Güzel, Estetik Değer ve Eser Üçgeninde Sanat!
Ümit Yaşar Gözüm
Üstat Herakleitos bin beş yüz yıl ötelerden ‘Bilgelik ayrı düşmektir her şeyden!’ diye buyurur antik Efes’ten! Zor iştir, az okuyup daha çok konuşan toplumlarda kavramların onurunu korumak. Gün olur kalabalıkların tartışmalarının orta yerine düşüp, ‘anlama’ eyleminden ziyade cevap yetiştirme derdine düşmüşlerin arasında ayrık otu gibi hissedersiniz. Eksikliğin kimde olduğunu sorgulamadan, aynı dili konuşmadığınızı, hatta genel geçer kavramın anlamından habersiz ‘dijital çağın bilgeleri’ ile karşılaştığınızı bile düşünürsünüz! Günlük sohbetlerde dilin sınırlarını zorlamak bir yana, onun sağladığı imkânları dahi kullanmaktan uzak sıradanlığın, bütün alanları esir aldığını hissettiğinizde ayrı düşersiniz her şeyden!
Herkesin kendi doğruları ve cevaplarının olduğu yerde, ortak akıldan bahsetmek imkânsızlaşır. Her bireyin düşüncesi ölçüsünde şüpheleri, akıl yürütmeleri, kaygı ve inançlarının doğrultusunda söyleyeceklerinin olması insani bir haktır. Ancak bu sadece düşünmekten uzaklaşan insanın daralanında gelişen, kısır döngüden ibaret kalır.
Nereye kadarı bireysel hak, nerede başlar ötekini yanıltmama hakkı! İnsanın bu ihtiraslı yanı; sezgi ile sınırlı kalmadan, bir yöntemin süzgecinden geçirilerek, özellikle de mantıkla çelişmeyen savlara (tez) dönüşene kadar!
Yeni yeni ortaya çıkan, sanata karşı duruşun ardındaki örgütlü cehaletin anlamsız ve yöntemsiz hıncı, bütün toplumları sarsıyor! Onun için, sanatın karşı durduğu yöntemsizlik toplumsal aklın en derin sorunudur!
İşte sanatın bütün alanlarında karşımıza çıkan açmazların kaynağı, kavram felsefesinin, sanat felsefesine yüklediği sorumluluğun altına girmek istemeyenlerin yarattığı hezeyanlar. Bundan nasibini alan kavramların öncülleri de ‘güzel-estetik/değer ve eser’!
Gerçeğin bizdeki karşılığı nedir? Diye sordunuz mu hiç! Ben yoksam, güzel mekânsız ve zamansız bir bırakılmışlık yaşar mı? Güzellik duygusu ‘kozmik evrensel’ bir duygudur dediğimizde, asıl soruyu oluşturan özne neresinde bunun diye sormak geregi duydunuz mu hiç?
Yüzeysiz nesneler, zaman ötesi düşler, biçimsiz mekânlar ve sonsuza eşit uzaklıktaki ruhlar: Hepsi isyanıdır insanın bütün sınırlara! Sanatçının çocuksu kırılganlığının ardında yatan da budur! Eğer sanatı ve eseri konu edeceksek, düşünceyi bu yaratma sürecinin merkezi olarak ele alıp, sezgi, beceri, estetik algı vb.ni destekleyici baş öğeler olarak düşüneceğiz. Öyle ki; içbükeysel varlığın dışa dönük yüzüdür akıl. Düşüncenin gücünü unutan, gün gelir zamanı da unutur, soluklanmayı da!
Yeni bir sanat tanımı yapmak isteseydim, tereddüt etmeden “Doğanın ruhunun, görselliğinden önce geldiğini algılayan aklın, eser verme sancısıdır sanat!” derdim.
Her varlık derin bir gerçekliğin yansımasıdır: Bir ön yargı veya algılama yetersizliği yoksa sanatçının başkasının duyum ve aklının arasına estetik değeri yerleştirmeyi becermesinde yatar sanat: Öyle ki; sanatta imgenin gücü yadsınamaz bir gerçektir!
