Felsefi Denemeler

Felsefe

Felsefî Denemeler

Yazı ihanettir, der Platon. Çünkü der, yazı sözü öldürür. İhtimal, Platon sözdeki canlılığın yazıya aktarılamadığını anlatmaya çalışıyordu. Gerçekten de yazı, sözü öldürür mü? Belki. Yetirince gelişmemiş bir yazı ile söz, elbette, taşınamayacaktır. Belki de yazı, ne kadar gelişmiş olursa olsun sözü taşıyamayacaktır. Lakin insan denen canlı, yazıdan ve yazmadan vazgeçmeyecektir.

Yazı sözü öldürür mü? Belki. Belki de yeniden dirilmek için önce ölmek gerek…

Bu ayki yazımda görece uzun yıllar önce yazıda ölen düşüncelerimden kesitleri paylaşmak istedim. Düşüncelerim, sözlerimdir. Sözlerim ise yazılarım.

İnsan ve Acı

İnsan denen aciz varlık, genelde iki sebepten dolayı acı çeker. Bunlardan ilki, kendi eliyle yapıp ettiklerinin zorunlu bir sonucudur. Bu hal, yani kendi elinle kazdığın kuyuya düştüğünde çekilen, tartışmasız bir acıdır. Eğer bu acı sayesinde olgunlaşma yoluna açılan bir kapı bulunabilirse girilen yol, kişiye acıya sebep olan ikinci sebebi fark ettirecektir. Fakat kişiyi ikinci sebebe götürücü kapıyı bulabilmek her kişiye değil er kişiye nasip olur. Ya de her kişinin değil er kişinin işidir. İnsanların ekseri, er kişi olamamaktan dolayı kendi yapıp etmelerinin zorunlu sonucu, duçar kaldıkları sıkıntıların acısı içinde, bulmaları gereken kapıyı bulamadıklarından fasit bir dairede bocalar dururlar. Bu çukura düşen mustaripler, ya şahsiyetlerini, değişen tavırları ile değiştirme sevdasına kapılırlar ya da kendilerini sıkan şeyi unutarak veya unutmaya çalışarak acılarını dindirmeye uğraşırlar. Bazen de heder olur giderler yapılan yanlışın acısı altında. Er kişi ise, yaptığı yanlışın onu sevk ettiği sonuçta, içine düştüğü acıda bir adım daha atar. Bu adım, bulunması gereken kapının önüne getirir er kişiyi. Artık o, her kişi değildir. Er kişi o kapıdan içeri dalacaktır. Bu ikinci adımdır. Acının anlam kazandığı, ıstıraba tekâmül ettiği bir çile yolunun başlayışıdır bu ikinci adım. Bu hal, artık bir arayış bir sorgulayıştır. Kendini arayış ve aynı zamanda bir sorgulayış tahammül sınırlarını zorlayan bir ıstıraptır bu hal. Bu çiledir. Artık çekilen, duyulan, hissedilen kişinin kontrolünden çıkmıştır. Bunu sen kendin istemişsindir. Vardığın nokta ve ermeğe çalıştığın nihai nokta yolcuyu çoktan açmıştır. Bu, er kişiye sunulmuş bir lütuftur aslında. İsyanda itaati bulduğun demler bu yürüyüşte gizlidir. Kavgaların barışa evirileceği bir serencam bir güzergâhtır bu. Er kişi olmak da yetmez bazen bu yolda, menzile varmak sonsuza ermek için. Istırap ve çile yoğurdukça garibi ve anlayınca bu halin ona lütfedilmiş bir kader olduğunu; durmasını bilmelidir kader dairesinin üstünde. Mukim bir yer tutup direnince ve kabullenince her şeyi; dalacağı ruh hali, ıstırabın ve çilenin doğuracağı mahzunluktur. Hüzün öylesine anlamlı bir kavramdır ki, tam anlamı ile izah edilemez. Hüzün ve onun yaşanması mahzunluk, mahzuniyet. Bu hal, dile getirilemez. Yaşanır. Bu hali duyuş ve doya doya yaşayış, içsel hareketin belirli bir olgunluğa erdiği ve davranışa geçmen gerektiğini kişiye fısıldar. Artık yolcunun bazı zamanlar, kendisiyle cedelleşmeyi bırakıp diğerlerine açılacağı vakit gelmiştir. Bu kıvama gelmeden dışa doğru yapılan pek çok hareket akim kalacaktır. Anlatmak istediğini anlatamamanın verdiği olumsuz bunalım, kişiyi dönme dolap gibi aynı çarkın içinde döndürüp duracaktır. Ve dedirtecektir zaman zaman ‘Melali anlamayan nesle aşina değilim.’(A. Haşim).Bunun akabi, geri çekilmektir. Ve kapana kısılma; yumurtayı kıramayan kabuğa takılıp kalan bir civcivin haline düşme. Bu durumda bahtsız garip, bilge bir anaç tavuğa ihtiyaç duyar. Bu da olsa olsa bu yollardan geçmiş bu hallerden haberdar bir dost eli, bir yol gösterici olmalı. Garip, bu noktada şunun farkında değilse ki çoğu zaman da olmaz,  bazı anaçların kabuğu didiklerken farkında olmadan civcivceğizin kafasını gözünü parçalayıp civcivi heder ettiğini,  heder olur gider arada.

