Kentler, Öyküler ve İnsanın Serüveni!

Felsefe

Kentler, Öyküler ve İnsanın Serüveni!


Ümit Yaşar Gözüm

Her şeyin insandan önce var olduğunu  düşünür dururuz. Aslında doğanın ve nesnenin serüveninin insanla başladığını anlamamız ve anlatmamız için o kadar özgün örnekler var ki! Varlığın anlamı sorunu felsefenin tükenmeyen tartışmalarından birisi olarak hala diriliğini koruyor. Tartışmanın bu yanından bir miktar uzaklaşıp yerleşik insanın serüvenine modernizmin ışığında kent ve insanın macerasına bakalım.

Bir kent kültürü oluşturabildik mi! 
Konuşmaya başladığımızda büyük şehirler, metropoller, akıllı kentler, evler, siteler vb. sözcükleri hiç eksik olmuyor dilimizden. Bunu gerçeklikten kopma, ütopyaların izinde yürümek olarak algılarım. Lakin biz kırsalda, kasabada, köyünde kalması gereken insanımızı farklı etken/ sebepler yüzünden yerinden yurdundan edip kentlerin kalbinden daha büyük varoşlar inşa ederek metropoller kurduğumuzu düşündük.  Oysa etrafı sarılmış eski kentin; kültürüne yabancı, aidiyet duygusu hissetmeyen, kuşatma kültürüyle adlandırabileceğimiz yığma semtlerle dolu her yanımız. Bu fiziki yapı içinde sormamız gereken temel soru:

Gerçekten kentli miyiz, yoksa ruhumuz hala varoşlarda mı geziniyor?
Kent kültürünü; bir kentin insanlarının geleneksel yaşam biçimlerinden ibaret saymak gibi bir yanılgının içerisindeyiz. Konuşulan lehçeden, gelenekli mimari unsurlarına, çıkmaz sokaklarından geniş meydanlarına uzanan ahenkli gelenekli yapıların birer zenginlik ögesi olarak görülmesi akla daha yatkındır. Fakat kent kültürü sadece bu öğelerden ibaret değildir. Hatta başka bir ifade ile kent kültürü evrensel kültürün geleneksel kültürle harmanlanarak modern zamanlara kendini yenileyerek sürekli akması halidir. Bu noktada bakmamız gereken görüntü ya da üzerinde düşünülmesi gereken yeni başlığımız:

Kitlenin sıradanlığı ve metropol kültürün evrenselliği arasında sıkışmış kitlelerin aidiyet duygusunu anlamak! 
Bu bağlamda kendimizden başlamak üzere kentin yaşayanlarına sorulması gereken: Siz hangi dünyaya aitsiniz!
Kitle(kütle)nin değişmeyen sıradanlığı: Evrenin her köşesine sinmiş sıradan algı, tavır, yaratma kültüründen uzak, daha çok aktarma, nakletme geleneğine yatkındır. 

Bu yanıyla Doğu-Batı vb. mukayeseler çok da anlamlı değildir. Ancak anlamlı olan her toplumun evrensel kültür ile gelenekli kültürel yapılar arasındaki ilişkiyi biçimlendiren aydınların yaklaşımlarıdır Selçuklu’dan sonra bir Türk mimarisinden bahsetmemiz aklın çok da kabul edebileceği bir sav olmaz, olamaz. Çünkü Osmanlı, Selçukludan devraldığı taş tonozlar üzerinden ahşapla bütünleşmiş bir estetik mimari anlayışını detaylar üzerinden sürdürerek varlığını korumuş. Ancak bu hiçbir zaman iddialı işler ortaya çıkaramamıştır. Cumhuriyet döneminin ilk yıllarındaki arayışı bir yana koyarsak, kendimize özgü bir mimari anlayışı ne yazık ki, geliştiremediğimizi görüyoruz.