Sanat ve insanı aynı cümleye sığdırdığımızda sorulması gereken temel soru; estetik yargı bir beğeni yargısı mıdır? Estetik düşünce, nitelikli duygu, anlamlı biçim, özellikli heyecan ile birlikte bireyin niteliklerini esas alır. Bu kaygılarla ortaya koyulan nesneyi esere dönüştüren şey de, aynı duyguları uyandıran estetik değeridir.
İşte burada güzel ile estetik ve değeri birbirinden ayrıştıran keskin çizgi. Günlük yaşamda nesne için kullanılan güzellik kavramı, eser için sıradan bir tanımlamadır ki, esere bir nitelik katmaz. Ancak insan, hayvan, nesne vb. için kullanıldığında ayırıcı ve üstün nitelik yükleyen bir kavrama dönüşür. Güzel bir varlık, güzellik kavramının bütün niteliklerini taşısa bile bir sanat eseri değildir. Sanat eserinin bildiğimiz nitelikleriyle, insanın yaratısı olması ön koşullarından birisidir.
Güzel; var olanın gerçekliğidir, eser ise; sanatçının ruhundan yansıttığı gerçekliktir. Güzel, arzu edilenle aynı anlama gelir, estetik değer ise eserin ortak niteliğidir. Birinin güzel olarak nitelendirdiği bir kadın/erkek, bir başkası için sıradan gelebilir ki, bu karşısındakinin uyandırdığı arzu ve sevgi bağına bağlıdır!
Gerçeğe dokunabilsek de, o sadece duyusal bir görünüme sahip olmayabilir. Çünkü onun hiçbir zaman dokunamayacağımız bir ruhu vardır! Eser niteliği taşıyan her sanatsal yaratı, izleyici de farklı bir duygu üretir ki, bu estetik duygu olarak tanımlanır.
Sanatçının gerek duyuları, sezgileri gerekse düşüncenin soyutlama gücünde süzülen duygularını, ötekilere yansıtma-aktarma bilincidir. Sanatın yankısı, çakıl taşlarına vuran yağmurun yarattığı ezgiye benzer. Biz onu yapraklarına tutunan çiğ tanelerinde özümseyerek ruhumuzu zenginleştiririz. Bu durum sanatçının etik ve estetik sorumluluğun bilinçli dışavurumudur. Estetik ölçütün temelinde ise ahlaki ölçütler vardır.
Güzel nesnelerin, sanat eserleri gibi genel geçer etki bırakmamalarının sebebi, arzu ve sahip olma güdüleriyle aynılaşmasıdır. Gücünü anlamdan alan sanat; bazen aklın çözmekte zorlandığı anlamsız imgeler bırakır yeryüzüne! Ki, her ortaya koyulanın üzerinde sıradan aklın tartıştığı sorunda burada saklıdır. Her sanat eseri yeni bir şey söylemek ve yeni duygular üretmelidir. Bir resim-heykel-beste-güfte- fotoğraf (sanatın dallarının hepsi)vb. genelleşmiş ifadesiyle nitelikli izleyicide yeni bir duygu ve heyecan üretemiyorsa, estetik değer ölçütlerinden bir veya bir kaçından yoksun demektir.
Değer kavramının ‘verilen’ bir ölçüt olduğunu dikkate aldığımızda, estetik değer kavramı da genel geçer nitelikleri ölçüt alarak verilen bir değerdir. Bir sanat eseri bu yanıyla da ‘güzellik’ kavramından keskin hatlarla ayrışır.
Biçimin güzelliği tek başına nesne ve varlık için geçerlidir. Burada zaman dediğimiz sonsuz akışın, varlığın üzerinde yarattığı değişimi göz ardı etmemeli. Güzel tanımlamasında birçok nitelik yaşa, gençliğe, diriliğe, parlak ve canlılığa bağlı olarak kullanılır. Oysa zaman bencildir bütün bunları alıp götürür, eser ise sonsuz! Birisi rolünü eksiksiz oynamaktan yana mutludur, ötekisi yaratılmış olmanın suskunluğundadır adeta: Ya insan!
Güzel bir nesne; sanatın bütün dallarında, gerçekliğin doğru biçimde sunumu ölçütü doğrultusunda, sanatsal bir değere-esere dönüştürülebilir. Ama bu eserin izleyicide uyandıracağı duygu, güzel bir beden-nesne duygusundan çok daha farklı yeni bir duygudur.
