Hem Okudum Hem Yazdım

Felsefe

Hem Okudum Hem Yazdım


Prof.Dr. Süleyman Dönmez

Anadolu gönlü mayalıların yurdudur. İnsan olmak için mayalanmak, insan kalabilmek için de ahlak zaruridir. Maya, önceki yazılarımızda ifade edildiği üzere “kadim demde hatem olan kelamı” idrak etmede anlam alıp anlam salmaya yarayan kullanışlı bir mecazdır. Ahlak ise, “insanın esası ve aslına sadakattir.” 

Malum ilişkiler ve şartlar dâhilinde dünyaya teşrif eden birey, mayaya gönlünü açık tutmayı başarabilirse -ki her birey bir şekilde mayaya muhatap olur- gönle inen maya onu içten dışa aşırarak dönüştürür. Beşerlikten insanlığa yükseltir.
Beşer, insanlığa aşarak insanlığını idrak etmekle ve aslına sadakat göstererek insan olarak kalmakla yükümlüdür. Onun var edilmesindeki gaye budur. Bu gayenin şuuruna erenler ancak, var olabilirler. 

Sadece insan olabilenler ve insan olarak kalabilenler, okuyup yazarlar ve varlıklarını sürdürebilirler. Nedir okuyup yazmak?
Okuyup yazmak, okuryazarlıktan öte öznel bir hâldir. Bu nedenle okuyup yazmak, dar anlamda öğrendiğimiz bir dizi sembolik işaretleri birleştirerek “harf, hece, sözcük, cümle” adını verdiğimiz, karşılaşınca zihnimizde oluşan anlamlar ile çıkardığımız seslerden ve kalem veya bir başka araç kullanarak kâğıda ya da başka uygun ortamlara yansıttığımız okuryazarlığın ötesine geçer. Öyle ki, okuryazarlık, eğitim ile öğretim sonunda belli zihinsel kabiliyetleri olan her beşerin başarabileceği bir iştir. Okuyup yazmak için ise aşkınla temas zorunludur. Aşkınla temas (seyir), gönle inen kelam ile vaki olur. Bu durumda kelama gönlünü kapatanlar; dolayısıyla beşerlikten insanlığa geçemeyenler ve insan olduğunu fark edip insan olarak var olamayanlar, ne okuyabilirler ne de yazabilirler.
Okuryazarlık, okuyup yazabilen olmadıkça zaman kaybıdır. Derde derman olmaz. Ancak okuyup yazmayanların dünyasında göreli bir değeri vardır. Ötelere faydası olmayan bir menfaat sağlar. Beşeri meşgul eder. Çokça çatıştırır. Nadiren de barıştırır. Demek ki, aslolan okuyup yazmaktır. Okuyup yazarak, okuryazar olmaktır. Okuyup yazmak ile okuryazarlığın ayrımına varamayanlar, bu yazdıklarımı anlamakta zorlanabilirler. Hatta anlamsız bulabilirler. Böylesi bir durum ve değerlendirme bizi haklılandırmaktan öte bir sonuç vermez.

Okumak ve yazmak, bir dile mahsustur. Buradaki dil, okuryazar olmada yeterli görünen lisanı da kuşatan ve aşan bir manzaraya tekabül eder. Bu nedenle okunan yazı ile yazılan yazı dile mahsus manzaradır. Yazı dile mahsus manzara esasında surelidir. Suretli olmak, müteşekkil olmaktır. Suretli olmayan müteşekkil olmayan okunamaz, yazılamaz. Okunan ve yazılan, sadece müteşekkildir. Bu ifadeler nazariyat (theôria) esasındadır. Burada mevzuyu bu yönde açmayacağım. Çünkü bu köşe bu mevzuyu genişleterek açmaya müsait değil. Bu nedenle bir dile mahsus okumak ile yazmak meselesini merak edenler, Prof. Dr. Yalçın Koç’un “Theologia’nın Esasları: Felsefe’nin ve Teoloji’nin Nazariyatı Üzerine Bir İnceleme” (Cedid Neşriyat, 2008) başlıklı eserine müracaat etmelidir. Ben bu yazıda mevzuyu ve meseleyi biraz kendimce farklı bir noktainazardan teşrih etmeye yöneldim. Elbet Yalçın Koç’un nazariyat esasındaki çözümlemeleri yol gösterici oldu.

Okuyup yazabilmek için, okuryazar olmak gerekmez. Bu nedenle nice okuryazar vardır. Ama okuyup yazmaktan acizdirler. Bu nedenle okuyup yazamayan okuryazarlar, gönlü mayalı bir âşığın “hem okudum hem yazdım, yalan dünya senden bezdim” dizeleriyle başlayan eseri duyduklarında ya da metin olarak okuduklarında, eserin içine giremezler. Dışını da anlayamazlar. Eserdeki ustasının izlerini okuyamazlar. Okuyamayanın yazması, zaten mümkün değildir. Yazmak, burada geniş anlamdadır. Her türlü eseri kuşatır. Okumadan yazma çabası ise taklitten öteye geçemez. Belki de sırf bu yüzden Hz. Muhammed’e gelen ilk vahiy “oku” emri ile başladı. Neydi okumak? Rivayet o ki, Hz. Muhammed, “oku” hitabına maruz kalınca “ben okuma bilmem” diye yanıt verdi. Nakledilen bilgilere göre Hz. Muhammed bir “okuryazar” değildir. Kur’an’ı Kerim’in beyanına göre okuyup yazmayı da bilmiyordu. Allah ona okuyup yazmayı öğretti. Okuyup yazabilmeyi öğrenen Hz. Muhammed, beşer tarihinin en büyük inkılaplarından birinin önderi oldu. Beşere bir kez daha insan olmanın yolunu gösterdi. O, yüce bir ahlak sahibi idi. İnsandı. Hz. Muhammed bir okuryazar mı idi, değil miydi? Ne gam! O, okuyup yazabilen bir insandı. Hz. Muhammed, Arapça lisanını konuşan bir topluluğa okuyup yazmayı öğretti. “Kadim demde hatem olan kelam” onun da gönlüne indi. Onu içten dışa dönüştürerek beşerlikten insanlığa yükseltti. Kelam ne bir gönle ait ne de bir dilin içine indirgenebilirdi. Bu nedenle aynı “kelam” Yesi’li Yüce insanın, Piri Türkistan Hoca Ahmet Yesevî’nin gönlüne inince, Türkçe olarak okuyup yazmanın yolunu açtı. Anadolu’ya Türkistan’dan akıp gelen “kadim demde hatem olan kelam”, nice gönülleri mayaladı. Türk dilinde okundu yazıldı.

Nice âşıklar, erenler, hem okudu hem yazdı. “Hem okudum hem de yazdım / Yalan dünya senden bezdim / Dağlar koyağını gezdim… “ 
 

Yorum

Tarık Fırtına (doğrulanmamış) Pa, 15 Ocak 2023 - 21:08

Hocam yazılarınız daha çok köklerini milli duygulardan alıyor. Bu yanıyla kendimize bakmayı öneriyor. Bu yazıda da aynı izleri gördüm. Saygılar

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.