Felsefe, Zorbalık ve Kazancakis
Hasan Bacanlı*
Felsefe farklı düşüncelerin “cirit attığı” bir alandır. Bence felsefenin önemi başkasının attığı “cirit”i ciddiye almaktan geçer. Felsefenin özü başkalarının düşünceleriyle gelişmektir, diğerlerinin düşüncelerini kendi düşünceleri için ufuk açıcı, yol gösterici, (olumlu anlamda) eleştirici ve böylelikle olgunlaştırıcı olarak görmektir.
Türkçe veya Türkiye’de felsefe olup olmadığı tartışmaları genellikle dile, yani Türkçenin yetersizliğine bağlanır. Bence bu yanlış bir düşüncedir. Çünkü bana göre “Türkçe mübarek bir dildir” ve her dil gibi kendi felsefesini içinde taşır. Türkçeyi bilmeyenler Türkçe felsefe yapılamayacağını iddia ederler. Neyse bu ayrı bir konu. Türkçe felsefe yapılamayacağını söyleyenlerin haklı oldukları nokta dil ile değil, ortam ile ilgilidir. Kimsenin başkasının düşüncesini anlamadığı veya ciddiye almadığı bir ortamda felsefe de düşünce de gelişmez.
İslam dünyasında felsefe var mıdır? İslami bir felsefe olanağını (islami felsefenin olamayacağını, İslam’ın felsefeye alan açmayan bir din olduğu düşüncesini kastediyorum) sorgulamayı bir kenara bırakarak, İslam dünyasında var olan bir düşünce alanından söz ediyorum. Bu soruya “evet” cevabını veririm.
Bu cevabımın nedeni ise örneğin tehafüt geleneğidir. Gazali’nin Tehâfütü’l-felâsife’sine karşı İbn Rüşd’ün Tehâfüt Et-Tehâfüt kitabını yazabilmesidir felsefe. Yani düşünürlerin birbirlerine karşı almış oldukları tavırdır. Yoksa her dilde her zaman birileri düşünceler serdeder. Bunların felsefe olabilmesi bence başkalarının onları hesaba katıp, onları ciddiye alıp, o düşünceleri eleştirebilmesinde ve olgunlaşmasına ve gelişmesine katkıda bulunabilmesinde gizlidir. Türkiye’de felsefe yoksa, felsefecilerin “birbirlerinin kuyruğuna basmaktan kaçınma”ları yüzünden yoktur.
Batı düşüncesinde eleştiri ve hesaba katma geleneğinden dolayı felsefenin varlığından söz edilebilir. İnsanların hala kendilerini Eflatun – Aristo çizgisinde bir yere konumlandırarak başlamaları bunun en açık kanıtıdır. İlginç bir örnek olay olarak (tehafüt geleneğine benzetirim) Pierre-Joseph Proudhon’un Sefaletin Felsefesi kitabına karşı Karl Marks’ın yazmış olduğu Felsefenin Sefaleti kitabıdır. Bu noktada belki birilerinin Zorbalığın Felsefesi’ni, başkalarının da Felsefenin Zorbalığı’nı yazması beklenebilir. Benim burada yapmak istediğim ise zorbalığın anlamı. Eğer zorbalığın bir felsefesi varsa (ki bence vardır), bunu zorbalığı anlayarak ortaya çıkarabiliriz.
Zorba kelimesinin kökenine baktığımızda Farsça olduğunu görüyoruz. Zor-baz (zorlukla oynayan) kelimesinden geliyor. Zor kelimesinin ise Sanskrit’e kadar giden kökenleri var.
Zor kelimesi isim mi, sıfat mı? Zor kelimesi aslında isim. Ama Nişanyan’ın açıklamasına göre, güç kelimesinin hem isim hem sıfat olması nedeniyle, zor kelimesi de hem isim hem sıfat anlamı edinmiştir. Zor kelimesinin sıfat anlamı ağır basıyor. İsim için zorluk kelimesi kullanılıyor. Zor kelimesinin bu serencamını bir kenara bırakarak zorba kelimesine geçebiliriz.
Zorba zor-baz’dan dilimize geçmiştir. Zor-baz kelimesinin sonundaki z sesi düşmüştür. Zorba kelimesi TDK sözlüğünde “Gücüne güvenerek hükmü altında bulunanlara söz hakkı ve davranış özgürlüğü tanımayan (kimse), müstebit, mütegallibe, despot, diktatör” olarak tanımlanıyor. Yani günümüzde zorba otoriter ve baskıcı kişiler için kullanılmaktadır. Oysa kelimenin orijinal anlamı farklı bir anlama geliyor. Kubbealtı Lügatı’nda şöyle bir açıklama veriliyor:
1. Kuvvetli, güçlü kimse: Yolun baççısıyım hem zorbazıyım / Ben de Köroğlu’nun Han Ayvaz’ıyım (Köroğlu).
2. Vücut kuvvetine dayanarak hüner gösteren kimse: Kol hâlinde yaşayan ve icrâ-yı san’at eden şa’bede-bazlar arasında mühim bir kısmını da cambazlar, hokkabazlar ve kuvvet oyunları gösteren zorbazlarla hayvan oynatanlar teşkil eder (Refik Ahmet). Cambaz, hokkabaz, zorbaz, şîşebaz, destibaz gibi sayıya hesâba gelmeyen sanatkârlar bir kolbaşının idâresinde hüner gösterirlerdi (Sâmiha Ayverdi).