Parça ile bütünün örtüştüğü anlarda kendini gösterir, anlam! Bunun olmadığı bir anlama çabası, yalnızca kavramın öteki hali anlamsızlıkdır! Her şeyi saran geceye benzeyen zifiri karanlık! Sanatın yeni binyıl da yaşadığı tam da budur. Herkes ürettiğini sanat eseri görmekle kalmamakta, sanatın tekniklerinden birisini öğrenen herkes kendini sanatçı saymakta! Kavramları özünden uzaklaştırıp, içini boşalttığımızda her şey anlamsızlığa hapsedilir. Mekteplisinden alaylısına dünyanın dört bir yanında yaşanan kargaşa, bitip tükenmeyen tartışmaların, bilinen ama dokunulmayan temel sorunu bu!
Belki de, herhangi bir sanat dalı ile uğraşma yoluna giren birey ile sanatçının içtenliğini, yeni değer yaratma coşkusunu başlangıçta ayırmalı. Sanatçının içsel nedenleri ile izleyicinin dışsal nedenlerinin örtüştüğü yerde, yaratıcı aklın tekniğe dönüşmesi yatıyordur.
Her mekân, insan zihninin ürettiği minyatür bir dünyadır. Böylece durmaksızın kendi gerçeğini üreterek çoğaltırlar! Oysa yaşatmanın, insanın akıl yürütmelerini çaresiz ve geçersiz kılan büyük gizemi hep var olacak! Bu yanıyla sanatın ve değerin de kendi sınırları olduğunu gözden ırak tutmamalı. Sanat eserini; bir zincirin halkaları gibi sürekli ardı ardına üretilebilen bir şey olarak ve sanat yapmak olarak görmek doğru olamaz, ama sanatsal tekniği öğrenen herkesin ‘güzel bir şey’ ortaya çıkarma çabası olarak tanımlayabiliriz.
Eser beğenilse de beğenilmese de; ortak akıl için anlamın yüceliğini, sanatçının içsel gerçeklik algısının bir dışa vurumu olma ‘biçim-düşünsel içtenlik, yeni bir şey söyleme ve farklı duygu’ ölçütlerini taşır. Beğeni duygusu ile estetik değer algısını birbirinden ayıran, yine kavramlara yüklenilen anlamın biricikliği ve yüceliğidir.
Bir sanat dalına adım atmış olmakla sanat yapmak, özellikle de yapılan her şeyi sanat eseri sınıfına sokmak birbirinden farklıdır.
Toplumların henüz yüzünü ışığa dönememiş öteki yarısını aydınlatacak yeni bir güneşe ihtiyacı var! Kitlelerde, sanat yapıtını diğer nesneden ayıran niteliklerin bilinci henüz oluşturulamamış. Sanat Kanonu –sanatçı ve eser ölçeğinde- sınıflandırılamamış bir ortamda, sahip olmakla övünerek ya da olamamakla dövünerek, herhangi bir nesneye eser niteliği kazandırılamadığı gibi bunun farkındalığı da yaratılamıyor.
‘Kanon’ sanatı ve sanat ortamını en az yaralayacak vazgeçilmez ölçüttür.Bu anlamda akademiya ve eleştiri kurumuna büyük görev düşüyor! İkili yetkin bir ortak akıl oluşturup, sanat ve eserin evrensel ölçütleriyle ‘sanat Kanonu’nu oluşturma yoluna gidilmelidir.
Sanatta güzellik ve estetik kavramı, metodik aklın birikimlerinden yoksun kalmış sıradan aklın kavrayamayacağı uçlarda, iç içe geçmiştir. Klasisizm, içeriği yüceltirken içtenliği bir kenara atması, Skolâstik Çağın kendi karanlığından kurtulmak için güzelliği önemserken, yeni binyılın doğru ve içtenlik kavramlarını yüceltiyor olması dikkate alınması gereken bir döngüdür.
Bunun için öncelikle, içeriği tekniğe indirgenmiş, içtenlikten yoksun, gerçekten kopuk bir eğitim anlayışından uzaklaşarak; felsefenin sanata dair alt dallarının (sanat felsefesi, sanat psikolojisi, sanat sosyolojisi, sanat tarihi, mitoloji vb.)sanat eğitiminde beceri yetisini göz ardı etmeksizin öncelikli programlar olarak ele alınmalı!
