Kültür Endüstrisinin Kıskacında mıyız-1

Kültür Endüstrisinin Kıskacında mıyız başlıklı tartışmanın 2. yazısının başlığı :Endüstrinin kültürleşmesi ve kültürün endüstrileşmesi ikilemi! olacak.Birinci yazı daha çok elimizden kayan insanlığa mistik bir yolculuk istedim.
Kültür Endüstrisi kavramını anlamak için, okurun öncelikle Frankfurt Okulunu, Max Horkheimer ve de Theodor W. Adorno’nun farkında olduğunu varsayıyorum. Kaygımız; ne yeniden anlamsız bir Kapitalizm-Marksizm tartışması açmak ne de varolan gerçeği yok saymak değildir. Ancak şunu bilmekte gerekir ki; altyapı-üstyapı kavramlarının kaynaştırılması fikrinin başlangıcı ile işler çığırından çıkmaya başlamıştır.
Felsefe

Kültür Endüstrisinin Kıskacında mıyız-1
Şaman ve Bilge: Toplumsal Düşlerin Sonu Mu!

Ümit Yaşar Gözüm

zorbatv.dergi

Üstat köklerine yaptığı yolculuğun son durağında karşılaştığı, Şaman olduğunu söyleyen kadının davetini kırmayarak büyük ritüel öncesinde derin sohbetle oluşmuştu yazının serüveni! Evrenin bazı yerlerinde kendisini doğaya bırakanların farklı bir belleğe sahip olduklarına inanmaya başlamıştı.

Yaşananlar üzerine düşünmeye başladığında bilgeliğine dönüp kendine sesleniyordu: Başka bir belleği daha var sanki insanın. Bir nevi yedek hard-diskler gibi. Her şeyi unutturan, kapalı kapılar ardına kilitleyip sakladığımız ama öteki belleği besleyip güncel yaşantımızı sürdürdüğümüz! Kanatlarından vurulan ütopyanın yere düşen utancıdır distopya!
Üstadın bu derin düşüncelere dalan hali, Şamanı nedense çok da şaşırtmamıştı. Hatta üstat da farklı belleklerin eş zamanlı işlediğinden emin bir şekilde konuşuyordu: 
“Üstat sanırım esaretimizin nedeni, özgürlükten yoksun olmak değildir; daha az düşünüp daha çok şey istemektir. Oysa toplum sınırları olan sınırsız bir yapıdır! Toplum iyi kötü, doğru yanlış her şeyi bilmesine rağmen, bireyin ruhunu eziyor yığının ayakları altında. Gündelik yaşamı sürdürmekten ne geçmişin izleri sürüyor, ne de gelecek kurgusuna eğiliyor yeterince.

Değerle insan arasında keskin bir kopuş yaşıyor yeni bin yılın insanı. Bu uçurum katlanarak süreceğe benziyor! Kendini gerçekleştiren bir terapiye ihtiyacı var insanın ve bir evrimle olgunlaşmaya düşüncenin!

Varsıllığın altında ezilenlerle, yoksulluğun ezdiği ruhları aynı tekne de yoğurmaya çalışıyor toplum! Oysa birisinin yetinmeye niyeti yoktur, ötekinin düştüğü yerden kalkacak gücü! O zaman yüzleştirmeli varsıllığı sosyal gerçeklerin yoksul yüzüyle! Sanki toplumun korkusu, bireyinkini bastırıyor!”
Üstat o anlarda Şamanın, bireyin düşleri üzerinden kendine pay çıkardığını düşünerek keskin bir çıkışla: Sen insanlarla ruhları arasındaki bağ olduğuna inanmamı mı bekliyorsun? 
Söyle o zaman; tanrılar ve insanlar, ruhlar ve madde, yer ile gök arasındaki bu ikilemden mi besleniyorsun! Yaşama baktığımızda birey ile toplum, iyilikle kötülük, doğru ile yanlış, varlık ile hiçlik arasındaki bu ahengi neyle açıklayabiliriz!

Gökyüzünü mesken tutan iyiliğin aydınlık tanrılarıyla, yeraltının karanlığında saklanan kötülük tanrıları arasında sıkışan ruhun çağrısına mı kulak vermeli insan! Ah bireysel aydınlanmanın içsel sesi, ortaya çık ve seslen şu zavallı Şamana:

Çıtımızı çıkarmadan dinlediklerimizin savurduğu arafta bocalıyoruz.Yüzeyselliğini algılayanların isyanına büyülenmişçesine sırtımızı dönüyoruz. Belki aylar, yıllar bir ömür sonra anladığımızda da yükünü tutan büyük cambazın çok sevdiğimiz limandan ayrılışını, kral çıplak gerçekliğiyle hüzünle seyrediyoruz.

Ne biz artık coşkunun beslediği bir varlığız ne de rıhtım yeni umutların uğradığı limanın vazgeçilmez parçası! Küçük ayrıntıların içinde debelenen detaycı ruhlara inat, toplum kendinden emin ve dingin. Çünkü, sistem itaat edecek köleler ararken, sanatçı aydın, aydınlatacağı ruhların izini sürüyor!

Onlarla konuşuyorsan eğer, söyle bana sen hiç ruhun korktuğunu gördün mü? Korku öğrenilen bir şeydir ki; onu ancak zaman öğretir. Öyle ki, aptal cesaretinin de ne büyük korku olduğunu, onu bir aydının zekâsında karşılaşınca öğrenirsin! 

Ölümlüler için son ve sonsuzluk ‘an’ ile sınırlıdır! Toplumlar ise, uzun bir süreçte var olup, aynı sürecin bir parçası olarak parçalanıp, başka bir ortama dönüşürler. 
Unutma ki, her aydınlanma bir bilgenin eseridir. Her karanlığın yönünü cehaletin yarattığı ortak akıl çizer ki; asla var edilemeyecek tek gerçeklik ‘hiç’ ile yüzleşmeye davet eder toplumu! 

Toplumsal düşleri besleyen şey, bireyin gelecek umutlarıdır. Ki, onların öldüğü yerde, gerçekte çürüyüp yok olan toplumun kendisidir. Onun için, dünyaya ait olanlarda eşitlik ve özgürlük ortak bilince dayanır. Özgünlük ise, düşünen bireyin toplumsal düşleri yerinden oynatarak, harekete geçmesini sağlayacak vazgeçemeyeceği kanıtıdır.
Şimdi aydınlatın aklımı üstat; zamanın da bir doğası var mıdır? İnsanın ‘hiç’likten sonra en büyük merakı olmalı bu, diye sorduktan sonra, kendine konuşur gibi; herkesin sonsuzluğu farklıdır diye mırıldandı! 

Şamanı dinleyen üstat, sorudan değil de, vardığı yargıdan hareket etmeyi yeğledi: 
Söyle Şaman, eğer herkesin sonsuzluğu farklı ise o zaman; ‘başkasının sonsuzluğunda nasıl geziniyorum’ diye haykırışını, düşürdü sohbetin ortasına!

Sorudan etkilendiğini gösteren Şaman, önce gökyüzüne ardından toprağa bakarak : 

“Her şeyin arasındaki mesafedeyim diye seslendi akıl: Ve ekledi her şeyin sürdürülebilirliğiyim diye. Bir kopuştur yürekten uzaklaşmak üstat, bin buluşmayı vaat eden zamana özenirdim. Ne var ki şimdi, bir bilgenin diliyim! Ki, bilgenin dili de kaderidir insan kardeşlerim”diye coşkunluk haliyle seslendi ve sustu!
Üstat etkilenme ile inanma arasında bir sınırda olduğunu fark ettiğinde, toplumsal düşlere dönmenin zamanının geldiğini anlamıştı: 

Dinle ey yer ile gök arasındaki ruhların rehberi!

