İnsanın Ahlak İlkesi Arayışı: Etik

Felsefe

İnsanın Ahlak İlkesi Arayışı: Etik

Fahri ATASOY

Toplumsal hayatın düzenli olması için kurallar gerekir. Sosyolojinin tespit ettiği bu kurallar (normlar) sistemi her toplumda vardır. Bazı toplum felsefelerine göre insan türünün toplum haline geçişi bir mutabakata (sözleşme) dayanır. İnsanların güven içinde birlikte yaşayabilmesi için birtakım kuralları kabul etmeleri bir toplumsal düzen ortaya çıkartır. Bu toplumsal düzenin devamı bir siyasal egemenliğe bağlıdır ve devlet böyle ortaya çıkar. Bir anlamda sözleşme teorilerine göre toplum ve devlet birlikte ortaya çıkar. Bu süreçte insanların ihtiyacı ahlak ilkesinden çok hukuk ilkesi gibi görünmektedir. Modern hukuk sisteminin gelişmesi zaten bu tartışmaların yapıldığı döneme aittir. Ama ahlak ilkesi arayışı her zaman bir ihtiyaçtır.

İnsanoğlu için hukuk sisteminden daha önce ve daha etkili olan sağlam ahlak ilkeleri aramak olmuştur. Ahlak daha bireysel ve içsel bir karar mekanizması gibidir. Mekanizma burada sadece mecaz kullanılabilir çünkü ahlak özgür iradeye dayanır. Birey benimsediği temel ilkelere göre bizzat kendisi karar verir. Dış etmenler o kadar etkili değildir. Doğru olduğu için yapılan bir davranışın sorumluluğu veya karşılığı bizzat kişiye aittir. Dolayısıyla temel ahlak ilkesi aramak insan için en önemli ihtiyaçtır. Bu ihtiyaca yönelik sorgulama ve arama işini felsefenin temel disiplinlerinden birisi olarak etik yapar. Etik dilimizde ahlak felsefesi olarak kullanılır ama çoğu zaman mevcut toplumsal kabullerle karıştırılır. Felsefe olarak etik mevcut kabulleri de sorgulamayı gerektirir. Bu bağlamda yanlış anlamalara sebep olabilir.

Ahlak ilkesi birey iradesi için bir ölçüt olacaktır. Bu ölçüte göre davranan insan iyi ve kötü ayırımı yapabilecek ve buna göre karar verecektir. Bir anlamda insanın kendisini yönetmesinde ve inşa etmesinde son derece önemli bir kılavuz olacaktır. Eğer insan hayatında ilkeler olmazsa tutarsız davranışlar ortaya çıkar. Bir durumda iyi dediğine başka bir durumda kötü diyebilir. Veya İlk Çağ’daki Sofistler’in yaptığı gibi günlük çıkarına göre değişken bir fayda – iyi ilişkisi kurabilir. Modern çağda zaten bunun yansımaları daha parlak bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Kapitalist sistem eleştirilerinde kullandığımız bu çıkarcı ve aşırı kazanç hırsı insanı insanlığından çıkartmaktadır. Bu yaklaşım Müslümanlar arasında da yayılmakta ve ciddi boyutta bir kapitalistleşme, daha doğrusu ahlaksızlaşma görülmektedir. Toplumsal çürüme veya çözülme zaten toplumda yaşayan insanların ahlakı terk etmelerinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla ahlak için gerekli temel ilkeler neler olmalı sorgulaması devam etmelidir.

Ahlak tartışmasının odak noktası Sofistler ve Sokrates arasında yaşanmıştır. Bu bağlamda etik dendiği zaman ilk karşımıza çıkan Sokrates’tir. Sokrates bir ahlak filozofu olarak tarihte yerini almıştır. Hatta Sokrates’in varlık (ontoloji) ve bilgi (epistemoloji) görüşleri evrensel ahlak ilkelerini temellendirmek üzere geliştirilmiş olduğu iddia edilebilir. Dönemin Eski Yunan toplumunda yaygın olan anlayışına göre insanın amacı mutluluğa ulaşmaktır. Bu amaca ulaşmanın yolu Sokrates’e göre erdemli bir hayat yaşamaktan geçer. Erdemlerin bilgisine ulaşabilirsek ve ona göre yaşayabilirsek hem bireysel hem toplumsal mutluluğa ulaşabiliriz. Bunun için de erdemler adı verilen ahlak ilkelerini bulmak için düşünmek ve sorgulamak zorundayız. Bu bakımdan Sokrates konunun önemini bütün insanlığa gösteren örnek bir filozof olmuştur. Bize yol gösterecek evrensel ahlak ilkelerine hepimizin ihtiyacı vardır. Felsefe ve dinler tarihi bu arayışın örnekleriyle doludur.

