerin ve beden dilinin anlatım yetersizliğini düşündüğümde insanın kahin olması gerektiği gelir aklıma. Ki, kehanete inananların sonunu görünce de gülümsemekten başka bir şey gelmiyor elimden. Farz edelim ki, taş diye bildiğiniz şeyi bir başkasının adlandırmasının farklı toplumlardaki karşılığı ne olur ve ya olur muydu! Söz dizininin sınırlarının olduğunu, öyle ki, konuşma dilinin bile yazının gücüyle oluşan anlamın yüceliğinde yattığını düşününce; söz savrulur gök kubbede, yazının gücü düştüğü taş tonozları bile ısıtır demek geçer içimden. O zaman haykırırım varoluşun başlıca kaynağı onu kalıcı bir değere dönüştürmektir ki, bu yanıyla yazı sözün resmiyet kazanarak sonsuza akmasıdır diye.

İnsan kadar insanlığın da kendini gerçekleştirmek kaygısı taşıdığını ortak düşünce paydaları gösterir, onlardan anlarız ortak evrensel kaygıların varlığını. Her düşen yaprağın zamana borcu vardır. Her bahar tomurcuklanır dalında yeşilin üstüne daha yeşil olma çabası. Vakti gelince kendini bulması. Düşüncemi zorlar sıradan güncelerin, sıradan olmadığını düşünen insanları! Onlar yaşamı güven ve korku arasına sığdırmak gibi, dar düşünsel kalıpların eserleridir. Bu halde olan bireyleri ve toplumları nasıl aydınlatabilirdi yazısız insanlık.

Düşünmek, düşüncenin gücü yazınınkini aşar her zaman. Ancak düşüncenin varoluşu yazının varlığına bağlı olarak bir kimliğe, biçime bürünür. Cehalet üzerine kafa yorduğumda; tanık olduklarım yeni karanlık çağla karşı karşıyayız demekten alıkoyamaz beni. İnsanın karanlığı, yazıdan yoksun kalan beyinler, varlık nedeninden habersiz yaratığa dönüşen insanın kendi duyusal çöplüğünde boğulması değilse nedir! Yazmanın değeri, insanlığın öteki değerleriyle aynı üst katmanda, adil yerde durmalı. Çünkü yazı sayesinde vicdanlara terkedilmiş adalet yerini hukukun üstünlüğüne bırakmış. Bu da her vicdanın algıladığından çok daha fazlası ve doğrusu olarak ilkeler ve eşitlik bütünlüğünü getirmiş. Her vicdan ağır duyguların, ağır sorumluluğunu hisseder ama hak verme konusunda taraf olan vicdanları düşündükçe insanın tüyleri ürperiyor.

Kültür, sanat, tarih ve bilim alanları şüphesiz varlığını yazıya borçlu olan alanlar. Nereden yaklaşmamız gerektiğini, yazıyla oluşan terminoloji sayesinde kavrarız. Ortak bir bakış, tanıklık, aidiyet ve farkındalık hissetmemizin ardında yazıyla kurduğumuz bağ vardır.

Kültür alanı yazılı kültüre dönüşerek hızla gelişmiş, ilerlemiş ve yenilenebilmiştir. Siz kitapsız bir dünya düşünebiliyor musunuz! Ya öyle bir dünyanın parçası olmayı! Birey olamadan, sürü kültürünün içerisinde bir o yana bir bu yana savrulmayı! Peki yazıyla birlikte çeşitlenen sanatın, insan duygulanımlarında süzülerek binlerce yıl kalıcı olması ve geleceği şekillendirmesinden mahrum kaldığımızı düşünün bir an! Estetik değerin olmadığı, algıyı besleyen güzellikten mahrum ruhların dolaştığını düşünün yer yüzünde… Ne hüzün verici olurdu klasikle çağdaş arasındaki serüveni bilememek!

Ya tarih alanı; soyunun, sopunun, tankının, topunun hesabını tarih anlatıcılarına bırakmış olmayı düşürün aklınızın işleyen bölümüne! Ne korkunç olurdu tarihin gerçekliğinin bir düşmanın ağzında çarpıtılması ve bir kara lekeye dönüşmesi!