Görüldüğü gibi, zorba kelimesi aslında “güçlükle, zorluklarla oynayan kişi, gücüyle sanat icra eden kişi” anlamına gelir. Zorba güçlüklerle oyun oynayabilen kişidir, onlarla “kedinin fare ile oynadığı gibi” oynar.
Bu anlamda baktığımızda, herkesin zorba olması gerekir. İnsan dünyadaki hayatında birçok güçlüklerle karşılaşır. Onlarla oynamayı beceremeyen kişiler bu zorluklar tarafından alt edilirler, yenilirler ve başarısız olurlar. Dolayısıyla zorbalık bir beceridir: problemlerle başa çıkma beceresi. Psikolojide ve eğitimde de bireylere verilmesine önem verilen bir uygulama vardır: Problem çözme becerisi eğitimi. Dolayısıyla zorba bu eğitime artık ihtiyacı olmayan kişidir. Zorba güçlüklerle başa çıkmayı bilen ve yapabilen kişidir. Yani kelimenin asıl anlamıyla zorba zorluk çıkaran değil, zorluklarla (kolaylıkla) baş edebilen kişidir.
Zorba kelimesi ile ilgili olarak zikredilmesi gereken kişi ise Kazancakis’tir. Zorba adlı romanında aslında gerçek zorbalığın ne olduğunu, zorbalığın yaşam felsefesini anlatır. Başrolünü Anthony Quinn’in oynadığı Zorba filmi de klasik bir filmdir. Bana göre Anthony Quinn’in de en iyi filmlerinden biridir. Zorba’nın felsefesi şu sözlerden kaynaklanır:
Komşumuz ihtiyar bir Türk olan Hüseyin Ağa çok yoksuldu, hanımı, çocukları da yoktu. Akşam eve geldi mi, avluda diğer ihtiyarlarla oturur, çorap örerdi. Ermiş bir adamdı Hüseyin Ağa. Bir gün beni dizlerine aldı; hayır duası eder gibi elini başıma koydu; 'Aleksi' dedi, 'Bak sana bir şey söyleyeceğim, küçük olduğun için anlamayacaksın, büyüyünce anlarsın. Dinle oğlum, Tanrı'yı yedi kat gökler ve yedi kat yerler almaz; ama insanın kalbi alır, onun için aklını başına topla Aleksi, hiçbir zaman insan yüreğini yaralama.'
Kimseyi incitmeye göze almadan, hayatın sıkıntılarıyla oynayan kişidir Zorba. Kimseyle sataşmaz, ama hayata karşı tavrını da sürdürür. Onun için bir şeyi anlamanın yolu oynamaktır: patronuna “Ah bre Patron, o dediklerini raks edebilseydin de, ben de anlasaydım!” der. Başkaları için başarısızlık olarak görülebilecek durumlarda bile tavrını değiştirmez. Hayatın karşısında oyununu oynar. Anthony Quinn’in filmin sonundaki oyunu da bunun harika bir gösterimidir: Başarısız bir girişimden sonra bile, Zorba sirtaki oyununu oynar.
Kısaca, zorba günümüzde otoriter ve zorla baskı kuran kişi anlamı edinmişse de, asıl anlamı güçlüklerle oynamayı başarabilen kişidir. Hayatta herkesin yapması gereken bir şeydir. Zorbalık yapılması gerekeni bilmektir, sorunlara çözümler bulabilmektir. Bu çözümleriyle hem kendi hayatını hem de başkalarının hayatını kolaylaştırabilme çabasıdır. Aleksis Zorba da roman boyunca bunu yapar.
Zorbanın felsefesi başkası üzerinde hakimiyet kurarak onlara güçlük çıkarmak değil, hayatta karşılaşılan güçlüklerle kolaylıkla başa çıkabilmektir, onlarla oynayabilmektir. Hatta böylelikle başkalarının hayatını da kolaylaştırmaktır. “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın” der hadis. Zorba kolaylaştıran kişidir.
* Prof. Dr., Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Yorum
Görüş
Kimsenin başkasının düşüncesini dikkate almadığı ortamda felsefe ve düşünce gelişmez tespitiniz ulkemizle nasılda örtüşüyor.
Kimse ötekini dinleme gereği soylenilenleri anlama sorgulama gereği duymadan saldırıyor. Bu akademik dünyada zirvede. Topluma ne Söyleyebiliriz
Öğrenme
Sayın Bacanlı, Güçlüklerle oynamayı beceren kişilik ile başkaları üzerinde baskı kuran kişi arasındaki uçurumu öğrendim yanınızdan. İlk başta biraz soğuk kaldım. Sonra dergideki yazılardan büyük ironiyi yakaladım.
Yazınızda pekistiricisi oldu.
Bir sözcüğün bu kadar anlam değiştirmiş olması ilginç. Teşekkürler
Hocam işlemin felsefeye alan…
Hocam işlemin felsefeye alan açmadığı düşünsenize katılmakla birlikte bütün dinlerin alanlarını koruma adına düşünen bireye hatta düşünceye tahammülü olmadığını dinler tarihinden biliyoruz.
Bu yanıyla İslam kültür dünyasında güçlü filozoflar yetişmiştir adına rağmen İslam felsefesi zorlama bir tanımlamadır. Tıpkı Hristiyan felsefesi olamayacağı gibi.
Felsefe sorgular dinler ise kabul esasına dayanır. Allaha emanet olun.
Yeni yorum ekle