Bu sıradanlığın içine bırakılmışlığı ve seçilmemiş yalnızlığı kanıksayan insanın serüveni nasıl oldu!
Gelişen, değişen çağ ve gerileyen modernite: Kentliler fildişi kulelerinin güvenliğini düşünürken, güncelin sıradanlığı her yanı hızla kuşatıyor mu!  Dijital Çağla birlikte bu sorunun insanın serüveni açısından sorulmasının tam yeri ve zamanı sanırım!
Bir metropole bırakılmış olmak ya da kültürün biçimlendirdiği birey olmak, ne büyük çelişki! Nüfus artışını öngörerek, önceden hazırlıklı karşılayamayan her toplumda olduğu gibi bizde de durum farklı gelişmemiş. Ki, farklı coğrafyalarımızda farklı yaşam biçimlerinin olduğunu mekanlar ve yerel kültürler üzerinden biliyoruz. Durum böyle olunca komünal yaşamı zorlayan yoksulluk ve yoksunluk iç içe yaşamlar, bölgeden bölgeye değişmiş. Ne geleneksel yapıların estetik beğeni oluşturacak tarafı olmuş, ne de gelenekli bir mekan anlayışı. Böyle olunca da barınma duygusu, estetik algının ve beğeninin hep önünde seyretmiş. İstisna zengin yapılarındaki estetik anlayışa göz attığımızda daha çok dini ve coğrafi kaygıların oluşturduğu bir yığınla karşı karşıya kaldığımızı görüyoruz. Bütün bu ve benzeri durumlar karşısında insanımızda estetik zevk oluşturamamış olmamızı yadırgamamalıyız. Geriye insanımızın serüvenini eğitimle biçimlendirip estetik algı ve özgün değerlerle donatmak kalıyor ki, o başlıkta da pek başarılı olduğumuzu söyleyemiyoruz. 

Bir aforizma ile metni sonuçlandıracak olursam “ Ne serüveni olan kentler kurabilmişiz ne de bu kentlerin yaşanmışlıklarını öyküleştirecek kıvama getirebilmişiz. O zamanda sığ sularda yaşayan insanımızın derine kulaç atmayı öğrenmesi mümkün olamamış. Eğer bir sorumlu arayacaksak sanırım o var olma mücadelesi veren insanımız değil, yönetim ve eğitim anlayışımızdır.” diyebiliriz.
 

Yorum

Sude kaya (doğrulanmamış) Cu, 15 Temmuz 2022 - 07:58

Üstat müthiş bir başlık. Sizin cümlelerinizle sanata dönmüş. Her ayın 15 ini iple çekiyorum. Sevgiler

Erkan YAZARGAN (doğrulanmamış) Ct, 16 Temmuz 2022 - 13:24

TEŞHİS TEDAVİ İRADE ÇÖZÜM YÖNETİM SARMALI

Durum tespitleri yaparken ortadan başlamak yerine daha derinden -mümkünse en derinden başlayabilme kriterine neden sahip değiliz veya uygulayamıyoruz?

"Daha dün ülkemizde olup biten karmaşa ve dolayısıyla yaşanan ızdırabın -Batıni (haşhaşi) şaşkınlık SEBEBİYLE olduğu iddiası ve taraftarlarının saldırgan, iflah olmaz, anlayışsız, kaba saba, pervasız, acımasız, vicdansız duruşlarıyla yüzleştik".

Alın size ülkemize dair koskocaman harika bir soru...

Şöyle devam edelim: Kent/Şehir/Medine > Medeniyet DAYATMASI neden doğru değil saçmalığın daniskasıdır?

Daha önce tartıştığımız kültür, inorganiktan organiğe, aydınlanma süreçleri, iktidar - muhalefet - devlet ve ilintili mevzuları tekrar etmeyeceğim bile.

Burası sömürge bir ülkedir.

---------

Tepeden bakan, Toplumcu kolaycı kurnazların çözemediği ve asla çözemeyecekleri gece kondu, varoş, aidiyet, kendilerince sınıfsal sorunlar dolayısıyla boğuşma; insanlığın hiçbir sorununu çözemedi / çözemiyor / çözemez.