Ahlakın ne kadar güçlü şahsiyetler ortaya çıkardığına örneklerin başında İslam peygamberi gelir. Henüz vahiy gelmeden önce Arap toplumu içinde bir fert olan Muhammed etrafında “emin” olarak bilinir. Buna göre Muhammed yalan söylemez, haksızlık yapmaz, hırsızlık yapmaz, tecavüz etmez, ticarette aldatmaz, adalette sapmaz vs. Dolayısıyla Muhammed etrafında güvenilir, emin olunan insan olarak tanınır. Bu durum ahlaklılığın bir yansımasıdır. Bu özellikler Hz. Muhammed için İslam gelmeden önce geçerli olduğu için inanırlığını artırmıştır. Davranışları bir gruba göre değil, farklı din ve ırklardaki bütün insanlar için geçerlidir. Yani peygamberin uyduğu ilkeler evrensel ahlak olarak düşünülmesi gerekir. Burada bir sorgulama olmasa da uygulama bağlamında son derece etkili bir durum söz konusudur. Din geldikten sonra ahlak başlamış değildir. Din bu ahlakı bütün topluma yayma girişimi olarak düşünülebilir. Peygamber için “güzel ahlakı tamamlamak için geldi” ifadesi bunu destekler bir bilgidir.

Ahlak ilkesi arayışı için dikkat etmemiz gereken noktalardan birisi insan ile ilgili temel kabullerdir. İnsan nasıl bir varlıktır ki içgüdü yerine kendi iradesi ile karar veriyor ve hayatını yönetiyor? Aslında konunun can alıcı noktalarından birisi burasıdır. Ahlak tamamen insan varlığının yapısıyla ilgilidir. İnsan bir canlıdır ama diğer canlılardan çok farklıdır. Bitkiler ve hayvanlar dereceli olarak bir takım doğa yasalarına bağlı olarak hayat sürdürmektedir. İnsanın da canlılık yönü bunlara benzese de farklı yönü insan olmasını sağlamaktadır. Bu farklı yönü zihinsel faaliyet alanıdır ve akıl gücüdür. Aklını kullanan insan düşünme ve karar verme yetisine sahiptir. Bu yetinin çalışması için insanın özgür olması gerekir. Bir nedensel mekanik yasa insanın davranışlarını belirlememesi ilk şarttır. Bu özellik insanda vardır. İnsanın bunu kullanması için biraz yorulması ve mücadele etmesi beklenir. Özgürlük bu bağlamda insan için bir imkandır. Aynı zamanda sorumluluktur. Başıboşluk değildir. Doğada hayvanlar gibi serbestçe koşmak, dolaşmak özgürlük değildir çünkü o hayvanların davranışlarını belirleyen içgüdüsel ve iç dürtüsel yasalar vardır. İnsan davranışlarını akıl tarafından kontrol edebilecek durumdadır. Bu da zaten ahlak için temel oluşturur ve evrensel ilke arayışı burada başlar. İnsanın beden organizmasının arzularını, aşırılıklarını ve hırslarını kontrol edebilecek yönü ahlakıdır.

Ahlak dendiği zaman birtakım ilkeler akla gelir. Bu ilkeler genel olarak erdemler olarak adlandırılır. Bunların her toplumda belli karşılıkları vardır. Felsefe bu toplumsal karşılıkları yerine bireysel kabulleri ve içselleştirmeleri üzerinde çalışır. Bu bağlamda “ben” önemlidir. Herkesin uyduğu veya toplumsal baskıdan dolayı uymak zorunda kaldığı ilkeler değil, benin (bireyin) benimsediği ve kendi kararıyla uyduğu ilkeler insanı ahlaklı yapar. O halde bu ilkeleri nasıl bulmalıyız? Nasıl içselleştirmeliyiz ki ahlaklı olabilelim? Felsefenin etik adı altında sorguladığı problem budur. Felsefe tarihindeki sorgulama örneklerinden bunun cevabını bulabiliriz. Yukarıda örnek olarak bahsettiğimiz Sokrates bize kılavuzluk edebilir. Bunu konuyu anlamak bağlamında kullanıyoruz yoksa ideolojik inanç haline getirmek için değil. Yani her şeyin doğrusunu Sokrates biliyordu dersek felsefenin kendisiyle çelişkiye düşmüş oluruz. Bize düşünme tarzı ve konuya yaklaşımı örnek oluşturmalıdır.

