Dini Yozlaşmaya Felsefe İle Bakmak

Felsefe

Dini Yozlaşmaya Felsefe İle Bakmak

Fahri ATASOY 
 

Başlıkta yozlaşma ifadesini kullanmak zorunda kaldık. Aslında yazımızı dine felsefe ile bakmak üzerine planlamıştık. Felsefeye giriş derslerinde öğrencilere insanın zihinsel etkinliklerinin önemli başlıklarından birisi olarak dini öğretiyoruz. Din ve Tanrı üzerine düşünmelerini istiyoruz. Bunu okurlarımızdan da hassaten isteyelim. İnsanlık tarihi bu konularla dolu bir hayata işaret ediyor. İlkel dinler, semavi dinler, hak dinler, batıl dinler gibi birçok konu başlığı var bu konuda. Dinler tarihi diye bir bilim alanı bile oluşmuş. Antropoloji, sosyoloji ve felsefe de bu konulara ilgi gösteriyor. 
Başlıkta yozlaşma ifadesini neden kullandık? Tarihi süreçteki yozlaşma örneklerinin içinden çıkmamız mümkün değil. Günümüzde karşılaştığımız ve hepimizi rahatsız eden örnekler yüzünden kullanmamız gerekti. Son örnek, kendisini dini cemaat olarak vasıflandıran bir grubun içinde patlayan çirkin olayda görüldü.  Bu grup İstanbul’da Fatih’te faaliyet sürdüren İsmailağa Cemaatine bağlı Hiranur Vakfı. Vakfın kurucusu şahıs 6 yaşındaki kızını 29 yaşındaki müridi ile evlendiriyor. Belli ki bunu sünnet niyetine yapıyor. Peygamberin de böyle nikâhlar yaptığına inanıyor. Bazı ilahiyat bilginleri öyle olmadığını iddia etseler de dinin bazı tarikat yorumlarında bu anlayış yaygın bir zihniyet oluşturuyor. Küçük bir kız çocuğunun reşit olmadan ve rızası alınmadan böyle bir evliliğe dini gerekçeyle zorlanması çok önemli bir problem. Durum bireysel bir olay değil bir zihniyet konusu. Böyle bir zihniyet olduğu için bu çirkinlik örtbas edilmeye çalışılıyor. Herkesin bildiği sırrı duymamış, görmemiş, bilmiyorlarmış gibi davranmaları bunu gösteriyor. Takiyyede sınır tanımıyorlar. Belli ki bu durum tekil bir örnek değil. Sadece bu örnekteki mağdur sesini duyurabilmiş. Kim bilir duyulmayan, görülmeyen, bilinmeyen dört duvar aralarında ne rezillikler yaşanıyor. Rezillikler dini bir aldatmacayla perdeleniyor. Yozlaşmanın odak noktası burada düğümleniyor. 
Aslında yozlaşmanın temel sebeplerinden birisi dine bakış açımızda. Dolayısıyla dine felsefe açısından bakabilmek meseleyi biraz çözüm yoluna sokar. Felsefe denince bazı insanlar ürküyor. Acaba felsefe dinsizlik mi getirir diye. Hâlbuki felsefe bir yöntem ve hayat tarzı olarak hayatımıza doğruluk ve anlam katar. Filozofların birbirinden farklı felsefi cevapları ve iddiaları olabilir. Bu durum felsefenin doğasının bir gereğidir. O zaman felsefenin doğası diyebileceğimiz özelliklerini hatırlamakta fayda var. Birincisi felsefe belli bir konu üzerinde düşünmektir. Bu düşünme daha doğru anlamaya yönelik bir sorgulama biçimindedir. Bir bilgiyi hemen kabul etmek yerine gerçekliğe uygunluğu bakımından sorgulamak ve hakikate ulaşmak felsefenin temel görevidir. Herkes bunu yapabilir ve farklı sonuçlara ulaşabilir. Burada da tartışma ve eleştirme devreye girer. Hakikate ulaşmanın en uygun yollarından birisi de bu tür yaklaşımlardır ve bunu hayatımıza felsefe kazandırır. İşte dine bu yaklaşım içinden bakmak doğruya ulaşmada son derece önemlidir. 
