Ludwig Wittgenstein ile Dilimiz
Ozancan Dernek
Başlangıçta söz vardı ve söz aslında tanrının kendisiydi. Bu bağlamda insanlığın medeniyetin tarihine baktığımız zaman dilin ve iletişimin tarihini de görürüz. Çünkü ilkel yada gelişmiş topluluklarda fark etmeksizin iletişimin çeşitli görünümleri mevcuttu. İşte bu noktada sözlü iletişim gelince aklımıza ilk olarak dil gelmekteydi. Çünkü dil iletişim için en iyi enstrümandır. Durum böyle olunca da felsefesinin bir ilgi konusu daha doğmuş bulunmaktaydı. Bu anlamda felsefe dili inceleme konusu yapmıştır. Elbette dil felsefesi alanıyla ilgili çok düşünür vardır ama ilk aklımıza gelen düşünür Ludwig Wittgenstein’dır. Yapmış olduğu dilbilimsel çalışmalarla dile çok farklı bir bakış açısı getiren düşünür, toplumlar için dilin önemli olduğunu belirterek dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır demiştir. Yani bireyin sahip olduğu kullandığı dile bakarak dünya görüşü hakkında çok rahat bilgi edinebiliriz. Aynı zamanda düşünüre göre, dildeki sözcükler nesneleri adlandırır tümceler de bu adlandırılışların bağlantılarıdır. Yani bu anlamda şunu söyleyebilirim ki dilde bulunan her sözcüğün bir karşılığı vardır. Bu karşılık ise sözcüğe eşlenmiştir. Sözcüğün yerini tuttuğu nesnedir. Bu demek oluyor ki dilde olan bir kavram fiziksel ya da tinsel bir gerçekliğe dayanmak zorundadır. Aksi halde dilin içerisinde varlığını sürdüremez. Zaten önceki çalışmalar dil felsefesi içerisinde giren her kavramın uzlaşı sonucu meydana geldiğini gösterir.Yani bu kanaatimce eğer bir topluluk mango sözcüğü yerine uzlaşmış olmasaydı mango kavram olarak dilde yer almayacaktır. Çünkü dil yapısal olarak toplum uzlaşmasından doğar. Düşünüre döndüğümüzde bir şeyi adlandırmak o şeyin üzerine ad yazılı bir etiket yapıştırmaya benzer. O halde dilde imlenen tüm varlıklar aslında gerçeklik alanında hüküm süren kavramların üzerine yapıştırılmış birer etikettir. Buradan yola çıktığımızda imlenen varlık olmasaydı eğer bu varlığın dilde temsili olmayacaktı. Örnek verecek olursam, tabiatta yılan olmasaydı tüm diller içerisinde yılan diye imlemek mümkün olmayacaktı. Bu durum bana göre, bilimsel olarak zaten kendini göstermektedir. Yine düşünüre göre dili tasavvur etmek bir yaşam biçimini anlamlandırmaktır. Bu bağlamda medeniyetlerin ve toplumların yaşayışlarını, geleneklerini yaşam yapılarını dillerinden çıkarsayabileceğimizi öne sürebiliriz.
Eğer bugün ölü bir dil varsa o dilin medeniyeti tarih arenasından silinmiştir. O halde dil daima canlı ve toplumsal bir organizma biçimindedir. Aslında düşünür burada kanaatimce şunu söylüyor: Eğer bugün hakim olan dil İngilizce ise o dilin medeniyetleri küresel anlamda egemenliği elinde bulundurduğu içindir. İşte bu noktada Wittgenstein’in dile dair en önemli tezlerinden bir tanesi dilin bir oyun olduğudur. Nasıl ki her oyun bir takım kurallardan oluşur dilde bir oyundur ve kendine has kuralları vardır. O halde dili kullanan bizlerde bu oyuna koşulsuz dahil oluyoruz.