Bir de varlığını yazıya borçlu saydığımız bilim alanı var ki; yazı olmasaydı her şey insanlık için dertlenenlerin el yordamıyla yol bulmaya çalıştığı bir alan olarak kalırdı! Sanırım daha korkuncu dijital çağın yaşandığı günümüzde hala cahiliye dönemini yaşayan bir kütlenin varlığı! Ah kapıları her daim çift kilitli, saatleri hep aynı deme kurulu insan kardeşlerim… Yaşadıklarınızı ve nihayetinde yaşamın bir sonunun olduğunu düşünün. Takılıp kaldığımız o iz bırakan duraksamaların, durakların hiç mi anlamı yoktur  vicdanlarınızda…

Cehalet karşısındaki sessizliği insanlığın, nasıl da yaralıyor zavallı yürekleri…

Onların içinden geçip gidiyor en yaralayıcı, yok sayıcı oklar. Kavgalar bile yalan. İhanetle sarmalanmış aşkların göz kamaştıran düzmece mutlulukları ve asla yok edilemeyen bellekte birikmiş anılar… Tam da çağa özgü bir yanılsama. Yazısız, kitapsız ve bilgisiz; cehaletin doğurduğu umursamasızlığı mutluluk sanan yaratıklar! Ah yaşıyor olmanın efsunlu öyküsüne kapılmış sürünün parçası, ne yazıp ne okuyan ne de bunun kaygısını beyninde hissetmeden dolaşan meftalar! Herkesin yaratanı içindeki bilgiyle yol alıyorken, sormadan göçmek yok bu dünyaya bırakılış amacını.

Birey olmak ve toplum üzerine düşler kurmadan rahat yok öteki taraf dediğin bilinmezde de. Ey sen sanal dünyanın düzmece inançlarının tapınanı; söyle vicdanın sorgularından seni hangi düzmece inanç kurtaracak. Bütün hesapları vermeyi düşündüğün ötenin de bir ötesi olduğuyla beslenen cehalet ve inançtan arınmış pamuk ipliğine bağlı imanlar… Şu üç günlük dünyanın insanca hakkını veremeden yeni bir dünya inşa etmeye kalkma hevesi neden! İnsan olmak, bilginin ışığıyla dokunmak ötekinin ruhuna ve anlamsız karanlığa. Şimdi kendimize sormalı kaçımız mum olup yandık ötekinin aydınlanması için, kaçımız kapattık perdelerimizi ışığa.. Meselenin özü bu insan kardeşlerim; özüne dokunamadık insanın ve çözülme böyle başlayıp akıp gitti sonsuza….

Bize ait Eylemle Ötekine Dokunmak: Yazmak! Ümit Yaşar Gözüm Birey ve Toplum Üzerine Düşler Kurmak: Yazının Gücü Hafızanın şaştığına, yanıldığına ya da unuttuğuna en az bir kez veya kimimiz sayısızca tanık olmuşuzdur hayatımızda.

Şayet yazı bulunmasaydı, sözlü kültür taşıyıcılarının da ölümlü birer varlık oldukları gerçek olduğuna göre ne olurdu? İyimser yaklaşımla en pahalı öğrenme metodu olan deneme yanılma yöntemiyle yol alan insanlık mehter marşımız gibi iki ileri bir geri giderek mi ilerlerdi! Yazının bulunmaz Bursa kumaşı olduğu veya her şeyin çaresi odur kesin hükmüyle olmasa da; düşüncenin kalıcı kılınması, başka coğrafyalara yayılması, gelecek kuşaklara bilginin miras bırakılması bakımından uygarlıkları yaratan şeyin aslında yazının olduğunu söyleyebiliriz. Binlerce yıl önce yapılan keşiflerin, düşüncelerin, duyguların saklanarak aktarılması, devraldığımız miras üzerine yeni araştırmalarla bilimin inşa edilmesiyle zaman kaybı önlenmiş oldu. İnsanın konuşmadan farklı olarak duygu, düşünce ve isteklerini semboller veya sembol dizinleri üzerinden ifade edebilmesi, insanın serüveninin bu büyük icadı ile kendini aştığının bir göstergesidir.

Yazı keşfedilmemiş olsaydı şayet, biz kuşaklar arasılıktan, ortak kültürel mirastan, bilimsel araştırmalardan ve hiç unutulmadan sonsuza akan bir düşünceden ya da şiirden bahsedebilecek miydik! Bir de toplumlar ve coğrafyalar arası ilişkiler faslı var ki, ucu medeniyete uzanan bir labirente girmek gibi. Yazı olmasaydı şayet kalıcı bir iletişim dilinden bahsedebilir miydik! Kişiler arası, toplumlar ve milletler arası anlaşma veya antlaşmalar faslını düşünün. Sahi böylesi bir durumda maddi ve manevi değerlerin listelenmesi, öğretilmesi ve gelecek kuşaklara aktarılması nasıl olurdu! Mimiklerin ve beden dilinin anlatım yetersizliğini düşündüğümde insanın kahin olması gerektiği gelir aklıma. Ki, kehanete inananların sonunu görünce de gülümsemekten başka bir şey gelmiyor elimden.

