Prof.Dr Süleyman Dönmez
Her bir okuyucumun geçmiş kurban bayramını kutlayarak başlamak istiyorum.
Bu ayki yazımda yıllar önce okuduğum, bana göre değerinden hiçbir şey kaybetmemiş olan, bir kitaptan söz etmek ve okurken altını çizdiğim yerleri sizlerle paylaşmak istiyorum. Elbette felsefeden vazgeçmiş değilim. Aktarımım felsefece olacak. Ama deneme tadında…
Bu aralar yaptığım en iyi ve doğru iş okumak. Beni başka âlemlere taşıyan, coşturan, hüzünlendiren kitaplar…
Son zamanlarda okuduğum ve bana aydınlık ufuklar açan kitap, Amin Maalouf’tan: “Işık bahçeleri”. Hz. İsa’dan yaklaşık 250 yıl kadar sonra, 3. yüzyılda yaşayan ve Manicilik Dininin kurucusu Mani’nin hayatını, mücadelesini anlatan şahane bir Roman. Bana öyle geldi ki, İslam’ın son halkası Hz Muhammed’in mesajını hazırlayıcı en kuvvetli zemini oluşturuyor Mani’nin mesajı. Evrensele yönelmiş, doğayla barışık, içimizdeki karanlığı karartıp ışığı hâkim kılma gayreti maninin dini… Öylesine güzel, çekici ifadeler var ki, Mani’nin hakikatinde yazmaya kalksam sayfalarca yazabilirim… Telaşına düştüğüm pek çok şeyde beni aydınlattı Yüce Haberci Mani. İçimdeki kora nefes eyledi, harladı onu.
“… Her ulusun yasalara geçmiş örfleri var ve bunlara Tanrı buyruğu derler. Tanrı buyruğu, her ulus için farklı olabilir mi? Aslında tanrısal irade hakkında hiçbir şey bilmiyoruz, ne adını ne görüntüsünü ne de vasıflarını. İnsanlar Tanrıya çeşitli adlar takmış, hepsi doğru hepsi yanlış. Bir adı olsa bile bizim sözcüklerimizle yazılamaz, söylenemez. Zengin ve güçlü olduğu söyleniyor. Zenginlik ve güç insanlar için bir değer ifade eder. Tanrı katında bir şey ifade etmez… Ben bütün dinlerdenim ve hiçbirinden değilim. İnsanlara bir ırka veya bir aşirete mensup olmak gibi bir dinden olmayı öğretmişler. Ben de diyorum ki, size yalan söylemişler. Her dinde, her düşüncede ışıklı özü bulup kabuğunu atmasını bilin. Benim yolumda gidenler Ahura Mazda ve Mitra’ya, İsa’ya ya da Buda’ya yakarabilirler. Benim tapınaklarımda herkes kendi duasını edecektir. Bütün dinlere saygım var. Ve herkese göre suçum bu. Hıristiyanlar İsa hakkında söylediğim iyi şeyleri dinlemiyorlar, Yahudileri ve Zerdüşt’ü kötülememi istiyorlar. Müneccimler, kendi peygamberlerini övdüğümü duymuyorlar. İsa’yı ve Buda’yı lanetlememi istiyorlar… Çünkü cemaatlerini saygının değil nefretin çevresinde diğerlerine karşı çıkarak toplayabiliyorlar. Kardeşçe dayanıştıkları yerler aforoz ve yasak.”
…
Mani’nin Tanrısı “kendine tapacakların arayışı içinde değildi.”
“Tanrısal kıvılcım içimizde. Onun ne ırkı ne sınıfı ne de cinsiyeti var. Herkes bu kıvılcımı güzellikle, bilgiyle beslemeli ki, parlasın. İnsan sadece içindeki ışık ile büyük insandır.”
“Övgü almak için yoksulluğa katlanan hiçbir övgü hak etmez. Çünkü en kötü günahkârlardan beterdirler. Bilge, kendine daha yakın olmak için oruç tutar. Tek yargıç, tek tanık kendisidir. Yoksulluğa katlanıyorsan, bunu bir topluluk istiyor diye, cezadan korktuğun için ya da başka âlemde geçerli kılabileceğin övgüler toplamak için yapma. Bunun gibi hesaplar, iğrenç hesaplardır.”