Bir gün ( Sanıyorum trende giderken ) Wittgenstein durmadan bir önermenin ve o önermenin betimlediği şeyin aynı 'mantıksal yapıya' sahip olmaları gerektiği üzerinde ısrar edince, Sraffa bir elinin parmak uçlarıyla, Napolilerce bezginlik ve aşağılama anlamına gelecek bir şekilde, çenesinin altını kaşır ve sorar: 'Peki benim şimdi önerdiğim şeyin mantıksal biçimi nedir?' Sraffa'nın bu soruya verdiği örnek karşısında Wittgenstein, bir önermenin betimlediği gerçekliğin resmi olduğunda ısrar etmenin saçma olabileceği duygusuna kapılmaya başlar. (Tractatus 2013)
Wittgenstein Felsefi Soruşturmalara yazdığı önsöz de geçen süre içinde yapılan eleştirilerin büyük bir kısmının haklı olduğunu düşündüğünü ve bu konuda P.Sraffa başta olmak üzere kendisine görüşlerini iletenlere teşekkürlerini sunar. Artık Wittgenstein Tractatus'tan asla memnun değildir. Çünkü dilin sadece dünyanın resmi olmadığı, nesnelerin görünüşünü yansıtmadığını, gerçek hayattaki dilin nesnelerin tümüne karşılık gelecek bir yapıda olmadığını fark etmiştir.
İkinci dönem Wittgenstein'in dil kavramsalı birincisinden tamamen farklıdır. Burada Wittgenstein, insanların içinde yaşadıkları dünyayı ancak o dünyayı anlamlı hale getiren bir dil dolayımından geçirerek tanıyabilecekleri için dili doğru anlayabilmenin yolununun onu oluşturan kelimelerin ''ne anlama geldiğinden ziyade'' onların ''nasıl kullanıldığını'' anlamaktan geçtiğini savunur ve ona son derece bir bağlılık gösterir. Ve bu durumdan dolayı kitabında 'dil oyunu' argümanını ortaya koyar.Wittgenstein'e göre, dilin değişik kullanımından kaynaklı bir çok dil oyunu vardır. Bilindiği gibi oyunlar kurallardan oluşmaktadır. Bu dil oyunlarının da belirli kurallar çerçevesinde olduğu aşikardır. Bu kuralarda bir yazılı belge dahilinde değil tamamen toplumun iç dinamikleri tarafından belirlenir. Anlam artık bir hakikati bilmek değil; fakat bir etkinliğe bağlanma sorunudur. Bu etkinlikte Wittgenstein'in ''dil oyunu'' (sprachspiel) diye adlandırdığı olguda kendisini bulur.
Wittgenstein'e göre, dil oyunları, konuşma ve diğer etkinlikleri içerisinde barındıran davranışsal süreçler olarak görülmektedir. ve Dil oyunlarının çeşitliliğini şu şekilde görmemizi ister:
• Emretmek ve emir uyarınca eylemde bulunmak,
• Bir nesnenin görünüşünü yada boyutlarını betimlemek,
• Bir olayı bildirmek,
• Tiyatro oyunu oynamak,
• Bir dilden başka bir dile çeviri yapmak,
• Bir olay bildirmek,
• Bilmece yanıtlamak,
• Rica etmek, teşekkür etmek,selamlamak , dua etmek. (Wittgenstein 2013.).
Bu ifadeler ile Wittgenstein dilin insan yaşamında var olan öznel ve değişken bir olgu olduğuna dikkat çeker ve dil oyununu dilin basit, ilkel bir biçimi olduğunu ortaya koymaktadır. Bu bağlamda bakarsak eğer dilin insan yaşamında öznel bir durumdan varoluşunu ortaya çıkardığını görmekteyiz. Bu varolma biçimi dilin basitliğini ve ilkelliğini ortaya koyar. Örneğin; bir inşaatçının kendi aralarında kullandığı kiriş, kalıp, duvar, sıva gibi kelimeler sadece inşaatçıların dil oyununda belirli karşılığını bulur. Bir müzisyen için bu kelimeler bir anlam ifade etmez ve aynı şeylerin yerini de tutmaz yani bir meslek grubunda kullandığınız kelimelerin işlevsel özellikleri başka bir meslek grubunun kullandığı kelimelerin işlevsel özellikleri ile kelimeleri aynı olsa dahi farklı bir anlam biçimi ortaya çıkarır. Wittgenstein özetle tüm bunları şu kurgu çerçevesinde dile getirmektedir. Madem herkesin kullandığı dil, işlevlerinden dolayı birbirinin yerine kullanılmıyor, o halde ne başkasının derinlikleriyle oynama, yalnızca kendi kavradığın şeyleri başkasının da aynı şekilde kavramasını bekle, ne de başka farklı bakış açısından bakmayı reddet. (Hospers 2017: 187-188)