Güzel, estetik değer ve eser üçgeninde her toplum kendi kanonunu yaratmak durumunda. Neyin eser, neyin dekoratif nesne olduğunu belirleyen ölçütleri izleyen bir sivil kanonik yapı yoksa her kurum yanlı, her kişi öznel algının mahkûmudur.
Bir sanat ortamı düşününüz ki, akademiya, meslek kuruluşları, eleştiri kurumu ve kamu sivil bir yapı oluşturamamış; bu ortamda eser tanım ve değerinden sanatçı tanımlamasına her şey ortada kalır. Sahi yarattığı eserin değerini sanatçı mı belirliyor, yoksa müzayede evleri, sanat galerileri, küratörler, müzeler, koleksiyonerler mi sorumuzun kaynağı burasıdır! Bir yönteme muhtaç olmadığımızı kim söyleyebilir!
Yorum
ESER Mİ ÇEKİRDEK Mİ
İMLA BİLMEYEN FİLOZOF
Şiir mi yazsam, resim mi yapsam yoksa bir melodi mi mırıldansam derken yazı ile ilgili; en iyisi ben yine bir şeyler yazayım dedim. Kimin ne anladığının önemi yok burada. Şimdiyece yazılan milyonlarca ilgili yazıyı da bir kenara bırakın! Okuduğunuz kadarıylasından sonra etkileyip etkilemediğine, etkikediyse ne yönde etkilediğine bakalım.
İbnArabi isimli bir adam "enel Hak" deyip düşüncesini yazı ve söz ile aktarırken başına her hangi olumsuz bir şey gelmedi AMA aynı fikri daha sonra söyleyenlerin neredeyse tümünün başı belaya girdi, çoğu ölüm cezası aldı.
Arabi'nin düşüncesi 17. yy. başlarında Avrupa düşünce sistemini etkilemeye başladı. Aydınlanma'nın öncüsü bu dönemde Bacon gibi fazla bilgisi olmamasına rağmen "araştırma" kavramını yaratan beceri ile Spinoza gibi bir dahi bile etkilendi. Evirip çevirdikleri gerçek, doğru, hak, doğruyu bulma arzusu, sıyrılma, yaratım ve benzeri binlerce çaba...
Buraya kadar GİRİŞ
Kafa yorup eser üretmeye çabalarken "Arabi'nin deyimiyle her şey hak" ise çer, çöp, kir, leke, pislikte mi HAKTIR? :) Cevabı çok güzel: "Ben çeri, çöpü, kiri, pisi görmüyorum".
Sen? 1.200' den önce!
Ne öğrendik? Hiçbir şey :)
Oysa bugün o bir türlü sevip beğenemediğimiz insanlık dünya dışı ortamlarda yaşam kurmak için ciddi ciddi çaba ve para harcıyor. Biz buralarda boşuna (Arabi'nin deyimiyle otlabokla, çerle çöple) uğraşırken SANAT işini gayet güzel yapıp geleceği dizayn ediyor.
Buralar sancı ile kıvranıp dururken -çıkaracağının ne olduğu da belirsizken; üreten, yaratan, sürekli üretmesi mümkün yaratıcı özü/yumurtayı/yumurtaları yaratmışken insanlık gözü görmeyen kör, kulağı duymayan sağır, hissizleşmiş uyuşturucu bağımlıları çerçöp değil de nedir?
İbret almak için daha kaç savaşa girip daha kaç nesli ölülere katacağız?
Artık bir yerden başlayıp devam etmenin zamanı gelmedi mi?
Sevgili Erkan Yazargan, …
Sevgili Erkan Yazargan,
Sondan başlayarak çıkalım yolculuğumuza: Dili geçmiş zamanlarındayız başlamanın! Başlayanların milat oluşturduğu yerde bir ayağımız, diğeri gelecekte onu anlamaya ve anlatmaya çabalıyor. Dünyanın sorunu HAK. Hak kavramından uzaklaştıkça, birileri semiriyor, kitleler beynini çalıştırmama gibi bir YOKSUNLUKa mahkum ediliyor. Bildiği doğrudan ayrılmayanlara önerim, önce ve zaman zaman doğrularınızı SORGULAYIN bakın o zaman daha güçlü, samimi ve üreticisi olacaksınız!