“Daha önceki dinler, tek bir ülkede tek bir dilde tek bir dille uygulanıyordu. Benim dinim bütün diyarlarda ve bütün dillerde uygulanmalıdır.” “Tanrının kendine özgü nedenleri vardır. O, insanoğlunun süsünün ardındaki kimliği görür.”
…
İşte birkaç harika alıntı bu şahane kitaptan; Mani’nin dünyasından, mesajından… Öyle demiyor muydu Hürmüz, Mani’yi huzurunda kabul edince: “Söz gibi güzel mal mı olur? Yükte hafif, değerlendirilmesi bilinirse, pahada ağır.” İnsanı sarsan, kendine gelmesini sağlayan sözler. Yine Mani’den birkaç hadisle noktalayalım bu nakil geçidini: “Gün gelir, insan kendini bir mesajın temsilcisi sanırken, mezarcısından başka bir şey olmaz.” “Bazen kendi kendime Tanrının görüntüsünü bozmak amacı ile dinleri esinleyenin şeytan olup olmadığını düşünüyorum.” “Kendine sunulan resimlerde tanrıyı görmeyi reddedenler, bazen tanrının gerçek görüntüsüne başkasına daha yakındırlar.” “Gerçek, çok şey isteyen bir sevgilidir. Hiçbir ihaneti kabul etmez, bütün inancın ona yönelik, yaşamının bütün anları ona aittir.”
Işık Bahçeleri, Maalofun ifade gücüyle Mani’yi anlatan bir kitap. Altını çizdiğim daha çok satır var. Hepsini aktaramam burada. En güzeli alıp okumak. Hakikat yolcularının yüreğine dokunmak…
Yorum
Sizin bayramınız da kutlu…
Sizin bayramınız da kutlu olsun. Hakikatin izini süreçlerin bilgeliği ferdi değil kitlesel olduğunda sanırım yeryüzünü cennet yaparız. Böylece işi öbür yakaya bırakmadan cenneti burada yaşarız. Kutlarım
Amin Maalof orta doğu…
Amin Maalof orta doğu bataklığına saplanan düşünceyi derinlemesine işlemiş mıdır sizce...
Her okuyorsa bunu merak ediyorum.
Teşekkür ederim
ÖLÜ ÖLÜDÜR
"İnsan Putçuluğunun Dayanılmaz Ağırlığı" diye bir başlığımız vardır.
Eleştiri yazıyorum, evet. Eleştiri yazarken sinir uçlarına dokunuyorum, doğru. Genel kabulleri değiştirmek, sarsmak gibi bir tarzım da var.
Bunların hiçbiri mesele değil.
Mesele, hakikati ararken/felsefe yaparken/araştırırken/deney yaparken... doldurduğumuz boş kağıttakiler ne kadar bize/yazara ait?
Yazarın bizlere sunduğu KİŞİLERİ bulup ONLARLA iddia edilen yazılar hakkında diyalog kurup soru sormamız imkansız çünkü ölüp gitmişler! Ölünün adına atıp tutmak, onun adına konuşmak, sallamak risksizdir. Risk almaz yani yazar. İspat edilebilecek, sorgulanabilecek bir bütünlük söz konusu değildir.
Çok basit bir hakikat şifresi/formülü vereyim size: Ölüler hakkında yazanların tamamı yalancıdır.
Yaşamın ve yaşayanın farkına varamayan insan ezberletildiği üzre nakledilen yalanlara yalan katarak o bataklığı büyütür aslında
Neden; hemen yanıbaşımda, göz mesafemde, burnumun dibinde, elimin altında veya bir adımlık yolda duran, yaşayan, nefes alan, nefes veren, sorularıma cevap verebilecek, konuşabileceğim milyonlarca insan, bilge, düşünür, bilim insanı, sanatçı, filozof VARKEN ölülerde hakikat arayayım?
Erkan Yazargan Yorumu Üzerine
ZorbaTVdergi'nin değerli takipçileri; Yönetim ilkelerimiz, düşünce özgürlüğü hakkına ve kişilik haklarına saygıyı esas alan her yorumu yayınlıyoruz. Okurlarımızdan sınırlı sayıda da olsa bazı yorumları veya yorumcuları aforoz etme beklentisinde olduklarını görüyoruz. Bu asla olmayacak; kişisel hak ve toplumsal değerlere aleni saldırı yoksa!