Sokrates evrensel ahlak ilkesi için sağlam ve kesinliği mutlak bilgiye ihtiyacımız olduğunu düşünür. Değişken olmayan ve herkes için geçerli olabilecek erdemler için temellendirme ancak doğru bilgi ile yapılabilir. İyi nedir diye sorduğumuzda zihnimizde bunun herkes için aynı cevabı olacak bir temellendirme gereklidir. Bu temellendirme için doğru bilgiye ihtiyacımız olduğu açıktır. Doğru bilgiyi ise ancak değişken olmayan gerçeklik alanından edinebiliriz. Bu gerçeklik alanı zihnimizde idealar şeklinde vardır ve biz bu ideaların bilgisini elde edebilirsek problemi çözmüş oluruz. Buna göre gerçekliğin ve doğru bilginin kaynağı zihnimiz oluyor. Dolayısıyla evrensel ahlak ilkeleri de buraya dayanıyor. Yani rasyonalizm dediğimiz düşünce akımı hem varlık için hem bilgi için hem etik için temel kaynak kabul ediliyor. İyi ideası bir varlık olarak en üst seviyede yer alıyor ve biz düşüncemizde onun bilgisine ulaştığımızda temel ilkeye kavuşmuş oluyoruz. Davranışlarımızı bu ideaya uygun hale getirdiğimizde ise ahlaklı iyi insan olabiliyoruz. İyi ideasının altında ise diğer erdemler yer alıyor ve her birinin bilgisi bize yol gösteriyor. Bu görüşe göre idealar bütün insanlarda aynı olduğu kabul ediliyor. Böylece bilgilerinin de aynı olduğu, ahlak ilkelerinin de aynı olacağı varsayılıyor. Sonuçta Aydınlanma çağında Alman filozofu Kant’ın akıl ile evrensel ahlakı temellendirme çabasının ilk örneği ortaya çıkmış oluyor. Felsefe tarihinde Sokrates’ten sonra en güçlü ahlak felsefesi kuran kişi olarak tarihe geçen Immanuel Kant, evrensel ahlakın insan aklı ile temellendirilebileceğini iddia ediyor. İngiliz empirizmi ise farklı bir gelenek olarak ahlakı kamusal fayda ilkesi üzerinden temellendirmeye çalışıyor.

Ahlak insan için hayati bir ihtiyaç. Ahlakını kaybetmiş veya ahlak oluşturamamış insan son derece tehlikelidir. İnsanı zapt eden içsel güç ahlak ile kurulur. Ahlak bir yönüyle toplumsal olmasına rağmen asıl gücünü bireysel yönünden alır. Felsefe işte bu bireysel yönünü öne çıkartır. Ahlaklı toplumlar baskıyla oluşturulan bir düzeni ifade etmezler. Bu toplumlarda her birey özgürlüğünü ahlak ilkeleriyle donatarak kullanır. Bireysel şahsiyet oluşturur ve her davranışının hesabını verebilecek şekilde davranır. Toplum yüzünden ahlaklı olunamayacağı gibi toplum yüzünden suç da işlenmez. Karar bireyseldir ve her birey eylemlerinden sorumludur. Modern hukuk da bu temelde gelişmiştir. Hukuk ve ahlak birbirini tamamlar. Türk toplumunun ahlak konusunu acilen yeniden düşünmesi ve tartışması elzem görünmektedir. Üstü örtülü pek çok ahlaksızlık ve kötülüğün kol gezdiği bir toplumda, insanlar rol yaparak ahlaklı görüntüsü veriyorsa biliniz ki hepimizi aldatmaya çalışıyorlardır. Ahlaki zayıflama bir toplumda çözülme ve dağılma tehlikesine sebep olur. Ahlaksızlıkları ifşa etmek için çok güçlü bir eleştiri ve sorgulama eylemine ihtiyaç vardır. Felsefe bu imkanı verir. Felsefe tarihi anlatmakla felsefe yapılmaz. Felsefe bizzat filozofların yaptığı gibi düşünme eylemi ile gerçekleşir. Ahlak üzerine hepimizin düşünmesi gerekir.

Yorum

Vedat Şahin (doğrulanmamış) Pt, 15 Nisan 2024 - 19:53

Teşekkürler Fahri. Ahlakın yerleşmesi için iyi bir hukuk sistemi olması gerekir. Ceza ve ödül sistemi de ayrım yapmadan işlemelidir. Bu yönüyle baktığımızda ahlak bireysel değil toplumsal bir kavramdır. Toplumun değer yargıları kişinin ahlakını şekillendirir. Dikkat edilirse, toplumun değer yargıları da her toplumda benzerdir.