İnsanı arıyordum; bilmem kaç milyon yıllık serüveninde. Öylesine derin uykusundan uyandırıyordum, ruhunu. Gerçekle yüzleşen insanın ruhundaki, estetik değeri yansıttığını görüyordum yeryüzüne. Yaşama art niyetsiz sarılmanın yarattığı coşkunun sanat olduğunu algılıyordum. Dön ve arkana bak, zamanı ardından sürükleyen parlayan ne varsa hepsi onun eseri!

Kentin aç gözlülüğüne inat, kıraç topraklarda tok yüzler görmeme aracı oldun! Kaldı ki, hepimiz gerçekleşmeyen hayallerin isyanında bocalayan bir kuşağın temsilcileri değil miyiz: Ne kusursuz suskunluğu becerebildik ne de adam gibi haykırmayı! Sanki yüreğimizle aklımız asla uzlaşmayacak tarafların saflarında savaşan paralı askerlerdi!
Ey zamana öykünen Şaman, unutma ki; lambalar kapandığında, ışık özüne çekilir, insan karanlığın loşluğuna. Bir tek gönül gözü açıktır mahremin derinliklerine! 
Bir kış sabahı yalnızlığına uyandığında anlayacaksın güneşin yalnızca birbirine eklenen anları aydınlattığını!

Sanatın da istemesine rağmen, bize anlatamadığı, anlamaya bağlı bir ışığı vardır. Yalnızca şikâyet eden ve istemekten geri durmayan anlayışı uzaklaştırın yaşamınızdan.  Yoksa sizi de düşünmeden yaşayan anlamsız bir varlığa dönüştürürler. İşte böylesine ardına takıldığımız, büyük bir kırılma toplumların yaşadığı!
Şaman ritüel için, geleneksel giysilerini kuşanmak üzere doğrulduğunda, üstadı geleneksel töreni izlemeye davet etmeye karar vermişti. Böyle bir bilgenin önünde yapacağı her ritmin farklı bir anlama bürüneceğini hissiyle üstadın onayını aldığında, biliyor musun üstat; ‘iyiliğin bedeli vardır, mimiklerimize mutluluk olarak yansıyan! Bin yıllardır toplumlar cehaletin tuz gibi dağılmasına çabalıyor. Ne var ki, cehalet hala molekül inadında direnmekte çözülmeye!’

Tören alanında azımsanmayacak bir topluluk kendilerini karşıladıklarında, derin bir sessizlik çökmüştü alana. Şaman kendini aştığını düşündüğü enerjiyi sesine ve hareketlerine yansıttığı, o anlarda ortamdan kopmuştu. Sanki her şey bir anda olup bitmişti. Her figür ayrı bir anlam her yönelik bir öze dön çağrısını kucaklıyordu. Zamanın su gibi aktığını ve törenin sonuna geldiklerini Şamanın kendisine seslenmesinden anlamıştı: “Ey büyük bilge; her kapının arkası karanlıktır dışarıdan bakan göz için, bundandır yüreğin kapısının olmaması!”

Sonra törene katılanların oluşturdukları hilalin açık ucuna kurulduklarında yeniden başladıkları sohbette, üstadın söyleyecekleri eleştirel birer sorgulamaya dönüşecekti: 

Ey bedenini toplumdan soyutlanmış zarafet, toplumla dertlenmenin ardında yatan gerçeği söyle bana!

Siz insan kardeşlerim dönüp ardınızda bıraktıklarınıza bakın, milyonlarca yıl geçti üstünden varoluşun ama karşıtlığın evrimi gerçekleşemedi hala! 

Yürek ahenkle dans ederken, akıl öldüren cümleler kodluyor dilimize. Ortak toplumsal akıl can çekişiyorken, küresel aklın şenlik havasındaki fısıltılarına kulak verin. Ayrışma burada başlıyor, dünya bir kasvet tarlasına dönüyor, biz seyretmekle yetiniyoruz!

İnsanı kuşatan yeni çağda, ecel ile zorba kol kola kulaç atıyor. Birisi yarını vaat etmiyor kitlelere, ötekisi lokmasını bölüşmüyor yanı başındakiyle. Öylesine ilkeli bir iş birliği ki, sürekli dayatmalarıyla öldürüyor bireysel aklı! İhanetlerini hatırlamadığımız çağın, gönüllü köleleri kitleler, siz birey olmanın farkına varın!

Irkçılık gibi, cinsiyetçilik de üşütüyor yüreğimi insan kardeşlerim. Siz aidiyetin vicdanı olun, bu şeytanların karşısında! Bakın ilk kam verenlerden ilham almış bir kadın Şaman, ritüellere ruh üflüyor, geleceğe.  Ve inci beyazı düşler kurmasını öğretin çocuklarınıza insan kardeşlerim diye sesleniyor. İnci gibi bağlar kuracağı düşünce yetisi kazandırın çocuklarınıza, çağın karanlık yüzüne inat!

Dinleyin insan kardeşlerim ve kam alın ortak yazgımız üzerine. Unutmayın ki, kabarcık dolu suda balık değil, ancak kurbağa avlayabilirsiniz. Öylesine kirlenmiş bir çaresizliğin içerisinde insanlar umut arıyorlar! Toplum bireyden yana dertleniyor, birey toplumun düşlerinin öldüğünü haykırıyor!

Artık üretmeden yaşamanın yolunu gösteriyor küresel akıl. Sizler insan kardeşlerim, çağın kölesi olmamaları için, tüketmeden önce üretmenin erdemini anlatın çocuklara. Önce çocukları hoşnut etmelisiniz umuttan yana ki, gelecek berraklaşsın gözlerinde!

Yarın yine kapatacak bütün kapılarını ölüm. Manevi ölüm ve yeniden dirilişin  ekseninde dönecek zaman, varlık için. Sen insan olmanın yüceliğiyle bekle sıranı insan kardeşim! İnsan, zavallılarla kavga etmektense, güçlüyle savaşmayı yeğlemeliki, yenilgisinin de bir anlamı olsun!


 

Yorum

Jale inan (doğrulanmamış) Ct, 15 Ocak 2022 - 21:22

Üstat yine aklımı karıştırdınız. Toplumsal düşlerin sonu mu sorunuzu bu yüz yıl toplumların ölümü mü olacak. Geçtiğimiz yüz yılın ideolojileri gördüğümüz yüz yıl olduğunu dikkate alırsak bunun da gerçekleşmesine kesin gözüyle bakabilir miyiz...

zorbatv Pa, 16 Ocak 2022 - 14:13

In reply to by Jale inan (doğrulanmamış)

Sevgili Jale İnan

İronik bir gönderme olsa gerek aklınızın karışması. Şayet çok karışmış olsaydı bu damıtılmış tespiti yapamazdınız. Evet geçtiğimiz yüz yıl ideolojileri gömdüğümüz yüz yıl diyebiliriz ironi yaparak. Unutmamamız gereken, düşünce var olduğu sürece ideologlar ve bundan beslenen yönetimler ve kitleler olacaktır. Önemli olan kitlelerin aydınlanmasıdır diyebilen aydınların süreci yönetebilmeleridir.  Dijital çağ toplumları yeni bir evrime zorluyor. Uyum gösterenlerin ayakta kalacağı, kendi ilkeleriyle gelen bir çağın kapısını araladı insanlık. Sevginin sanatın ve yazının aydınlığında buluşalım.