Dine sorgulama, eleştirme, tartışma yöntemiyle yaklaşmayı önerince zihninizden geçen tepkileri duyar gibiyim. Hepimize ezberletilen kalıp bilgi “din itaat ve teslimiyet gerektirir” şeklindedir. Bazen bu tepkiler dile gelmeden duyulur. O kadar çok görülür ki artık kanıksarsınız. Hâlbuki tam da din bu felsefenin önerdiği sorgulayıcı bakış açısına muhtaçtır. Mutlak varlık Tanrı hakkında ve Tanrı’nın buyrukları hakkında hakikate ihtiyacımız olduğu bir gerçektir. Hakikate bizi götürecek yöntem ise Tanrı’nın bize verdiği zihin-akıl yeteneğidir. Yani sorgulayıcı ve eleştirel düşünme… Bir insan çıkıyor ve “ben peygamberim, Tanrı’dan size haber getirdim” diyor. Ne yaparsınız bu durumda? Önce düşünürsünüz sonra karar verisiniz değil mi? Aklın süzgecinden geçirmeden ikna olmazsınız. Aklınıza yatacak olursa ve sizi ikna edecek işaretler varsa bu habere itibar edersiniz. Sonuçta iman edersiniz veya etmezsiniz. İman etmek tamamen bireysel bir düşünme eylemdir. Tanrı kimseyi zorla iman ettirme derdinde değildir. Bunu peygamberine doğrudan ifade etmektedir. İman etmek insan için bir kazançtır. Manevi ve mutlak olan bir yaratıcının varlığı hakkında bilgi sahibi olmak insanın hem bireysel hem de toplumsal hayatında önemli katkılar sağlayacaktır fakat uygulamada büyük problemler çıkmaktadır. Yozlaşma da bunların bir sonucudur. 
Dünyada en yaygın olan üç semavi (ilahi) din Tanrı’nın varlığı, peygamber ve kitap ile şekillenmiştir. Buna göre semavi dinlerin üç kutsalı vardır ve sadece bunlara şüphe duymadan iman beklenir. İman etmesi beklenen insan bireydir. İmanın muhatabı BEN’dir. İman edilen bilgi çeşidi vahiy olarak adlandırılır ve dogmatik olarak kabul edilir. İnsanın metafizik alanla ilgili merakını ve ihtiyacını karşılar. Bu konuda Süleyman Eryiğit’in “İnsanın Metafizik Anlam İhtiyacı ve Din” (Net Kitaplık 2022) isimli kitabından faydalanılabilir. 
İslam dininde Allah, Muhammed ve Kuran kutsaldır. Özellikle vahiyden gelen Kuran ayetleri nas olarak kabul edilir. Tartışmasız iman edilmesi beklenir. Emir niteliği taşıyanlara uyulması beklenir. Ama ayetlerin hikmetinin anlaşılabilmesi için üzerinde düşünülmesi gerekir. Düşünmek zaten Kuran’da emir ve tavsiye kipinde sık sık hatırlatılır. Ayetlerde “akletmez misiniz”, “düşünmez misiniz”, gibi çok sayıda uyarı vardır. Anlamak için düşünmek ve pek çok unsur ile bağlantı kurmak gerekir. Bireyin tek başına bu süreci takip etmesinin zorlaştığı noktada dini bilimler devreye girer. Dini bilimler alanında çalışan âlimler-bilgeler ise konu üzerine yorumlamalar, akıl yürütmeler ve hatta tartışmalar yapar. Aslında bu safhada din hayata nüfuz etmiş ve insanileşmeye başlamıştır. Bu noktada bilerek veya bilmeyerek biraz bilim biraz felsefe işin içine girmiş durumdadır. Artık üretilen yeni bilgiler, başlangıç noktası vahiy olsa da iman gerektiren özellikten çıkmıştır. İşte İslam dünyasında en önemli problem burada düğümlenir. Her yorumcu kendi kanaatlerine iman bekler hale geldiğinde problem katmerleşir. Kurumsallaşan bilim alanlarında insanlar tarafından üretilen bilgiler iman edilmesi gereken vahiy bilgileri gibi sunulur ve muamele görür. 