FAHRİ (doğrulanmamış) Sa, 16 Nisan 2024 - 20:11

In reply to by Vedat Şahin (doğrulanmamış)

Vedat abi ben teşekkür ederim. Yazarların en büyük emeli okunmaktır. Ahlak konusu biraz sıkıntılı. Biz hep toplumsal yönü ile meşgul olduk. Felsefe ve din ahlakı bireysel irade ve sorumluluk bağlamında ele alır. Bizde din de geleneksel ve toplumsala teslim olduğu için bireye özgür alan bırakmaz. Onun için bozulmayı bir türlü doğru açıklayamayız. Görünürde dindarın ahlaklı olacağı varsayımını çok şükür mevcut iktidar yıktı. İnsanlar biraz durdu ve düşünüyor. Tek tek benler ahlaklı olmadıkça toplumsal ahlak olmaz. Toplumsalı zapt edecek tek şey devlet gücüyle desteklenen hukuk sistemidir. Selam ve muhabbetle

Fikret Hasıripi (doğrulanmamış) Ct, 20 Nisan 2024 - 18:40

Fahri hocam, yine kitabın ortasından konuşmuşsun derler ya bu yazınızda öyle olmuş. Bir çırpıda nefessiz okudum, çünkü çok akıcı ve halkın anlayacağı bir dille yazmışsınız. Teşekkür ederim yazılarınızın devamın bekleriz

FAHRİ (doğrulanmamış) Çar, 24 Nisan 2024 - 21:36

In reply to by Fikret Hasıripi (doğrulanmamış)

Fikret bey hocalığın zor tarafı herkesin anlayabileceği şekilde sunabilmektir. İltifatın için teşekkür ederim. Anlaşılabilir oluyorsa mutlu olurum. Maksat zaten felsefe ve sosyolojiyi daha çok insana ulaştırabilmek.

Said Nihat Önal (doğrulanmamış) Cu, 26 Nisan 2024 - 23:54

Hocam öncelikle elinize sağlık harika bir yazı ancak 8 milyar insanın yaşadığı bu dünyada insan tabiatını idealleştirmeniz beni şaşırttı. Herkesin zihninde sahip olduğu ortak bir ideal mi var yoksa gerçekten zihnimiz tabula rasamı bilinmez ama bu dünyada çok fazla iyi insan olduğu kabulü gerçekten ilginç bir varsayım bence temelde insanların yaşadığı şey görev bilinci değil korku. Toplumun çoğu gerçekten ahlaklı olduğu için değil güç elinde olmadığı için ahlaksızlık yapmıyor daha doğrusu fırsatı ele geçiremediği için. Hobbes amcanın İnsan insanın kurdudur söylemi bana daha mantıklı geliyor hocam. İnsanlık içindeki kaosu çözebilmek için hukuk, güçler ayrılığı gibi şeyler üretti ancak bunlar yozlaşmayı durduramayacak. Belki 100 belki de 200 sene sonra tüm ideal sistemler çöküşe doğru ilerleyecek. Çünkü insan bu medeniyeti kurmak için evrilmedi. İnsan medeniyet varlığı değil. Varoluş farkındalığı olan yarım bir hayvan. Duygulanımlarına, hazlarına bağlı bu canavarı ihya edemezsin sadece baskılayabilir ya da manipüle edersin onu törpülersin. Bütünüyle ahlaklı varlıklar yaratma motivasyonu da güdülebilir. Belki de insanlar gelecekte tüm davranışlarını mükemmel olasılıklara göre ayarlayan robotlar veya insanlar üretecek. Peki Tüm insanlığın bu hale dönüşmesinin, tamamen ahlaklı olmasının sonucunda ne olacak? hiçbir şey. Oluşturulan bu ideal toplumun doğadaki karınca sürüsünden veya ağaç ekosisteminden farkı kalmayacak. İdeal olmak veya eksik olmak ikisi de pekte içi dolu olan şeyler değil. Bırakalım her şey olacağına varsın. Bence insanlık 50.000 yıl önce avlandığı döneme dönerse idealine ulaşır. Bilgi rasyonalite lütuf değil aksine bir lanet gibi çöküyor insanlığın üstüne. Bunu benimde ferdi olduğum insan varlığından nefret ettiğim veya tüm insanlığın kötü olduğunu iddia ettiğim için yazmıyorum. Ama insanın zihnine müdahale etmek hiç de zor değil. Günümüzde sistemin yarattığı tüketim toplumu gözlerimizin önüne bu gerçeği seriyor. Yarın öbür gün yarattığımız yapı elimizde patladığında üzülmek, birilerini suçlamak anlamsızlaşacak çünkü düzenin kendisini ve onun çarklarını çeviren insan sürülerini kontrol etmek imkansız. Kontrol etmekte yanlış zaten çünkü zihnimdeki idealler başkası için bir kafesten ibaret olacak her zaman.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.