İlayda Sancak (doğrulanmamış) Ct, 15 Ocak 2022 - 21:26

Sizin aforizmalar şiir gibi. Geçen denemek istedim p tadı yakalayamadım. Şiirlerini merak etmekten alamıyorum.

zorbatv Pa, 16 Ocak 2022 - 14:17

In reply to by İlayda Sancak (doğrulanmamış)

Sevgili İlayda Sancak,

İyi bir okur, yazarın ruhunu yakalar. Siz de bunu başaranlardansınız. Teşekkür ederim. Derdim insanların düşünmesi, felsefik konuları kitlelere ulaştırmanın yolu sanatsal bir dil ve anlaşılabilir cümlelerden geçiyor. Bunu yapmaya çalışıyorum. Her metnin şiir olduğunu düşünün ve öyle okuyun lütfen. Şiirlerimi paylaşmadığımı tanıyanlar bilirler. Sevginin,sanatın ve yazının aydınlığında buluşalım. 

Ümit Yaşar Gözüm

Asuman Kaplan (doğrulanmamış) Pa, 16 Ocak 2022 - 17:33

Yaşamın diyalektiginin yansıma alanlarından seçilmiş çok anlamlı bir konu. Tebrik ederim Ümit üstat.
Endüstrileşme kültürde de eş zamanlı yol alırken, bireyi de endüstri ürünü gibi metalastıran bu perspektife özgürlüğünü kaybeden bireyin topluma yansıması nasıl olur? İnsanın ürettiği kültür Mü! Kültürün ürettiği insan mı! Paradoksu... Ve düşündürdükleri ...

zorbatv Pa, 16 Ocak 2022 - 17:44

Sevgili Asuman Kaplan,

Zarif görüş ve değerlendirmeniz için, teşekkür ederim.  Büyük paradoks mu, EVET!  Şubat sayısında yayınlanacak 2. yazı sorunuzun da yanıtlandığı bir yazı olacak.  Küresel sermaye, küresel akıl, ideoloji kavramının yeniden evirilmesi ve düşünmesi gerekmeyen BİREY. Küresel imparatorluğun bir parçası toplumlar/ulus devletler. Yükselen materyalizm ve çöken insani değerler. Hepsi ama hepsi eni tanrı arayışındaki insanın, Dijital Çağın Tanrısına teslimiyeti. 

Detayla yanıtlanması gereken ilk yazının ironisini çok iyi algılayıp özetlediğiniz bir foruma kapı aralayan tespitleriniz.  

Yazarını zorlayan sorular, aynı zamanda ufuk açan yorumlardır. 

Sevginin, sanatın ve yazının aydınlığında buluşalım.

Ümit Yaşar Gözüm 

 

Erkan YAZARGAN (doğrulanmamış) Pt, 17 Ocak 2022 - 14:59

Anlaşamadığımız ve anlaşmamızın imkansız olduğu yer şurası: Bırakalım şimdi İbnSina' nın boşluktaki adam akıl yürütmesini. Ok' diyelim ve geçelim…

Gerçek/gerçeklik/farkınavarılan gerçek/zaten -yine birilerine veya birine göre ORTADAYKEN doğa/doğal SAFDİLLİĞİNİ neden aşamıyoruz çünkü delilini arayıp durduğumuz bilgi veya deneme/deney çöplüğü zihnimizi karman çorman ediyor, kendimize güvenimiz yok, birilerine dayanma ihtiyacı duyuyoruz, güçsüzüz.

O halde güçlenmek için önce bu çöplükten, kötü kokusundan, pis havasından, çürümüş/çürüyen yapısından kaçıp çıkmak gerekmiyor mu?

Kilisenin kurnazları elegeçirdiklerini kaybetmemek için TABİİYYUN felsefesine bir kaç yüz yıl sarıldılar ama nafile bütün güçlerini yitirdiler. Şimdi kendi kiliselerini bile koruyamıyor/sahip çıkamıyor, haraç mezat satıyorlar. Oysa eskiden hem kanun koyup hem yargılayıp cezalandırma gücüne sahiptiler…

Günümüzde yaşanan da o sürecin bir devamı: Müflis yapılar çöküyor. Çökmek zorunda.

Doğa ile doğalı bir türlü anlamayan sözde aydın, öncü, akademisyen, yazar çizer, konuşur, mihrap sahiplerinin dönemi bitti. Birey, kendi olmanın tadına vardı. Artık masallara inanmıyor.

Doğa kurgusundaki safdillere son olarak şunu derim: Donanımsızsanız doğa sizi 1 günde öldürüp elementlerinize kadar parçalar. Doğada tek başınıza hayatta kalamazsınız. En iyi eğitimli askerler bile 3 günlük proğrama göre eğitilir. Üç günden sonrası ölümdür. Doğal ise bambaşka!

Erkan YAZARGAN (doğrulanmamış) Pt, 17 Ocak 2022 - 16:02

DOĞALLIK II

Genç arkadaşlara önerim kimseye inanıp gğvenmemeleridir. İnsanlık dediğimiz evren bugün istisnasız her bireye çok fazla imkan sağlıyor. Buradaki sorun; kendi çocuklarını istismar eden ebeveynler/vasiler sorunudur. Kendi yaşam tecrübelerinin büyük çoğunluğu negatif olduğu için yeni nesilleri de o negatif duygularla (tiksinme, küçümseme, korku, öfke…) yoğuruuırlar, başka seçenekleri yok ama insanlık dediğimiz birikim BU durumun farkında olduğu için -malesef bireyi koparıp almak gibi bir yol izlemek zorunda kalıyor.

Süreç işliyor.

Bu süreç önüne geçilemez, engellenemez, provoke edilemez, manüplasyondan sıyrılmış, ileriye yönelik, seçip alan, en küçük cevheri bile değerlendirmek isteyen hatta çöplükten bile GERİDÖNÜŞÜM yoluyla yeniyi yaratan bir süreçtir.

Süreçte kıvranıp şikayet edenlerin çoğu çöplük birikimlerini kaybetmek istemeyenler olduğu için sorunlar yaşanıyor.

Bizimki gibi geri kalmış ülkelerin sözde aydınları istismarcı vasi sınıfına daha yakınlar. Akademik özgürlüğü/özerkliği bile sözkonusu olmayan binlerce maaşlı profesörün FİLAN çözümde, iğrapta mahalli yok, gerçek bu.

Dışında kalan güçsüzler ise boş işlerle uğraşıp harcanıyorlar. Değer bilinçleri yok. Sermaye düşmanı kitleler tarafından sömürülüp varlıkları, sahip olmaları gereken değerler ellerinden alınıyor. Doğanın acımasızlığıyla orantılı işleyen sömürü sistemleri kendi kurbanlarını kendi yiyor tıpkı bataklığa saplanan canlı gibi ölen insan bir süre sonra o bataklığın bir parçası, kendisi oluyor.

Doğal olan içten gelendir. İç bizzat kendindir. İçini ayıklayıp saflaştırırsan ihtiyacın olan benlik oradadır. Onu keşfettikten sonra diğerlerinin benliklerini de anlar doğru yerde durup doğru işler yaparsın. İş senin kim olduğunu gösterir. Daha iyisini, doğrusunu, düzgününü, yenisini KENDİN yaratabilme becerisine sahip olursan birey olabilmişsin demektir.

Yoksa avare kasnak gibi aynı, tekrar, ezber, kopya, çalıntı, taklit işler iş değildir.