Güzel Çirkin

Hayatı, dünyayı, duyguları, olayları velhasıl hakkında lakırdı yapılabilen her şeyi, daha ziyade olumsuz bir perspektiften okumak; biz divane zavallı insan için daha kolay olmalı. Üç kelimemizden ikisi bir şeylerin yolunda gitmediğini anlatmıyor mu? Doğrudan bir çıkar beklemediğimiz durumlarda; muhatabımızı, övmekten ziyade yermiyor muyuz? Neden bu kadar çok küfrediyoruz? Niçin hep çirkini, olumsuzu, hoş olmayanı görüyoruz? Acaba ‘güzeli görmek’ çok mu zor? Yoksa biz işin kolayına mı kaçıyoruz? Görünen o ki, ‘çirkini görmek’, ‘çirkinden konuşmak’ bize daha kolay geliyor. Biz garip insanoğlunun içinde olduğu çelişkilerden birisi de işte bu perspektif. Sorulunca; güzeli, iyiyi, hoş olanı isteyen ve dileyen insan, arzu ve temenninin dışına çıkar çıkmaz; neden o güzel isteklerine ihanet ediyor? Ya o, ne dediğini ne istediğini bilmiyor ya da samimi değil. Güzeli arzulayan, neden güzeli değil de çirkini görüyor? Sorular, sorular... Soru içinde sorular... Soru içinde cevaplar... Belki de ‘her şey zıddı ile kaim’ ya; insanı güzeli istiyor, isteğine vasıl olabilmek için, ilke gereği, güzelin zıddını dile getiriyor; çirkinden bahsediyor, çirkinin hoşnutsuzluğunda güzeli görüyor. Veya hiçbirinin farkında değil, öylesine çoğunluğa uyup takılıp gidiyor.

Bilme Arzusu

İçimdeki kurt beni yiyip bitiriyor. Sınırsız bir bilme arzusu. Sağduyum, bazen tahrip edici olan bu bilme iştiyakına dur demem gerektiğini bana hatırlatıyor. Ama nedense bu uyarıya kulak asmıyorum. İnsan bilgisi, duyuların sorumluluk imkânları içinde mi bırakılmalı? Sanırım bu daha güvenli. İnsan, er ne kadar sonsuzluğu içinde taşısa da sonsuzun bilgisine kendi gayretiyle bihakkın eremiyor. Kendini frenleyemezse kaygan bir zeminde gidip gelmeye başlıyor. Ayağını sağlam basamıyor. Bu hal uzun sürerse tereddütler, endişeler ve bocalamalar başlıyor. Artık genelde anlaşılmaz bir hırsın tutsağında bilinmezi ya da bilinemeyeni bilmeye erişilemeyene erişmeye çalışıyor. Bunun neticesi enerjiyi, zamanı ve daha pek çok kıymeti ürüne dönüştüremeden zayi etmek. Emek heder oluyor. Oysa bizi bizden daha iyi tanıyan biri,  ‘Hakkında kesin ilmin olmayan şeyin ardına düşme.’ diyor. Ama bu tavsiyeyi nasıl anlayacağım. Hakkında kesin bilgim olmayan o kadar çok şey var ki... Beni boşluğa savuran, çıkmaza sürükleyen, bilme hırsı ile bunaltan bu cahilliğim. Oysa cehalet, kurtulunması gereken bir hal. Başta bana bu tavsiyeyi yapanı ne kadar tanıyorum. Beni benden iyi biliyor diye balıklama atlamalı mıyım onun her işaret ettiği göle? Bu, kolay iş değil. Kemali gerektiriyor. Katışıksız bir teslimiyet istiyor. En azından bilemeyeceğimin bilgisine sahip olmalıyım. Yoksa bu bile lüks mü? Açılım bu mealde olunca iman ne kadar da zorlaşıyor. Takılıp kalıyorsun yakine ermemiş tatsız bir inançta...

…..

Her bir okuyucunun bayramını kutlarım.

Süleyman DÖNMEZ

Yorum

Aykut Can (doğrulanmamış) Pa, 16 Haziran 2024 - 16:30

Süleyman Hocanın kaleminin deneme türünde de ne kadar güçlü olduğunu gördüm.
Sayın Hocamın bayramını kutluyorum .

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.