Cümle cümle irdeleme yerine ki bu çaba ömür boyu sürer ve bir sonuca da ulaşılamaz; bilinen ve üzerinde ilerlenen doğruları paylaşmak istiyorum:

-Medeniyet şehirleşme değil sivilleşmedir.
-Sistem kurgularımız doğal olmak zorundadır.
-Doğa ile doğal farklı şeylerdir.
-Güç,kütle, kütle çekim, birikim, sermaye anlaşılmadan VARLIK anlaşılamaz.
-Anlam, mana kişiye göredir.
-Bilgi dolayısıyla bilim formüllerle ilerler.
-Derinlik (baatın) bizim medeniyetimizin özüdür.
-Güçlü ışık zayıftan parlaktır.
-Gözünü yumarak gerçekten kaçamazsın.
-Gelip geçici işler iş değildir.

Erkan YAZARGAN (doğrulanmamış) Ct, 23 Temmuz 2022 - 01:10

ŞEY

Bizim insanımızın anlamadığı ve anlaması imkansız olan şey nedir?

Öncelikle "Bizim İnsanımız" tabiri/tamlaması gerçek değil deyimdir burada. Bütün bölgeyi hatta Doğuyu kapsayabilir.

Tersine bir örnekle devam edeceğim. Lütfen dikkat! Japonya

Japonya Doğuda ama Batılı bir ülkedir. İlginç bir projeleri var. Yüz yıl gibi bir süre için planlanmış. Yirmi Trilyon Amerikan doları bütçeli. "Mars' ta Yaşam Kolonisi". Projeye bakınca tam biz Türklerin ideallerine yakın bir iş deyip gülümsüyorsunuz. Projenin sorusu şu: Farklı yer çekimlerinde yaşaması imkansızlaşan İNSAN nasıl uyum sağlayacak? Tamam. Sanatın sorusu şu: Bu proje özelinde yapılacak bütün işler hangi sanat kriterine göredir? Doğruya biz sorularımızı hep buraya yani dünyamıza göre soruyoruz! İnsanlık adına Japonya proje yapıp hayata geçirirken nerede biz neredeyiz? İşte sorunun tırtıklısı :) Can yakıcı değil mi? Üzülüyorsunuz. Farkına vardım. Anladıysanız tabii. Bizim insanımız derken kastedilen odur işte. Üzülmeyi ZATEN haketmiş olan. Neden? Çünkü o insan yaşam fırsatını elinden çoktan kaçırdığı için hiçliğe, yokluğa, yokoluşa mahkum edilmiş.

Bir örnek daha: On altı yaşından kıpır kıpır canlı bir gencimizle tanışmıştım adı Burak. O kadar soru soruyordu ki ölene kadar devam edecek sanırsınız... Bir süre sonra sesinin kesildiği görüp "ne oldu sana enerjini kaybetmiş sorularını bitirmiş gibisin" diye sordum. "Hocam, lütfen benim adımı vermeyin/yazmayın; yobaz bir ailem var. Beni barındırmazlar" dedi. Şimdi suç nedir, suçlu kimdir, hiçlik nedir, fırsat nedir, yokluk nedir, oyalanma nedir, kanma ve kandırılma nelerdir bir daha düşünelim.

Japonya'nın fırlatma rampaları filan yok ama SpaceX ile anlaşma yapıp (burada gizli reklam oldu) tüm malzemeyi onun aracılığı ile göndermek istiyor. Özel şirket de "olur" verip işe başlıyor...