Neden başkalarının yaptığını tekrar yapıyorsunki, sen insan değil misin?

zorbatv Pt, 17 Ocak 2022 - 21:11

Sevgili Erkan Yazargan

Öncelikle yorum bağlamından katkı formuna geçen birbirini tamamlayan iki görüşünüz için teşekkür ederim. Bazen kitle içerisinde büyük bir yalnızlık yaşadığımı düşünüyorum ancak sizler  ortaya çıkınca "anlamın ve anlamanın üstün değer olduğunun kıymetini bilenler var diyerek" yeniden kendime geliyorum. 

  Genel çerçeve içerisinde aynı yerde olduklarını farz ettiğimiz  anlaşılma ve anlaşmayı imkansız kılan toplumsal ya da evrensel öncüller. Yazı  Kültür Endüstrisi ve Dijital Çağın Tanrıları başlıklarını işleyeceğim dizinin ironik giriş yazısı. Tartışma başlığınız aslında ilk cümlesini kaldırırsanız anlaşmanın ötesinde aynı eksende yürüyen bireyin düşünsel isyanıdır. Terminoloji bizi  bireyin toplumsal yargılara feda edilemeyecek kadar önemli olduğuna inancımızı daha da güçlendiriyor. 

Bir önceki denemede de ifade ettiğim üzere, toplum Demokles'in Kılıcı gibi bireyin ensesinde ve önce onun düşün/düş dünyasını katlediyor. Bunun yaşandığı ortamlarda özgün düşünce ve özgür ifadeden bahsedemeyiz.  Bunu aşmanın yolu gelenekselden kurtulan bireyin dijital çağın tanrılarına kurban olmaması/ edilmemesi.  
Gelelim akademiya ve aydının çağdışı kalmışlığı önermenize. Çok uzun zamandır umudu bireyde aramaya yönelmiş bir düşün insanı olarak bu uğurda onlarca yazdım, yazmayı sürdüreceğim. Çünkü aydınlanma kendine gelen bireyin toplumsal normları yeniden yazmasıyla aşılabilecek. Tatlısu balıkları gibi risk almayan aydınları varsa bir toplumun, orada gerçek/gerçeklik seyahate  çıkar. Küresel sermayenin emrine teslim olan üst akıl diye tanımlanan şey farklı işler yapmaya yönelir ve kendi tanrısını yaratır. Burada birey olmaktan bahsedemeyiz.  İnsanlık yeni kuşaklar üzerinden yeniden- yeni  genel geçer kurallar ortaya koymak durumunda. Bunu başarmanın yolu da her iki yazının da özünü oluşturan bireyin özgün düşünce üretebileceği ve toplumu yeniden yaratabileceği kıvama gelmesiyle ve kendine inanmasıyla olacaktır.

Bu anlamda Şubat sayısında yer alacak yazıda ifade edileceği üzere "Sorun kültür endüstrisinden çok, kültürün endüstrileşmesinde" ... Bir yanda değişen çağ diğer yanda hala Nuh Nebi çağında kalan insanın kullanılmaya açık çaresizliği....

Katkınız için içtenlikle teşekkür ederim ZorbaTVdergi Ailesi adına. 

Sevginin, sanatın ve yazının aydınlığında buluşalım.

Ümit Yaşar Gözüm


 

Erkan YAZARGAN (doğrulanmamış) Pt, 17 Ocak 2022 - 23:01

Bu halde öneri geliştirmeye şu şekilde devam edebilirim: "Bireyin yazması" gereğinizden hareketle endüstri korkunuzu belki yenebiliriz…

Yaşa/ya/mayan bireyin yazması da dürüst olmayacağından; önce kendisi sıyrılıp çıkmalı ve çıkarken yaşadıklarını unutmadan -alabildiğine özgüvenle, kimseye bir şey ispat etme derdi olmadan, korkmadan, çekinmeden, elalem ne der demeden yazabilmesi gerekiyor. Yazdıkça açılacaktır.

Bu aşamasında ona en iyi destek; yazdıklarının boşa gitmediğini, anlamsız olmadığını, emeğinin zayi olmayacağını gösteren "üst akıllara" / daha önce onun yaşadıkları gibi tecrübelere sahip olanların ACİL desteğine ihtiyacı vardır. Burada tek risk faktörü "insan olmanın da gereği" popülerin tuzağına düşüp kendisini kaybetmemesi gerekir. İşte burada iyi bir endüstri yönetimi bu tıkanıklığı kolaylıkla çözüyor. Değersiz gibi duranı değerli kılan bir endüstrinin kime ne zararı olabilir. Aksine kültürlerimizi kaybederiz etkisi BELKİDE büyük bir provokasyondur! Provokasyonu mekteplerinin özüne koyup kültürleri imha ederek kendi müflis egemenliklerini kurmaya çalışanların kiliseden ne farkı var?

Kültür asla imha edilemez. Kültür öyle veya böyle varlığını sürdürür. İnsan hatta canlı varoldukça kültür de vardır, varolur; maya gibi, küf gibi, mantar gibi, ekin gibi içten içe yaşamaya devam eder. Kültür olmadan sanat olmaz/olamaz. Sanat olmadan medeniyet olamaz.

Bizim şu günlerde yokluğunu çektiğimiz en büyük boşluk; insanımıza sermaye bilinci aşılayacak, yükleyecek cesur aydınlarımızın yokluğudur. Sosyal veya kültürel sermaye bilinci, birikimi olmayanlar ÖZELLİKLE günümüzde hiçbir doğru iş üretemez çünkü yok olup gider. Birilerinin alıp onları değerlendirmesi gerekiyor. En saf, temiz, samimi, doğru, dürüst haliyle değerlendirilsin ki "biz de bu insanlık EVRENSELİNE bir şeyler kattık" diyebilelim.

zorbatv Sa, 18 Ocak 2022 - 18:23

In reply to by Erkan YAZARGAN (doğrulanmamış)

Sevgili Erkan Yazargan,

Kültür Endüstrisi onun sağladığı imkanları sonuna kadar kullanan birisinin kişisel korkusu olamaz. Yazma eylemini tanımlarken sıraladığınız ölçütler "Aydının/ aydın olmanın"  kriterleri. Aydının kim ne der kaygısı, korkusu olamaz, çünkü aydın "özgür düşünüp özgün düşünce ortaya koymakla kendine, topluma ve nihayet insanlığa karşı sorumluluk hissedendir." Dolayısıyla aydının/entelektüelin kaygısı kişisel değil, toplumsal ve de evrenseldir duruma göre.

Yaşam artı eksi herkese bir şans verir, ancak kimin o şansı nasıl kullandığı ya da kullanmadığıyla ilgilidir. Herkes düşüncelerini ifade hakkına sahiptir, ancak herkes yazdıklarının bir karşılığı olduğu, veya olacağı inancını kült haline getiremez. Öyle olsaydı, her insan bir yazar veya sanatçı olurdu, olması gerekirdi. İnsanlığın bilinen tarihi bugüne kadar böyle bir dönem olmadığını, olamayacağını bize söylüyor. Yaşamı sosyal medya postlarına bağlayarak herkes özgürce yazsın deme lüksü olamaz toplumun, insanlığın... Ama herkes düşüncelerini açıklamak, yazmak, duyurmak hakkıyla donatılmıştır demokrasilerde.