Farz edelim ki, taş diye bildiğiniz şeyi bir başkasının adlandırmasının farklı toplumlardaki karşılığı ne olur ve ya olur muydu! Söz dizininin sınırlarının olduğunu, öyle ki, konuşma dilinin bile yazının gücüyle oluşan anlamın yüceliğinde yattığını düşününce; söz savrulur gök kubbede, yazının gücü düştüğü taş tonozları bile ısıtır demek geçer içimden. O zaman haykırırım varoluşun başlıca kaynağı onu kalıcı bir değere dönüştürmektir ki, bu yanıyla yazı sözün resmiyet kazanarak sonsuza akmasıdır diye.

İnsan kadar insanlığın da kendini gerçekleştirmek kaygısı taşıdığını ortak düşünce paydaları gösterir, onlardan anlarız ortak evrensel kaygıların varlığını. Her düşen yaprağın zamana borcu vardır. Her bahar tomurcuklanır dalında yeşilin üstüne daha yeşil olma çabası. Vakti gelince kendini bulması. Düşüncemi zorlar sıradan güncelerin, sıradan olmadığını düşünen insanları! Onlar yaşamı güven ve korku arasına sığdırmak gibi, dar düşünsel kalıpların eserleridir. Bu halde olan bireyleri ve toplumları nasıl aydınlatabilirdi yazısız insanlık.

Düşünmek, düşüncenin gücü yazınınkini aşar her zaman. Ancak düşüncenin varoluşu yazının varlığına bağlı olarak bir kimliğe, biçime bürünür. Cehalet üzerine kafa yorduğumda; tanık olduklarım yeni karanlık çağla karşı karşıyayız demekten alıkoyamaz beni. İnsanın karanlığı, yazıdan yoksun kalan beyinler, varlık nedeninden habersiz yaratığa dönüşen insanın kendi duyusal çöplüğünde boğulması değilse nedir! Yazmanın değeri, insanlığın öteki değerleriyle aynı üst katmanda, adil yerde durmalı. Çünkü yazı sayesinde vicdanlara terkedilmiş adalet yerini hukukun üstünlüğüne bırakmış. Bu da her vicdanın algıladığından çok daha fazlası ve doğrusu olarak ilkeler ve eşitlik bütünlüğünü getirmiş.

Her vicdan ağır duyguların, ağır sorumluluğunu hisseder ama hak verme konusunda taraf olan vicdanları düşündükçe insanın tüyleri ürperiyor.

Kültür, sanat, tarih ve bilim alanları şüphesiz varlığını yazıya borçlu olan alanlar. Nereden yaklaşmamız gerektiğini, yazıyla oluşan terminoloji sayesinde kavrarız. Ortak bir bakış, tanıklık, aidiyet ve farkındalık hissetmemizin ardında yazıyla kurduğumuz bağ vardır.

Kültür alanı yazılı kültüre dönüşerek hızla gelişmiş, ilerlemiş ve yenilenebilmiştir.

Siz kitapsız bir dünya düşünebiliyor musunuz! Ya öyle bir dünyanın parçası olmayı!

Birey olamadan, sürü kültürünün içerisinde bir o yana bir bu yana savrulmayı!

Peki yazıyla birlikte çeşitlenen sanatın, insan duygulanımlarında süzülerek binlerce yıl kalıcı olması ve geleceği şekillendirmesinden mahrum kaldığımızı düşünün bir an!

Estetik değerin olmadığı, algıyı besleyen güzellikten mahrum ruhların dolaştığını düşünün yer yüzünde… Ne hüzün verici olurdu klasikle çağdaş arasındaki serüveni bilememek!

Ya tarih alanı; soyunun, sopunun, tankının, topunun hesabını tarih anlatıcılarına bırakmış olmayı düşürün aklınızın işleyen bölümüne! Ne korkunç olurdu tarihin gerçekliğinin bir düşmanın ağzında çarpıtılması ve bir kara lekeye dönüşmesi!