İslam dini bünyesinde vahiy sonrası ortaya çıkan belli başlı bilim alanları fıkıh, kelam, siyer, hadis gibi sıralanabilir. İslam tarihinde felsefe de bunlara dâhil olmuştur ama Gazali’nin Tehafüt-ül Felasife (Filozofların Tutarsızlığı) eserinden sonra dışlanmıştır. Tasavvuf ise İslam dünyasında çok yaygın bir din yorumu olmasına rağmen bir bilim veya felsefe disiplini haline gelememiştir. Bugün tarikat adı verilen mecralarda tasavvuf adı altında ilim yaptıkları söylense de farklı değerlendirilmelidir. Çünkü tasavvuf mistik bir yolculuk önerir ve bu yolda yürüyebilmek için çok özel bir terbiye gerektirir. Bugünkü tarikat adı altındaki grupların en büyük problemi bu mahiyetten çok uzaklaşmış olmalarıdır. Hele son zamanlarda gündeme düşen ve tasavvufun nefs terbiyesine tamamen zıt, kamçılanmış şehvet arzuları tasavvufa yakışmaz. Tasavvuf bambaşka bir dünya hayal ederken bu dünyanın malına mülküne arzularına mesafe koyar. Günümüz tarikatlarının mala, mülke, nefse düşkünlükleri görülünce büyük infial yaratması son derece normaldir. Sıradan bir insanın yaptığı hatalar bu kadar büyümeyebilir ama derviş gibi görünmeye çalışan insanların arzularının peşinde olması büyük çelişkidir.  Altı yaşındaki kız çocuğunun başına gelenler bu çerçevede değerlendirilebilir. Tarikatın kendisinin zaten vahiye dayalı bir kurum olmadığı problemi bir yana, bir de insani olmayan tarzda şehvete düşkünlük büyük bir rezalete yol açmaktadır. 
Dini bilimler alanında üretilen bütün bilgiler tartışmaya açık olmalıdır. İman konusu olmamalıdır. Nihayetinde insan faktörü devrededir ve eksikleri, zaafları, hatalarıyla yorumlar yapmaktadır. Mutlak olması beklenemez. Kim ki kendi yorumunu veya hocasının içtihadını mutlak görür ve iman edilmesini beklerse problem oluşturur. İslam dünyasının çıkmazı buradadır. Buna tasavvuf alanındaki öne çıkan şahıslar da eklenince problem daha da büyümektedir. Muhtemelen tasavvuf alanında kendisini ermiş zanneden ve Tanrı ile doğrudan irtibat kurduğunu ima eden yapılar problemin odak noktasını oluşturur. İslam tarihinde dini hayatın ana tartışma konusu belki de bu konu olmalıdır. Vahiyden sonra ortaya çıkan ve dini bilgi olarak sunulan fıkıh, hadis, tasavvuf gibi bilgiler iman gerektirir mi? Felsefe ile konuya bakacak olursa sadece dogmatik bilgi iman konusudur. Onlar üzerine de düşünmek Allah’ın emridir. Diğer dini bilgiler ise tartışmaya açıktır. 
Dini alandaki felsefe ile tespit edebileceğimiz problemler bir kısa yazıya sığmayacak kadar geniş ve çok boyutludur. Uzun bir tarihi süreçte yapılan tartışmalar, üretilen bilgiler ve son asırlarda sadece ezberlenerek tekrarlanan bilgiler ayıklanmayı beklemektedir. Felsefeden öğrendiğimiz düşünme, sorgulama ve eleştirme süzgecinden geçirmeden doğruluğa ulaşmak mümkün değildir. İslam dünyasında farklı yaklaşım ve ekollerin, birbirini tekfir ederek verdikleri kıyasıya mücadelesini Süleyman Uludağ’ın “İslam Düşüncesinin Yapısı” (Dergâh Yayınları) kitabından ayrıntılı bir şekilde okumak mümkündür. 
 