Bir diğer başlık KÜLTÜR. Kültürler doğar, gelişir, yaşar ve ölürler. Geçmiş uygarlıkları düşünmemiz yeterli. Günümüzde hiç kimse dünyanın en büyük uyğarlıklarından birisi olan Hitit Uygarlığının kültürel değerleriyle dinsel ayinler yapmıyor, sofra kültürünü kullanmıyor, giyim kuşamı vb. ile yaşamıyor. Kültürler canlı organizmalar gibi, yaşandıkça, yaşatıldıkça var olan, ve uzaklaşınca da unutulan, yok olabilen değerler bütünüdür. Yaşanmış ve tarihin derinliğine çekilmiş hiç bir kültürün yeniden yeşerdiğine tarih tanık değil. Ancak insanlığın zaman zaman yaşadığı geriye gidişler olmuşsa da bunlar insanlığın karanlık çağı olarak adlandırılmışlardır. (Aykırı azınlık hariç, onlarında tarihte izleri yoktur)

Önemli gördüğüm bir başka değinmeniz yeni çağın doğurduğu SOSYAL ve KÜLTÜREL SERMAYE kavramları. Bunlar dijital çağın birincil öncülleridir.  İşte sorunda burada Küresel Sermayenin, kültür endüstrisi üzerinden ele geçirmeye çalıştığı iki temel alan sosyal ve kültürel sermaye... Aydınlar bu anlamda sosyal ve kültürel sermayenin taşıyıcısı, aktarıcısı hatta yaratıcısı olmakla yükümlüdür, en azından vicdanlarına, içine doğdukları topluma ve insanlık ailesine karşı. 

Sevgiyle ve sanatla bir de kitapla kalın.

Ümit Yaşar Gözüm

Erkan YAZARGAN (doğrulanmamış) Sa, 18 Ocak 2022 - 23:56

KÜLTÜR SERMAYE ENDÜSTRİ

Kendimi daha iyi ifade edebilmek ve aynı zamanda katkı da sunabilmek için;

Değindiğiniz 3 ÖNEMLİ konuyu biraz daha irdeletmek isterim. Cult ile anlam kazanan kültür, verdiğiniz cümleniz ile "doğum, yaşam, ölüm" çizgisinde bir canlı gibi olsaydı; İNSANLIK dediğimiz genel KAVRAMI bu kadar kolay anlayamadık. Acaba ezberleyip geçtiğimiz için mi "insanlık" diyoruz yoksa gerçektende insanlık bir bütün müdür?

Ağaç, Dağ, Ateş, Hava, Su, Rüzgar, Nefes, Toprak gibi yüzlerce değerli cult'lerimiz incelenirken; biz daha rahat anlayalım diye "Türk Kültürlerinde Ağaç Kültü" vs ana başlıklar açarız. Demek ki bu kült başka milletlerde de vardır. Tıpkı Dağ Kültü gib: Biz Tekeli Dağını, Tanrı Dağlarını kutsayarak kalıcı, içsel kültürümüze dönüştürmüşüzdür Yahudiler Siyon'u, Araplar Arafat Dağı'nı…

Dolayısıyla kültürler imha edilemez.

Bizdeki bazı kurnazlar "yeni kültür inşası veya dili zenginleştirme adına" cinayet üstüne cinayet işleyip o küfü kimyasal maddelerle yok etmeye çalışıyorlar. Kavram ve kelime bozumunun birinci sorumlusu içimizdeki aydın görünümlü, kendilerine aydın denilmesinden hoşlanan DEĞİŞİK tipler yapıyor. Neden bunu yapıyorsunuz diye sorduğumuzda hiçbiri ben katilim demiyor ama "dili zenginleştirmek" için yapıyorum diyor!

Kültür dönüşüp değişerek süregelen ve süregiden sinir sistemimiz gibidir. Nöronlar hastalanırsa tedavisi yoktur. Kültürün kendisini koruyup kollama gibi tarihi bir becerisi de vardır. Dolayısıyla DaVinci gibi bir sanat dahisi ömrünün sonunda "her şeyin birbiriyle bağlı olduğunu keşfettim" diyerek dogmaları sarsıp her şeyi sürekli yaratan bir yaratıcıya ihtiyaç ve gerek olmadığının altını altını kalın çizgilerle çizmiş sonrasında Nominalizm ve daha sonra Sekülerizmle insan zihninde en büyük devrime AYDINLANMAYA sebep olmuştur.

Sermaye denilince nedense bizde yığıcılık, yığıncılık, istif, cimrilik, başkasının malına göz dikme, açgözlülük, para sevgisi, kapitalizm FİLAN gibi şeyler anlaşılıp topluma şırınga ediliyor. Değil.

Herhangi bir sanat eserini değerlendirirken, ederini, fiyatını, pahasını biçerken elimizde yasal, geçerli, kabul görmüş, kabul edilen kriterler var: Sosyal ve Kültürel değer de bunlardan bir tanesi.

Örneğin sizin baştan beri yazdığınız bu yazının bir değeri vardır. Size göre paha biçilemezdir çünkü sizin üretiminizdir. Oysa metnin çözüm üretmesi bakımından kültürel değer olması ile ilgili her bir cümlenin ASLINDA bir karşılığı vardır, olmalıdır. En basit hesaplamaya sizinki kadar değerli olmayan bir makale; kelime başına ortalama 1 veya 1,5 dolardan hesaplanabilir. Bu ölçüm bizim daha kolay, hesaplanabilir, karşılığı olan, ederi belli bir maddi karşılıktır ki bu birikim sayesinde üst üste koyarak büyük işler yapabildik. Mendeleyev'in labaratuarında hepi topu elli altmış malzemesi varken Periyodik Cetvel gibi harikayı yaratarak "neyden yaratıldık/varolduk" tarihi sorusunu çözüverdi ve Enasır-ı Erbaa gibi bir evren çöktü. Bugün Cern labaratuarının değeri trilyonlarca dolardır ve trilyonlarca malzemeye sahip. Karşılaştırılması imkansız!

Olacak olanlar sürekli bu silsilede ilerleyip durur. Sermaye bilinci olmayan toplumlar ve bireyler sömürülmeye mahkumdur çünkü onlar çok basit bir insani gerçeği ve birikimi inkar ettikleri için mahkumdurlar.

Lafın kısası; günümüzde endüstrisi olmadan da hiçbir sermaye birikimi ve yaratımı gerçekleştirilemez.

Erkan YAZARGAN (doğrulanmamış) Cu, 21 Ocak 2022 - 18:14

ÖZ

BİR SONUÇ

Size kesin ispatlanmış bir deney sonucumu vereyim: On yıllık 750.000 tam mesajdan sonra oluşan bir sonuç.

İnternet siteleri özelinde birikimlere şöyle bir gözatıp taramasını yaptığımızda; durağan olup olmamasıyla özetlenebilecek işleyişlerinde ETKİ ALANLARI değerlendirildiğinde arzu, inat, koruma, geliştirme, saptırma, oyalama, meşgul etmeden sonra değerli olup olmadıklarına bakıyoruz.

İşlenen konu ve ele aldıkları örnekler ne kadar KENDİLERİNE aitse o kadar özgün, ne kadar başkalarınınsa o kadar yabancılar.

Bize ait olanı en kadimimizden beri bilip takip edebilmemizin geleneksel bazı ipuçları var. Ninemizden, dedemizden sır gibi aktarılan nüveler zihnimizde yoğrularak yeni nesillere aktarılıyor. Bu aktarım görev bilinciyle bielikte "kutsal vazife gibi" benliğimize kazınmış durumda.