Bu düşündürücü yorum ve diğerleri için, içtenlikle teşekkür ediyorum, ZorbaTVdergi Ailesi adına.Sevginin sanatın ve yazının aydınlığında buluşalım.
Ümit Yaşar Gözüm
DEHŞETİN HAKİKATİ
Cesurlara bir öneride bulunmuşsunuz. Bildiğiniz doğruları hiç olmazsa arada bir sorgularsanız daha üretici olacaksınız. Hem öneri hem ödül barındırıyor. Ödül yaratım. Haydi, çekirdek diyelim veya eser. ESER. Ne heybetli bir kelimedir.
Böylesi izahlarda başvurulan ANA kelimesi ve daha sonra kavramlaştırılmış halleri coşkumdur. Başlangıçta ve sonuçta her canlı gibi bizde bir ananın yavrusuyuz. Doğum sancısının azameti ile kadının dayanma gücü başka mevzu AMA madem sanata dair serzenişlerimiz var üzgünüz; bir ananın bütün iyi niyet, şefkat, doğurganlık, beklenti, ümit, yarınlar, "gözünün içine bakarak büyüttüğü yavrusu" -hak ile olacağı veya hakikatin çalışanı olması isteği barındırsa da, diyelimki amiyane tabirle kötü yola düşüp kötü arkadaşlarının kurbanı olup bütün emekleri ziyan ederse kaç anne çocuğunu evlatlıktan reddeder? Babalar için bu oran daha yüksektir ama ana öyle değil. Bazen bırakalım şu çekip çevirme işlerini kadınlar yapsın çünkü onlar daha duyarlı ve üretkenler deriz. Ama dünya sermayesinin ve dolayısıyla yönetiminin %1'i bile kadınlara ait DEĞİLDİR.
Buraya kadar Girişti :)
Sanatla ve konu bütünlüğüyle ne alakası var dersek: Sanat, ana gibi. Eser, Değer, Üretim, Hak, Güzellik, Estetik ile diğer ilgili bütün kelime ve kavramlara bir de bu pencereden bakalım bakalım. Bakamazsak bir kadına, anneye soralım.
Soru ve sorunlarımızı daha kolay, rahat, basit, anlaşılır, doğru, iyi... gösterecek bir pencere sanırım?
Bugünlerde bütün yakıcılığla dünyamızı/insanlığı tehdit eden savaş ve savaşa yatırım -bütün ısrarlı anaç duygulara rağmen ne durdurulabiliyor nede geriletilebiliyor. Ateş harlandıkça harlanıp dünya nüfusunun 1/4' ünü yoketme gibi bir dehşeti göze almış durumda. Gelecek Bilimciler 3. Dünya Savaşı ve sonuçlarını şimdiden dokümana dönüştürüp arşiv oluşturuyorlar. Dörtte Birlik Nüfus Kayıpları Tarihi' ne kısaca bir göz attığımızda DEHŞETİN HAKİKATİ tüğlerimizi ürperiyor.
Doğru mu?
CEVAP
Doğru mu? sorusu ne menem bir sorudur. Bunu yaşamımızın farklı kesitlerinde yaşamışızdır. İnanılır gibi olmayanın doğruluğu karşısında gösterdiğimiz hayretin yumuşatılmış halidir bu soru. Doğrunun doğruluğuna insanın ihtiyacı vardır, ancak DOĞRU bildiğini okur ve geçer. Kendinden emin bir kavramdır. Sana göre bana göresi yoktur. İzafiyet bilgiyle orantılı bir şeydir ki, bu sorgulayan ve sorgulamayan kişilik yapısıyla ilintilidir.
Azizim Erkan Bey, gelelim, sizin doğrunuzu doğrulamaya! Her cümlesinde ben GERÇEGİM diye sesleniyor anlayan, anlamak isteyen ya da anlama özrü olmayan insana.
Sevginin,sanatın ve yazının aydınlığında buluşalım.
Yeni yorum ekle