Anlamamız gereken; bazı isimler vardır onlar sanki alışılmış düşünsel kalıpları kırmak üzere gelmişlerdir. Alışılmış yazma, düşünme ve eleştiri kurallarına karşı duruşları ile genelde agresif/ oyun bozucu ya da kendini öne çıkaran olarak görülmekle etiketlenerek çarkın dışında bırakılmaya çalışılırlar. Bu isimlerden birisi Erkan Yazargan'dır. Aydın tavrı, entelektüel birikimi ve benzeştiğimiz kestirme yazma yöntemiyle büyük bir şans varlığı.
Bundan bahsetmeme neden olan farklı platformlarda karşılaşmış ve zaman zaman söyleşmiş olmamız. Kestirmeden gitme kolay yolu tercih etme değildir. Aksine, okuru entelektüel arka planı varmış, olmalıymış gibi farz etmektir. Yazma yöntemime gelen eleştirilerin büyük çoğunluğu bu noktadadır. Anlamakta zorlanmak, oysa yaşayan dili kullanan, kullandığı dili alanın kavramsallığına hapsetmeyen metinleri her aydının anlaması gerektiğini, hatta okuyacağı içerikle ilgili bilgi sahibi olması bir ön kabuldür. Öyle olunca, sizi Türkiye'nin varoşlarından Japonyanın çağ ötesi projelerine bir serüvene çıkaran metinleri anlamak öncesi ve sonrasıyla düşünsel birikim gerektirir. Erkan Yazargan yazı ve yorumlarını okurken bunu dikkate almanızı öneriyorum.
Gelelim Hakikat üzerine İslam Felsefesi alanında yetkin ve farklı düşünsel birikim ortaya koyan Süleyman Dönmez (Prof.Dr.)hocaya. Onun çabası da felsefeyi bir kaç aydın ve akademik çalışmanın kıskacından çıkarıp insanı düşünmeye ve birey olmaya yönlendirmek. Akademik araştırmalarının ayrı bir tadı, ZorbaTVdergi için yazmaya başladığı denemelerinin ayrı bir tadı ve okur kitlesi var. O da dergi ve akademiya için güzel şanslarımızdan birisi.
Gelelim akademik veya denemelerde "alıntı" ların yerine. Bu başlıkla ilgili bir temalı sayı yapma ve tartışma açmamız kaçınılmaz oldu. Ancak bir yazar ve binin üzerinde kitabın ve derginin yayımlanmasını doğrudan yönetmiş bir yayıncı olarak ve her şeyin üstünde de bir Felsefeci olarak düşüncelerimi yazma zamanının geldiğini görüyorum.
Henüz tartışma kapıları kapanmamış alanlarda özellikle akademik metinler oluşturmanın yolu, kendinden öncekilerin neleri tartıştığı, hangi sonuçlara ulaştığı ve günümüzde yerinin olup olmadığına uzanan zorlu bir süreçtir. Bazen sayfalarca alıntılar yapmak ve bunları birbirine bağlamak gibi bir zorunlu bir rolünüz olur. Ki, bu yöntem okuru konunun içine sokmanın yanı sıra akademik dünyanın göndermelerinizden hareketle size saldırma veya kabul etme yolunu da pekiştirir. Burada kimden ne kadar alıntı yapması gerektiği veya yazarın yaşıyor ya da ölmüş olmasının hiç bir önemi olmamalıdır. Tamamen yazarın/araştırmacının kurgu ve izleyeceği yolla ilgilidir.
Bir de hangi alanda olursa olsun "deneme" yazılarına değinelim. Deneme yazarın bir kaç sayfada/sınırlı size kendinizi veya tartışma konusunu sorgulatan metinlerdir ki, yazar isterse sizi Türkiye'nin varoşlarından Japonya'nın evrensel projelerine gezdirir, isterse Varoş Kültürünün Etken Sebepleri Üzerine bir metinle yüzleştirir. Burada da alıntının sınırı yoktur, ancak kişisel tercihim ele aldığım konunun tarihsel sürecini okurlarımın bilmesi gerektiğidir. Çünkü bir deneme de insanlara hiç bir alanın tarihini, tam olarak anlatamazsınız ve böylesi bir eğitim görevi de olmamalıdır yazarın.