Bana "neden Adorno duyduğunda tüğlerin diken diken oluyor" diye soruyorlar. Kilise özelinde tarih boyu din ADAMLARI sınıfının insanlık özgürlüğü ensesinde boza pişirip bastırmak, bireyi imha etmek için KULLANDIKLARI "Büyük Günah" dolayısıyla bütün insanların zaten suçlu oldukları savı/savsaklığı/kurnazlığı. Değişen bir şey yok! Aynı kurnazlar bu defa yoksulluk, açlık, sömürü, tecavüz, istismar, suç, suç dünyası, dünyanın kirletilmesi, iklim sorunu, refah, adalet, sermaye, küresel sermaye, güç vs dayanaklar ile bireyi bastırıp imha ediyorlar. İşte bu tüğleri diken diken eden bir durum. Tetikte, uyanık olmamızın sebebide bu. Onlara "artık insanlar ne Adem'e nede onun günahına inanmıyor" diyoruz. Kendileri köle ruhlu, efendi arayan, kurtarıcı bekleyen, patrona muhtaç EZİKLER oldukları için her insanı kendilerine benzetmek, benzerlikleri görmekten mutlu oluyorlar. Oysa yaşam denen görece kısacık zaman aralığı fırsatının farkında olamadan ölüp giden milyarlarca insan var. Belki hayali evrelerinde sahte mutluluklarla tatmin olabilirler ama zombiden farkları yok; tepkisiz, duyarsız, duyargasız, sinyalsiz, frekanssız, etkisiz, tepkisiz, cephelerinin gerisinde matrixlerinde nefes alıp veriyorlar ama yaşamıyorlar, yaşamaktan korkuyorlar, ölümün ve ölünün takipçileri. Ölüyü kutsayıp baştacı ediyorlar yaşayanla uzaktan yakından alakaları yok. Açıkca görülen gerçek bu.

Mantığın 4. evresine geçen insanlık bütünü algılayıp algılatır, anlatırken integral "ya vardır ya yok" ikilemini yerlebir edip quantal mantığı inşaa ediyor, egemen kılıyor bugün: Geridönüşümden yeninin yapılması işi. Birikiminiz başkalarının tekrarı ise, dayanaklarınız kendinize ait değilse, kendi ellerinizle kendi kültürünüzü yok etmişseniz hatta kendinizden haberiniz bile yoksa geleceğin dünyasında YOKSUNUZ.

Kesin deney sonucu, kesin bilgi budur. Ne kadar debelenirseniz debelenin boşuna :)

KÜLTÜN DERİNLİĞİ

Bahsini ettiğiniz kaybolup giden Hitit Uygarlığının Yemek Kültürleri örneğinizden devam edersek;

Yemek Kültürü dediğimizde meselenin ortasından başlıyor ve derinliğini göremiyoruz demektir. Asıl inmemiz gereken daha derinlerdeki "Ziyafet Kültüdür". Ziyafet Kültü başlığını, özünü açınca içkilerinden, sofra düzenlerine, sunulan yemekler ve sıralarından diğer eğlence unsurlarına kadar ÖZE DAİR daha pekçok esası, gerçeği bulup ne kadar çeşitli, düzenli, önemli, disiplinli, kendilerince saygın, toplumu şekillendiren ve aralarındaki farklarla birlikte KENDİLERİNE HAS olanı bulabiliyoruz. Bulmakla iş bitmiyor. Daha sonra karşılaştırarak etki düzeylerini keşfediyor süreçlerini takip edebiliyoruz. Yüzde yüz olmasa bile %95'lik kesin bilgiler daha rahat ilerlememizi sağlıyor.

Şimdi bu tarihi ciddiyete karşı sırf muhalefet olsun (sanat muhaliftir klişesi gereği) diye ortaya çıkan saçmalıklara kim inanıp peşine düşer?

Bütün bu insanlık birikimi sermaye; günümüz dünyasında öyle güçlü, sağlam, inanılır, güvenilir, mutlak güvenlik altındadır ki arşiv taramalarının bile kütüphaneler dolusu olduğunu bilir, okumaya kalkışsak ömrümüzün yetmeyeceğini anlarız.

Bilgiden, kesin bilgiden nasipsiz, kolaycı, ezberci, tembel, mıymıntı, bencil, ulusal sanat yapacağız diye bütün birikimi görmezden gelip tüm kapılarını sanata kapatanlar acınası haldedirler. Durumun farkında bile olmayan ve ancak kendilerini kandıran dar çevreler kilise misali oluşturdukları baskı grupları ile en başta anlatılan çöplüklerdir. İnsanlık bunlarla hiç uğraşmıyor, tartışmıyor bile. Sistematik, metodolojik, gerçek akademik, planlı, sürekli denetime açık, eleştirel, yatırımcı, geleceği sürekli kuran, kendi bireylerini kendi yetiştiren, onları gözbebekleri gibi sakınıp koruyan, savunan, şeffaf, çok büyük yapılardan bahsediyorum.

Siz değerli okura çok basit bir formül vereceğim: Karşılaştığınız kişi ve durumlar DURAĞANSA, kendi müzmin muhalefet hastalıklarıyla kendi çevrelerine duvarlar örüp kendi cezaevlerini kendi elleriyle inşa ediyorlarsa onlardan uzak durun! Zamanla kokuşan yozlukları içinde yokolup gidecekler. Siz canlının, üretenin, yaşayanın, yaşatanın, alabildiğine özgün ve özgür olanın peşine takılıp onlarla birlikte olun…

Gerisi laf-ı güzaftır.

zorbatv Cu, 21 Ocak 2022 - 21:24

Sevgili Erkan Yazargan,

Deneyimlerinize katılmamak mümkün değil. Deneme üzerine eleştiri olmadığı için

:Sevginin sanatın ve yazının aydınlığında buluşmayı dileyerek aynen paylaşıyorum.

Erkan YAZARGAN (doğrulanmamış) Pa, 23 Ocak 2022 - 19:59

YOKLUK VARLIK STRATEJİ

Gelen bir kaç eleştiriyi yanıtlayabilmek amacıyla;

Yazdıklarımın insaftan yoksun, baskıcı, dayatmacı, kavgacı, kışkırtıcı dolayısıyla anlaşılması imkansız ve kabul edilemez olduğu kanısına varıp yayanlara derim ki:

"Her şeyi yoktan var eden tanrı" yanılgısı, sapması, çaresizliği, güçsüzlüğü, teslimiyeti, dayatması sebebiyle hâlâ günümüzde bile "aslında olmayan varlığını sürdürebilen anlayış" ve etkileri YOK ETMEYE devam ediyor.

Oysa temel bir kaç Fizik dersi alan öğrenci "hiçbir şeyin yoktan var olamayacağını ve yok olamayacağını" dönüştüğünü bilir, bilmelidir. Ezberlenmiş cümlelerin etkisizliği burada kendini gösterir. Dersi geçen öğrenci yazması gerekeni yazmıştır ama hiçbir şey anlamamıştır.

Tanrı makamına inanıp bütün düzenlemelerini Ona göre yapan, şekillendiren, kuran sistemlerin yetiştirdiği kişilerin birey olamamasının nedeni "kendilerini feda etmeleridir". İronik, traji-komik olanı bu yanılgıyı görüp anlayanlar yanlışı DÜZELTMEK hedefiyle oluşturdukları düşünce sistemleri, ideolojileri de aynı yanılgının farklı biçimi ile fedakar yığınlar, kitleler, sürüler yaratıp O KARADELİĞE başka yönden ışık taşımış/taşıyor olmaları.

O ortamlardan birey çıkmaz/çıkamaz.

Birey nedir sorusuna bile "toplumun bir parçasıdır" yanıtını veren kolaycı kurnazlar kilisenin egemenliğini sürdürdüklerinin farkında değiller. Oysa birey; toplum denen sürüden ayrılıp, sıyrılıp çıkabilen kendi ayaklarının üzerinde tümüyle kendi varlığıyla durabilen, durduğu ve ulaştığı/ulaşmak istediği farkındakidir.