Wittgenstein, edimsel dilin bir öze sığmayacak kadar karmaşık olduğunu da vurgular. Dilin edimsel işleyişinde sayısız söylem çeşitliliği ile karşılaşırız. O’nda felsefe de varsaydığımız saf ve apaçık yapıyı bulamayız. Dil de ideal bir biçimi algılamak yerine, onda gerçekten var olan şeyi görmek durumundayız. Böylece Wittgenstein bakışını farklı olmanın kendisinden empoze edildiği felsefi bir birlik ilkesinden, büyük çeşitlilik gösteren farklılıkların kendisine çevirir. Örneğin; 'Zalimler her an taze fidanları kesiyor.' tümcesi '' Teröristler her saat askerleri öldürüyor.'' şeklinde de yazılabilir. Terör olaylarının arttığı dönemde iki tümce de aynı anlamı ifade eder. Dili anlamak bir tekniğe hakim olmayı gerektirir. Wittgenstein dilin yapısıyla ilgili şu saptamada bulunmuştur:
''Dilimiz eski bir şehir olarak görülebilir: Dar geçitler ve alanlardan , eski ve yeni evlerden, Farklı dönemlerden eklentiler taşıyan evlerden oluşan bir labirent; çerçevesinde de düz ve düzenli caddeleri ve tek tip evleriyle pek çok yeni banliyö.''(Wittgenstein 1998:29)
Wittgenstein'e göre, olaylar olduklarından başka türlü tasarımlandığında bazı dil oyunları önemini yitirir bazıları önemli olur. Örneğin; Cumhuriyet Dönemi’nde 'biz bize yeteriz' diye kullanılan birlik sözcüğü bugünkü söylenen anlamıyla bir hiciv statüsüne girmiştir. Burada değişen kelimler değil dil oyunları ile anlam değişmesidir.
Görüldüğü gibi ''dil oyunu'' kavramından basitçe ''kelime oyunu'' anlaşılmalıdır. Çünkü dil oyunu, dil ile alakalı tüm etkinlikleri kapsamaktadır ve dilin pragmatik boyutunu ele alarak kullanıma dayalı anlam çeşitliliğini vurgulamaktadır. Soruşturmalar da oyun kavramı sınır ve kurallarla belirlenen bir yapı değil, kullanım ve dil oyunlarının çokluğu ile belirlenen aslında toplumların kompleks yapısıyla meydana gelen olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Dil oyunları etkinlik olarak görülüp hiç bitmeyen bir yapıda olmuştur. Bu süreçte dilin daima kendini yenileyen, kendine bir ivme kazandırıp yoluna devam eden yapısını ortaya koymuştur. Aslında dil oyunları içerisinde sayısız kullanımları ve farklı uygulamaları içerdiği görülmektedir. Görünüşte aynı kelimelere çok farklı anlamlar katabiliriz. Çünkü geçmişte olduğu gibi günümüz postmodern dünyasında da her ideolojinin kendine özgü iç dinamikleriyle oluşturduğu bir dili vardır. Başka bir ifade ile dil oyunu, Bir yaşama oyunudur ve hepimiz farklı farklı dil oyunculuğu yapmaktayız.
Kaynakça:
Ludwig Wittgenstein, Felsefi Soruşturmalar, Metis Yayınları, İstanbul, 1998.
Yılmaz Özgür, Wıttgensteın’ın Tractatus’u Açısından Anlam Dışı Kavramı, Felsefe Arkivi,48.Sayı, 2018
Ludwig Wittgenstein, Tractatus, Metis Yayıncılık, İstanbul, 2013.
Hospers John, Analitik Felsefeye Giriş, Çev. Burak Yiğit, Adres Yayınları, 2017.
Yorum
Ozancan bey çok felsefe az…
Ozancan bey çok felsefe az kavramların sığınağı. Bazen kendime insan neden felsefe okur diye sorarım. Sanırım sorun bende. Siz mutlu mutlu yazıyorsunuz. Tebrikler
Merhaba dil felsefesi bana…
Merhaba dil felsefesi bana hep ilginç geliyor. Yazınızı bu yönden ilginç buldum. Bizde kimler var dil felsefesiyle uğraşan. Öneriniz var mı. Teşekkürler
Yeni yorum ekle