Şimdi büyük tartışma başlığını açalım:
Yazarın alıntı hakkı ve ölçüsünü belirleyen nedir! Böyle bir ölçü olmalı mıdır! Şayet alıntılar/göndermeler olmasaydı akademik araştırma veya bilimsel makalelerin tamlığından bahsedebilir miydik?
Deneme yazılarda alıntının yeri var mıdır, varsa ne olmalıdır?
Ümit Yaşar Gözüm
Felsefeci, Yazar
Genel Yönetmen
SEVGİ OLMASAYDI BURALARDA OYALANMANIN ANLAMI OLMAZDI
ALINTININ ETKİSİ
Amaç görünürlük kaygısı veya öne çıkma DERDİ değilse nedir?
Şahsen benim (bu kullanımdan bile huylanıp yazarını dışlayan o kadar çok geri kalmış zihin var ki ister istemez isyan edip "siz, üşütük dincilerden daha tezkiyeci/bireyi yok etmeye odaklanmış insan düşmanlarısınız" diyorum)
ALINTI konusunda uyanışımı sağlayan kişi Michel Foucault olmuştur :) O değerli insanı/bireyi okurken hayretler içinde kalıp başım dönmüştür çünkü SIRALI/SÜRECE UYGUN alıntıları küçük dilinizi yutmanıza sebep olur. Sağlamasını yapmanıza gerek yoktur çünkü güvenirliği sabit/ispat edilmiştir. Bu tür bireyler öncelikle ASLA VE ASLA kendilerine / bireyliklerine ihanet edemeyecekleri için DÜRÜSTTÜRLER.
Oysa bizimki gibi geri kalmış, geri itilmiş, dışlanmış, geri bırakılmış, kendini ısrarla geride arayan toplum ve ülkelerde başta suçlu akademi olmak üzere yazar çizer takımı "alıntıyı süreci takip ettirmek ve yeni halkalar/yaratım eklemek için değil bataklıklarını büyültmek için" yaparlar. Bu sırıtır. Kendini gösterir. Bas bas bağırır. Anlarsınız. Yani alıntı yapan yazara "ne anladıydın" sorusunu sorduğunuzda HİÇBİR ŞEY ANLAMAMIŞTIR aslında. Kandırır. Kendi saçma savını kuvvetlendirmek için popüler isimler kullanır. İstismarcıdır. Bir çeşit soyguncu. Talancı.
Uzmanlar işlerinin ehli ve daha önemlisi bütün hayatlarını uzmanlıklarına adadıkları için "bir bakışta anlar. Bir soruda çözerler". Diğerleri ancak kendilerini/toplumu da kandırır.
Burada bireyin uyanıklığı, değerli ile değersizi anlama yeteneği, karşılaştırabilme yetisi, hangisinin yaratıcı olduğunu bilme isteği önemlidir.
Seçimlerimizi ve tercihlerimizi yaparken neye göre yapıyoruz? Tercihlerimiz bizi nereye götürüyor?
Yorumlara Cevap
Değerli okuyucularım,
Her bir yorumunuz beni mutlu etmektedir. Her birinize ayrı ayrı yanıt veremediğim için üzgünüm.
Erkan Yazargan isimli okuyucumun derdini tam anladım desem doğru bir cümle kurmuş olmam.
Hakikatin Peşinde başlıklı yazı benim gençlik yıllarıma dayalı. Belki 20 belki de 25 yıl kadar önceleri aldığım notlara dayalı. Buradaki bilgiler tamamen A. Maaloff'un Işık Bahçeleri başlığı altında Türkçeye çevrilen romanına dayalıdır. Dolayısıyla doğrudan Mani ya da Maniheizm ya da Manicilikle ilişkili değildir. Doğrudur Mani çoktan ölmüş gitmiştir. Ama Maaloff sanırım hayatta. Bu durumda hesaplaşılmak istenilen biri aranıyorsa Maaloff'a ulaşılabilir.
Maalof'un kitabından yapılan alıntılar ben de uyandırdığı coşkunluğu kısmen yansıtıyor. Amaç ise okuyucuyu adı geçen romana yönlendirmek.
Felsefe öznel bir deneyimdir. Felsefi deneme ise yazarın özgürce kanat açtığı bir dünya. Dileyen yazarla kanatlanır. Ötesi gereksiz tartışmalardır.
Selam ile...
Yeni yorum ekle