Haydi, iyi günler :)

zorbatv Pa, 24 Temmuz 2022 - 11:24

Sevgili Erkan Yazargan, öncelikle sınırlı sayıda insanın kurabileceği cümleler, evrensel örnekler ve düşünceyi kışkırtıcı tartışma tarzınızdan dolayı bir kez daha teşekkür ederim. Uzun yazacak zamanımın olmaması handikap. İkinci yorumdan başlayarak özellikle temalı sayı sunuşunda bizim insanımızın anlamadığı, anlayamadığı vb. ifadelerin olmadığını dikkate alırsak, kıyaslamalarım, İstanbul ile Siirt ya da Ankara ile Artvin arasında değil aksine değerin evrensel olması gerektiğine inanan ve bu bağlamda bir yazın oluşturmaya çabalayanlardanım. Anlamak/anlamak ayrı bir durum, eylememe geçmemek, her şeyi bir rant projesi sanmak veya dönüştürmek ayrı şeydir. Gelelim, sorunların en derinine inme ya da Türk Mimari tarihini irdelemeye. Böyle bir derdi olmamalı yazarın. Akademik çalışma yapanların ya da mimari yazısı yazanların sorunu o. Deneme bağlamında evrensel değiniler yaparak sorunun özüne değinmek mantıklı olan. 

Bu türden eleştirel yorumların çoğalmasını dileyerek sevgiyle selamlıyorum.

 

Erkan YAZARGAN (doğrulanmamış) Cu, 29 Temmuz 2022 - 21:12

TAŞIN BÜYÜĞÜ
"samimiyetle"

İnsanlar neden kanar, kandırılır?

Platformunuzda "felsefe" başlığı açıp teoloji anlatırsanız veya akademik titeller kullanıp din adamlığı yaparsanız felsefeye ve sanata dolayısıyla İNSANLIĞA ihanet etmiş olursunuz.

İnsanlık; felsefe ve sanat sayesinde kan kızılı karanlık, irin bataklıkları, göz yaşı, ıstırap, din cenderesi, ideoloji çıkmazı girdaplarında binlerce yıl kıvrana kıvrana bilgiyi ve bilimi bulup yapmıştır/yapıyor.

Biliyorsanız biliyorsunuzdur. Bilmiyorsanız da bilmiyorsunuzdur.

Bilmiyor ama biliyormuş gibi insanları kandırıyorsanız insanlık hainisinizdir.
Bu kadar basit.

Kimseyi incitmek, yaralamak, kırmak, üzmek gibi bir derdim yok ama Volter' in dediği gibi "ezin bu zorbayı. Yoksa o sizi (insanlığı) yok etmeye devam edecek".

Acı verici olan, bu toplumun uyanıp kendine gelmesi ve anlaması, bilmesi imkansızdır çünkü inanıp güvendiklerinin çoğu aradan geçen yüzlerce yıl ve sonsuz bilgi birikimine rağmen; ya cahil, ya sahtekar dolandırıcı ya da bildiğiniz hainlerdir.

Anlamamaya gelince akademisyen de olsa anlamaz çünkü işine gelmez. Ortam oluşturup zaman harcanıyorsa doğru verim elde edilmelidir. Öne çıkma gibi bir derdim hiçbir zaman olmadı. Öyle olsaydı ben de insanları kandırırdım. Her gelene "ağam, paşam" deyip yağ çeker kitle toplardım. Bildim bileli kalabalıktan kaçarım. Bana göre iki kişi bile risktir. Bireyin peşindeyim. İnsanlarla birebir ilişki kurarım. Toplumdan kaçarım.

Hakikat peşine düşülecek bir şey değildir. Kaçmaz. Gözünün önündedir her zaman. Açık seçik, ayan beyan orada durur. İnsan görmek, kabullenmek istemez. Kaçan aslında hakikat değil insandır. Korkar. Korkusunun nedeni bilmemesidir. Kendisi korktuğu için başkalarını da korkutur. Korkakların oluşturduğu bir dünya dinci üşütüklerin hayalini kurdukları cehennemin kendidir. İnsanlıktan nasipsiz egemenlik sevdalıları ellerine geçen her fırsatı güç, baskı, zorbalık, imha, savaş için biriktirir ve harcar. Harcanan insandır, insanlıktır.