Bir de varlığını yazıya borçlu saydığımız bilim alanı var ki; yazı olmasaydı her şey insanlık için dertlenenlerin el yordamıyla yol bulmaya çalıştığı bir alan olarak kalırdı

Sanırım daha korkuncu dijital çağın yaşandığı günümüzde hala cahiliye dönemini yaşayan bir kütlenin varlığı! Ah kapıları her daim çift kilitli, saatleri hep aynı deme kurulu insan kardeşlerim… Yaşadıklarınızı ve nihayetinde yaşamın bir sonunun olduğunu düşünün. Takılıp kaldığımız o iz bırakan duraksamaların, durakların hiç mi anlamı yoktur sizin vicdanlarınızda…

Cehalet karşısındaki sessizliği insanlığın, nasıl da yaralıyor zavallı yürekleri… Onların içinden geçip gidiyor en yaralayıcı, yok sayıcı oklar. Kavgalar bile yalan. İhanetle sarmalanmış aşkların göz kamaştıran düzmece mutlulukları ve asla yok edilemeyen bellekte birikmiş anılar…  

Birey olmak ve toplum üzerine düşler kurmadan rahat yok öteki taraf dediğin bilinmezde de.

Meselenin özü bu insan kardeşlerim; özüne dokunamadık insanın ve çözülme böyle başlayıp akıp gitti sonsuza….

Yorum

Senem Türk (doğrulanmamış) Pt, 20 Aralık 2021 - 20:05

Üstat yazınızı sanat eserini seyreder gibi okudum. Sizi okumasını önerdiğim bir arkadaşım felsefeyle şiir yazan bir filozof dedi.
Bir tek keskin kılıç gibisiniz. Yeni yazılarınızı heyecanla bekliyoruz

zorbatv Sa, 21 Aralık 2021 - 22:40

In reply to by Senem Türk (doğrulanmamış)

Sevgili Senem Türk, zarif düşünceleriniz için teşekkür ederim, Bu arkadaşınız için de geçerli. Yerinde bir tespit, felsefenin metodolojisi, sanatın dili ve düşüncenin süzgeci. Yazmaktaki amacım bu. Keskin kılıç, olmak bunu düşüneceğim. Tam tersi sanıyordum. Beyinle yürek arasında düşünsel bir yolculuğa davetti amacım insan kardeşlerimi. Sevginin, sanatın ve yazının aydınlığında buluşalım.

Atakan Şen (doğrulanmamış) Pt, 20 Aralık 2021 - 20:09

Sizi okurken her zekanın anlamasını beklemediğiniz hissine kapılıyorum.
Entelektüel bir tarzla halkla nasıl bulunacağınızı merak ediyorum. Yoksa öyle bir derdiniz yok mu.

zorbatv Sa, 21 Aralık 2021 - 22:47

In reply to by Atakan Şen (doğrulanmamış)

Herkes, herkesin insani derdi olmalı ama düşünce yolculuğunun labirentlerine takılanlarla o labirentten çıkan zekayı aynı kefede düşünmeye zorlamak haksızlık olmaz mı topluma, insanlığa ve insana! Keşke insan türü sıradan olanın üstünde bir yerde buluşabilse. Ama biliyoruz ki, bu olası değil. O zaman her yazardan, düşünürden herkes için yazmasını beklemek anlamsız olur. Derdi cehaletle olanın, sıradan olmayan akla seslenmesi, eğitmesi, ufuk açmasıdır esas olan. Ki, çoğalarak kitleyi çözebilsin. Sevginin sanatın ve yazının aydınlığında buluşalım.

Ilayda Deniz Tekin (doğrulanmamış) Pt, 20 Aralık 2021 - 20:22

Ümit Yaşar Bey
Aşkın Estetik Halleri kitabınızla tanıştıktan sonra hayata bakışım değişti.
Kapsamlı bir kitap ve aşk estetiği konusunda bir ilk .Biraz araştırdım baktım ki zor bir alan. Düşüncelerimi bilmenizi istedim. Sevgi ve selam.

zorbatv Sa, 21 Aralık 2021 - 22:53

In reply to by Ilayda Deniz Tekin (doğrulanmamış)

Sevgili İlayda Deniz Tekin, 

Buna sevindim, amacı bir ruha, bir yüreğe dokunmak olanların duyabileceği en güzel cümledir kurduğunuz.  Aşk Estetiği alanı, bir kaç disiplini arkaya alarak yola çıkmayı gerektirir. Bir sosyal varlığın üstün değerle karşılaşması, yaşaması ve yaşadığını anlaması kolay değildir. Özellikle de kavramları sıradanlaştıran aşk öyküleri, romanlar ve filmler üzerinden yaşananlar sanan bir toplumda. Oysa çok disiplinli bir alanda kesintisiz 40 yıllık bir birikimin ürünü. Akşamdan sabaha yazılmış bir ilişkiler öyküsü değil. Sevginin, sanatın ve yazının aydınlığında buluşalım.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.