Yorum

Selma Pekşen (doğrulanmamış) Per, 15 Aralık 2022 - 23:59

Hocam sabırsızlıkla beklediğim yazınızı okumak keyifliydi ve maalesef hüzünlüydü.& yaşındaki kız çocuğunun, oyun çağındaki bir çocuğun yetişkin kategorisine konulması ve bunu din adına uygun düşünülmesi maalesef cehaletin,akılsızlığın timsalidir.Sizin yazınızda söz ettiğiniz ve bizlere ısrarla vurguladığınız düşünmek eylemi insana bahşedilmiş en güzide yetidir.İnsanı diğer bütün canlılardan ayıran özelliği düşünmek ve mantık yürütmektir.Akli olan her insan bu durumu görüp farkındalık yaratmalıdır ki İslam dini sevgi ve bilgi dinidir.Hangi akılla din adına böyle kararlar alınıp uygulanabiliyor ve kabullendiriliyor? Tanrının kutsal kitabı Kuran'dan doğru bilgiyi okumak ve bunun üzerine düşünmek hiç mi akıllarına gelmiyor bu cahil insanların da körü körüne bu tip cemiyetlere yada tarikatlara inanıyorlar.Tasavvufun bir itibarı vardır ve amacı nefsinin isteklerine boyun eğmemeyi öğretmektir.Öyle değil mi ki koskoca Bursa kadısı Mahmut Hüdai Bursa sokaklarında ciğer satmayı kadılığa tercih etmiştir.Amacı kendi menfaatleri doğrultusunda mıdır? Bugün din kisvesi giydirilmiş bir çok sapkınlığın temelinde menfaat ve kişisel çıkarlar yatar olmuş. Dediğiniz gibi yozlaşma söz konusudur hemde ciddi bir yozlaşma vardır. Bu gidişat tıpkı Orta çağ Katolik kiliselerinin yaptırımlarını andırıyor.Her ne kadar modernleşen dünya düzeni akıl yürütmeyi beraberinde getirmiş olsa da cahil bir kitle hala var maalesef. En acınası durum ise din adına yapılan bu yanlışların en çok gençliği dinden soğutmaya itelediği görülüyor. Bizim dinimiz düşünmeyi emreden ayetlerle doludur bunu anlamakta yada kavramakta ısrarla geri duranın insan dışı canlılardan farkı yoktur kanımca. Saygılarımla...

Dilek Cansu (doğrulanmamış) Cu, 16 Aralık 2022 - 09:55

Hocam toplum bilim bize kitlelerin sizden farklı düşünmediğini söylüyor. Ancak bir farkla siz ifade etme cesaretini gösteriyorsunuz, kitle ise her zamanki alışkanlıklarına yani susarak halının altına supurmelerinden birini daha oynuyor.
Ne iyi sizler varsınız

Kızgın Şef (doğrulanmamış) Cu, 16 Aralık 2022 - 09:58

İlahiyatçılar suskun Allah adına din satan şarlatanlar da . Çıkın ve bu dinin buna rızası yoktur deyin. Deyin ki millet ne olup bitmediğini bilsin.

Konuk (doğrulanmamış) Cu, 16 Aralık 2022 - 12:50

Selma hanım teşekkür ederim. Konu biraz hüzünlü ve dertli. Yazacak çok şey var. Biz üzerimize düşeni yapmaya çalışacağız. Senin vurguladığın gibi "Tanrının kutsal kitabı Kuran'dan doğru bilgiyi okumak ve bunun üzerine düşünmek hiç mi akıllarına gelmiyor?" ise biz akıllara getirmeye çalışırız. Selam ve sevgiler

Konuk (doğrulanmamış) Pa, 18 Aralık 2022 - 22:53

Hocam güzel bir makale. Merakım İslama dayandığı ima edilen bir konuda vicdanları tatmin edecek bir dini otoritenin çıkmaması.
Kolaylık diliyorum

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.