Şimdi kimlerin ve nelerin sermaye düşmanlığını neden ve nasıl yaptıklarını daha iyi anlayabilmiş olmalıyız. Bana veya yazdıklarıma yönelik imhacı yaygınlaştırma çabalarının bir önemi ve değeri yoktur çünkü

Strateji; "yoktan varetmeci, varolmacı" anlayışın kendisi ASLINDA yok ama varlıkları itibariyle varoldukları için VARLIK anlayışındakiler onları da "yokluklarıyla kabul edip" ona göre davranıyorlar. Buradaki varlık; Fransa'nın işgal günlerinde Fransız lağamlarında bulabildikleri kadar içki içip sex yapanların varlık sunumları değil aksine BAYA bildiğimiz fiziğin varlık bilgisidir.

Misitik alemlerin hayali, astrolojik, büyücü, tılsımcı, ruhçu, bahsigeçen şamanist, keşfetmeyi herkese yayan, ne ve nasıl olduğu ispatlanamayan hezeyanlar insanlık tarihi boyu binlerce öncü, peygamber, eren, evliya FİLAN benzerlerini çıkarıp onlara sarılmıştır -buda insanlığın anlamsız bir gerçeğidir ama bizler çocuklarımızı, öğrencilerimizi, hepsinden önemlisi kendimizi onlarla besleyemeyiz. O şekilde beslenmeye devam edersek zehirlenip ekmek ve peynir mantarlarının, küfünün farkı gibi gerçeğimizle yüzleşiriz. Bu kadar basit :) Sevgi ile…

Bu halde sanat nedir diye sorulabilir. Sanat; bu halde durağan olmayan, inançlarla veya ideolojilerle boğulması, sınırlandırılması imkansız duygu ifadesidir. Bazen "üç tel bir tahta" deyip kendisini gösterir bazen uzay gemisi modülünü tasarlayarak… Baştan beri sorulan güzel bir soru vardır: Mağara duvarına elizini bırakan insanın derdi neydi veya insan dediğimiz varlık geleceğe dair TUTAN öngörülerini hangi HİSLE yaptı..?

Bütün literatür tarama, okuma, yazı ve birikimini bi yana bırakıp bu güzel sanat sorularını kendimize sorduğumuzda "insan neden dans eder, neden türkü mırıldanır veya yakar; neden resim, heykel, tiyatro, oyun, senaryo, yazı, çizi vardır" dediğimizde içimizdeki "sanat duygusınu" keşfederiz. Bu duygu psikiyatrinin sıraladığı temel veya yan duygulardan farklı BELKİ saf duygudur. Okyanustaki bir kasırga bizim için felaketle sonuçlanabilir ama onun coşkusudur. Sanatı sanatçıyla anlarız. Ortalıkta dolaşan ve tıpkı kendilerine aydın denilmesinden hoşlanan aydınımsılar gibi sanatçımsılardan bahsetmiyorum. Onların ispat derdi yoktur. Onlar içlerinde olgunlaşıp biriken duygu yoğunluğunu sanatın her hangi bir dalı, yolu aracılığıyla ifade ederler. Bu araç bazen kendi bedenleri de olabilir, dansta olduğu gibi. Bundan sonraki güzel soru; sanat dalları neden bunlar olarak gelişmiştir sorusu. Sanat, kendi alanında boşluk bırakmamıştır. İfadeyi her şekliyle ifade etme becerisine sahip tek disiplin sanattır. Süreklidir. Durağan değildir. İhtiyaçsızdır. Bi şekilde ortaya çıkma, dökülme gibi bir özelliğe sahiptir. Sanat sayesinde insanı anlarız. İnsanı insan yapan nedir sorusunun en iyi yanıtlarından biri sanattır.

Ve sanat sayesinde bilim gelişir, ilerler. Nasıl derseniz; insan denen varlık bahsedilen anlamda insan olamamış hâlâ hayvani dürtü ve güdülerin hakimiyetinde hareket ediyorsa en büyük yıkıcı ve vahşi hayvan olabilir. İşte o hayvanı sakinleştirip, ehlileştiren, insan yapan şey sanattır. Aksi, o hayvan ilk önce bilim insanlarına ve merkezlerine saldırıp imha eder çünkü aralarında tarihi rekabet vardır. Varlık Yokluk meselelerini bu düzlem üzerinde bulup hareket ederler. Dolayısıyla bizim gibi beynini fazla kullanmayan, kullanmak istemeyenler için "bilim ve sanat 1 kuşun 2 kanadı GİBİDİR" derler.

İnsan budur.

İnsanı tanımak, kendimizi tanımak, diğerlerini, diğer insanları canlıları ve varlıkları tanımanın en kolay tatmin edici yolu kültürlerini, sanatlarını tanımaktır. Daha sonra bilimsel düşünme ve hareket kabiliyeti kazandığımızda hayatımızın boşa gitmediğini DE idrak eder gerçek mutlu oluruz.

Bence böyle :)

Erkan YAZARGAN (doğrulanmamış) Cu, 28 Ocak 2022 - 18:14

ÖZGÜR İRADEYLE ODUNLUĞUN FARKI
Bir soruya yanıt:

Yine kütür köklerimizden başlayarak devam edersek;

"Kuru kütük yanmayınca tüter mi" diye soran ozan, saf duygusuyla derinlerden bir bilgiyi bize tekrar tekrar ulaştırıyor. En basit anlamıyla tüter veya tütmez diyebileceğimiz yanıt aslında bir ironiyi de barındırır. Dile hakim olmayan, örneğin bir yabancı, Dili sonradan öğrenen biri ne kadar uzman olursa olsun "şiirdeki" özü kavrayamaz, anlayamaz. Dilin "mucizesi" budur. Kendi dilimizden yola çıktığımızda diğer dilleri de anlar, saygı duyarız. "Balıklar deryaya hasret. Çarka döner su içinde" diye ÇIĞIRAN bir başka ozan, insan dediğimiz varlığın anlam dünyasına ışık tutar.

İrade, murat, istem, istekler özü tarihi boyu filozofların diyaloğunu en çok sevip zevk aldıkları sorulardan biridir. Bizim çekiştirip durduğumuz "haydi gelin, ARTIK birey olun" ünlemimize ulaşırken geçtiğimiz duraklardan bir tanesidir irade. İradesi olmayan veya başkalarının iradesi ile hareket edenler birey OLAMAZ. Kesin bilgi, kesin doğru, ispata gerek duymayan gerçek.

Bu kadar kolay ilerleyebileceğimiz bir nöron yakalamışsak durur muyuz? İrademiz/kendimize ait (senin) irademiz varsa ilerleriz ;) Yoksa kalakalmışızdır Arafların birinde… Bir önceki Yokluk-Varlık şifremizi, formülümüzü unuttuksak ne yazmanın ne okumanın nede buralarda zaman harcamanın gereği ZATEN yoktur. Ezberlenip orada burada, sağda solda söylensin, havamız olsun diye iş yapmak iradesizliktir. Sanatçının ispat derdi olmaması sırrı bizi bu doğruya götürüyor. Sanal mecralarda beğeni veya takipçi sayısına göre değerlendirme yapmak en hafif deyimiyle ahmaklık filan olsa gerek tıpkı evire çevire aynı ezberleri tekrarlayan, yaşamlarını öyle tüketenlerin yaptığı gibi…

Süreç takip ederken etkileşimleri öne çekmemizin nedeni aslında yaşam olup olmadığını anlamak içindir. Yaşayan her canlı ilkel bile olsa tepki verir. İnsan denen biz varlığın zekası farkından saklayabilme özelliği de var. İnsanı tanımak zordur. Bu doğruya ulaşmanın en kolay yolu yine insanın bizzat kendisine bakmasıdır. Kendini ne kadar tanıyorsun ki diğerini tanıyacaksın!