Düzene koymak zorundasınız. Maymun gibi daldan dala atlayıp bedava meyve toplayıp yaşamak insana yakışmaz. İnsan bedel ve karşılığını zekasıyla bilip anlama kapasitesine sahip tek canlı türüdür. Dışında kalan hayvani, eğitilmemiş duygular hastalıktır. Tedavi edilmelidir. En iyi tedaviyi de insanın kendisi yapar. Kimseyi kandırmaya gerek yoktur. Şunu bil ey insan; her kimi kandırıyor veya kandırdığını zannediyorsan ASLINDA kendini kandırıyorsun. Kendine yazık etme, yaşamın ve güzelliğinin farkına var, insanlık için çalış, bozgunculardan uzak dur, bilmiyorsan öğren, önce kendini tanı sonra diğer canlıları, farkına var, elindeki fırsatı değerlendir...

Ben
Erkan Yazargan. Diri. Canlı. Yaşayan. Sizin gibi bir insan. Beni boş verin. Ben ununu elemiş eleğini asmış bir adamım. Umurumda değil. Yapıp ettiğim her işimi öğrencilerime taa on sene önce bırakıp çekildim. Dışardan izlemeyi, ölmeden önce görmeyi seviyorum, olacakları.

Ümit Yaşar Gözüm' ü bulun. Oturun. Konuşun. Sorun. 7/24 çabalayıp duruyor. Senelerdir platformu takip ediyorum: Doğru dürüst işe yarar bir yazınız bile çıkmıyor. Adamcağız "bu defa olmamış ama belki bir dahaki sefere olur" diyerek yayınlıyor yazılarınızı. Siz de kendinizi yazar hatta büyük sanatçı filan zannedip arkadaşlarınıza, eşinize dostunuza gösteriyorsunuz. :) İnanın bana, hiçbir şey yok sadece ümit. Ölülerin peşinde koşup durmayı bırakın. Yaşamadan bilemezsiniz. Korkmayın. Yaşayın!

Çok sayıda örnek var ama Gerhard Richter örneğimi vereyim siz değerli sanatçı arkadaşlara. Yaşıyor. Messenger' den bile iletişime geçip ölmeden konuşabilirsiniz kendisiyle. Üç dönemin eşsiz ressamı. Filmi de var. İzleyin. Federal Almanya, Doğu Almanya ve Birleşik Almanya' yı bizzat yaşamış bir insan. Atölyesi herkese açık. En değerli sanatçılardan birisi. Yüz yüze konuştuk. Yayımlamamak kaydıyla bir sürü video kaydettik. "Pahalı oldukları için imzalamadan resim yapıp ücretsiz veriyorum sevdiklerime" diyen kaç sanatçı tanıyorsunuz. Sorun, öğrenin. Neden? Yaşam. Yaşamışlık. Tecrübe. His. Hissediş. Duygu. Sanat. Felsefe.

Neden zor olsun ki? Zor değil. Zorlaştıran insanın kendisi. Sıyrılmasını, sıyrılıp çıkmasını, kırmasını, kabuğunu kırmasını bi becerebilse harika işler yapar. İş esastır. Benim sabahtan akşama süslü kelimelerle birilerini kandırmamın bir anlamı ve değeri olamaz. İşe bakacaksınız.

Gerhard Richter örneği uzak geldiyse daha yakın bir örnek vereyim: Musa Eroğlu. Yaşıyor. Ankara'ya da sık sık gidip gelen bir insan. Sürekli Medeniyetler Müzesi örneği verip durur. "O ne saçmalık 2,5 ton kılıç mı olur" dedi diye "iyi sanatçı ama toplumun dini değerlerini hiçe sayıyor" denip üzerine gidilen adam. Toplumun dini değerleri veya ideolojisi ZATEN hiçse yalan söyleyerek mi dolduracaksınız ve daha ne kadar sürecek bu kandırmaca?

Lafı dolandırıp "cümleyi anladığımı söylemem doğru olmaz" gibi kurnazlıklar yerine işime gelmedi veya anlamadım desen daha dürüst olmaz mı? Neyi anlamadın? Fransızca değil, Arapça değil. Bildiğin Türkçe çok basit bir cümle. Neresini anlamadın?

Ne diye uğraşıp durayım ki böylesi moronlarla?

Hoşça kalın...

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.