Odun, yaşamını boşuna tüketen insana teşbihle kurulan bir denklem. Hareket etmesini istediğimiz en minicik kıpırtı hali bile değerli olduğu için devasa, derinlikli, en kadime kadar gidip sonsuz geleceğe doğru bakmamızı sağlayan, isteyen güç budur. Bir kaç kişinin daha uyanıp kurtulması, kendisini bulup varoluşuna doğru hareketlenmesi haz verir. Doğruluğun ispatıdır. Zorlama, dayatma, baskı olmadan harekete geçen canlı sonsuz yeni yaratımı da işaret eder, olabişirliğini gösterir. Lafın kısası özü inanç veya ideoloji karanlığından, ölümünden, cansızlığından, baskısından, garabetimden çıkıp kurtulmanın en iyi ve kolay yollarından biri kendi iradene sahip/ kendi iradesi var olmaktır. Kim odun olmak isterki?

Erkan YAZARGAN (doğrulanmamış) Cu, 04 Şubat 2022 - 20:56

Bir soruya cavap:

Aydınlanmanın propagandası olmaz.

En başında belirtmem gereken cümle; bizimki gibi aşırı geri kalmış, kaosun, çatışmanın, sömürünün egemen olduğu ve kışkırtıldığı yerlerde "bütün kavramlar" gözden geçirilmelidir.

Bir önceki bölümde örneğiyle yazdığım ezberlenmiş bilginin anlamsızlığından devam edersek "hakedişi haketmeyen toplum ve birey mahrumdur". Vermezler. Ben olsam ben de vermem çünkü bilgi çok değerlidir.

Türk bilgeleri Aydınlanmanın nasıl bir şey olduğunu halk kitlelerine anlatmak, öğretmek için kalabalıklar halinde, gece karanlığında, en yakınlarındaki bir dağın en tepe noktasına kadar çıkarır güneşin doğuşunu izletirdiler. Bu kadim gelenek hâlâ devam eder!

Bakın; az önceki karanlıkla şimdiki aydınlığın farkı ne iyice anlayın ve hayatlarınızı bu GERÇEĞE göre düzenleyin deyip binlerce farklı örneği ile anlatırdılar. Saz çalıp semah döner evrenin ihtişamı ile bütünleşirdiler. Bizi biz eden, vareden, varolmamızı hayatta kalmamızı, kültürümüzü bozup yıpratmadan gittiğimiz dünyanın her yerine yaydığımız gerçeklerimizden biridir. Ne zamandan beri derseniz varolduğumuzdan beri…

İnsanlık Tarihini en iyi aksettiren ve insan gelişimini bütün yazılı gerçek kaynaklarıyla okuyup değerlendirebildiğimiz Avrupa'da olup bitenler ve dünyamızın kalanına etkileri ile anlıyoruz. Okumalarımızda, derslerimizde, anlatım ve dinlemelerimizde odağı oluşturuyor. Bundan gocunmuyoruz. Gocunmamıza da gerek yok. İnsan denen varlığın insan olması bakımından eşitliği sebebiyle olup bitenler ve olacak olanlar aynı yere doğru akıp gidiyor. "Aydınlanma bize göre yukarıda anlattığım gibidir" deyip anlamsız bir tartışma çıkarmam. Kendimizden başlayarak anlama yöntemimizi burada da uygulayıp gerçekleri benzeştirmeye çabalarım. Üstünlük gibi bir derdim yok. Benzerlikleri gösteriyorum. Yedi Filozof'a karşı Yedi Ulu Ozan sunumu bir inkar değil bizim de bir şekilde benzeşik varlığımızın göstergesi. Kavgası yapılacak mevzular değil bunlar. Çalıştığım pekçok yabancı sanat kurumunun beni anlayabilmek için sordukları ve en sevdiğim soru "kültürünüzün farkları nelerdir. Onları bize ifade edebilir misiniz" olmuştur. Özgüven budur. Başkalarını imha etmeden anlama arzusu.

Yine bir defasında Mimar Sinan Üniversitemizin profesörler yetiştirmiş saygın bir hocasına "bunca sene yaptığınız akademisyenlik vazifenizden sonra; Türk Kültüründe Semahlar" gibi tez neden önünüze hiç gelmedi veya böylesine değerli bir tek tez çalışması bile yapılmadı ülkemizde dediğimde; "bize de konular YÖK'TEN geliyor dedi. Bu sadece biricik bir örnek benzeri binlercesini verebilirim. Toplumdan ümidi neden kestiğim sorulduğunda sömürge ülkenin sömürge memurları o kadar çoklar ki maaşı vergilerden emirleri dışardan alıyor veya kapıldıkları inat ideolojileri veya inançlarıyla kavga batağından çıkabilmeleri imkansız. Boğaziçi'nde kaç gündür süren eylem varmış, böyle bir akademi olamaz. Olmuyor da zayen.

Yüzlerce yıl önce okul yüzü görmemiş halk yığınlarımıza aydınlanmayı anlatan, öğreten, yaşatan, iliklerine kadar hissettirip imana döndüren bilgelerimize ne kadar teşekkür etsek azdır.

Ortalıkta aydın diye dolaşan, gezenlerin önce kendilerinin iyi bir aydınlanması gerekiyor.

Sevgi ile…

zorbatv Ct, 05 Şubat 2022 - 23:03

Azizim Erkan Yazargan,

Yorumlarınızdan memnuniyet duyduğumu söylemeliyim. Cevaplamakta geç kalmış olmamı yoğunluğuma vermenizi dilerim. Keşke bunlar derli toplu bir yazıya dönüşmüş olsaydı. Bu değeri hak eden yorumlar her biri.

Aydınlanmanın kendiliğinden gerçekleşen bir süreç olmadığını hep ifade ediyoruz. Aydınlanma her toplum ve nihayet insanlık için 'Aydın'lar ve özgün düşünceleri sayesinde gerçekleşen bir süreçtir. Bunun içine doğduğu toplum, sosyal yaşam, düşünce özgürlüğü, felsefe geleneği vb. ile ilgili bir çok etken sebebi olduğunu da söylemeliyim. Evet aydınları fildişi kulesine çekilmiş bir toplumdan bahsediyoruz ne yazık ki...

Türk Bilgeliği adı üzerinde, modern çağda düşünce alanından silindiğimizi geriye dönüp baktığımızda görüyoruz. Orta Asya Bozkırında yeşeren Türk Bilgeliği  sayesinde devletler kurduk, bilgiden uzaklaştığımızda elimizle kurduğumuz devletleri yıkan kurdu da içimizden çıkardık. Tıpkı elmanın kurdu içinden olur deyimindeki gibi.  Bilginin sıradan bir eylem olduğunu düşünenler akıllarını kiralama ya da teslim etme yolunu seçenlerdir. Ki başka bir eylem  beklemek de safdillik olur. 

Gelelim size sorulan "Kültürünüzün farkları nelerdir!" sorusunun heybetine. Fark/ fark etmek/farkını anlamak/ bilmek eyleminin sonucudur. Bilginin olmadığı yerde mukayese/kıyaslama/farkı anlama ve anlatma olanaksızdır. Bir insanın bilgisini kırıp dökmeden, aşağılamadan ölçmenin en gerçekçi yoludur. Ne kadar bildiğinizin bilincinde olmak. 

Her yorumunuz bir makale konusu.İçtenlikle kutlarım. 

Benim duam;  sevginin, sanatın ve yazının aydınlığında buluşmak.

Ümit Yaşar Gözüm

 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.