Merak ve Tutku
Fahri Atasoy
Felsefeyi tarif etmek istersek bu iki kavramdan yola çıkmak gerekir. Kavramları tarif etmenin yolu karşılık geldikleri içerikleri analiz etmekten geçer. Kavramın gerçekliği ile zihindeki yansıması örtüştüğü oranda tanım mükemmelleşir ve anlaşılır olur. Klasik mantıkta tanım için temele alınan kavramın içlemidir. Bizim de felsefeyi anlamaya çalışırken kavramın bazı temel (içlemle ilgili) özelliklerine bakmamız gerekir. Nihayet bunlar da kavramdır ve iç içe geçerek bir konunun bütünlüğünü oluşturur.
İnsan zihin melekesi ile bilgiye ulaşır ve bilgi hayatının vazgeçilmez bir parçası olur. Öğrenme ve sosyalleşme insanın bebeklik döneminde başlar ve bilgiyle donandıkça gelişme gösterir. Aslında dünyaya biyolojik insan olarak doğsak da zaman içinde toplumsal insan oluruz. Toplumsal insan olma süreci aslında bizim “bilgi” ile irtibat kurduğumuz dönemdir. Bilgi ile irtibatımız arttıkça insanlığımız gelişir. Bir taraftan insana yakışan davranış kalıplarını öğreniriz, diğer taraftan doğal, toplumsal ve metafizik çevremizi keşfederek zihinsel gelişimimizi artırırız.
İnsanın zihinsel gelişiminin yapı taşlarının kavramlar olduğunu daha önceki yazımızda anlatmıştık. Kavramlar aslında içinde yaşadığımız gerçekliğin zihnimize yansıması olarak birer bilgi içeriğidir. Biz bu kavramlarla düşünürüz, önermeler oluştururuz, teoriler kurarız… Bilginin bütün alanlarında zihinsel nitelikli kavramlar imdadımıza yetişir. Kavramların içinin nasıl dolduğu ile ilgili epistemolojik tartışmalar olsa da işin temeli insanın yapısına dayanır. İnsan dış dünyayla ve iç dünyasıyla irtibat kurabilen bir varlık olarak merak duygusuna sahiptir. Bilgiye muhtaçtır. Bilgiye ulaşma arzusundadır ve bu insan için bir tutkudur.
Merak ve tutkunun izini sürdüğümüzde ilk karşılaştığımız yer çocukların büyüme sürecidir. Hepimiz bebeklerin 3-5 yaş zamanlarında meraklı olduklarını ve ısrarla sorular sorduklarını biliriz. Çocukluğa geçiş sürecinde insan yavrusunun en çok tekrar ettiği soru: “bu nedir?” sorusudur. Siz cevap vermekten bıkarsınız ama onlar “bu ne” demekten bıkmazlar. Merak ederler ve sorularına cevap bulmak için içlerinde güçlü bir tutku barındırırlar. Merak ve tutku ile karşılaştığımız ilk yer burasıdır. Felsefenin kökleri burada aranmak gerekir.
Merak etmek insanın yaratılışında vardır. Yaratılıştan gelen bu tür özelliklere insan fıtratı denir. Düşünme de bilgi tutkusu da insan fıtratının yansımalarıdır. Eğer insan bunları kullanmamayı tercih etmeye başlamışsa sonradan öğrenmiştir. Sosyal psikologların “öğrenilmiş çaresizlik” veya “kesin inanç” adını verdikleri kavramlar burayı açıklamaya yönelik zihinsel çabalardır. Bu durumdaki insan artık merak etmekten, soru sormaktan ve bilgiye karşı bir tutku-sevgi beslemekten vazgeçmiştir. Artık zihninde ezberler oluşmuştur. Aramamayı, düşünmemeyi, sorgulamamayı öğrenmiştir. Yaratılış ilkelerinin dışına çıkmıştır. Bu durumda felsefe, bilim, sanat ve din donuklaşır. Sadece eskinin tekrarları başlar. Hatta zihinlerine ters gelse bile yani irrasyonel (akıl dışı) olsa bile kabul etmeyi bir erdem haline getiriler ve büyük kitlelerden alkış bile alırlar.
Orta Çağ’da Katolik Kilisesi’nin egemenlik dönemindeki skolastisizm merakın ve tutkunun bastırıldığı en çarpıcı ve en uzun dönemdir. Bu dönemin benzerleri her zaman karşımıza çıkabilmektedir. Bir dine veya millete ait bir özellik değildir. Tamamen zihniyet meselesidir. Gerçekliğin bilgisi (hakikat) peşinde gitmekten vazgeçen insanların benimsediği tavır bu zihniyeti yansıtır. Tek ilacı çocukluk dönemindeki merak duygusu ve soru sorma tavrını yeniden canlandırmaktır. Hatta bir hayat tarzı haline getirerek doğru bilgiye ulaşma arzusunu bir tutku bir aşk halinde merkeze almak insan olma seviyemizi artıracaktır.
Merak duygusunu artıracak neler bulunabilir? Buna verdiğimiz her cevap insan olma kalitemize katkı sağlar. Merak duygusu artarsa gözlem yapmaya, gezmeye, okumaya, düşünmeye, sorularımızın peşinden gitmeye başlarız. Şimdilerde çoğumuz büyük şehirlerde yaşıyoruz. Oradan başlayabiliriz ama şehir çok sınırlandırıcıdır. İçinde yaşadığımız evren o kadar büyük ve uçsuz bucaksız ki ancak ilgi düzeyine göre dalga dalga açılabiliriz. Kimimiz gökyüzünde arar merak ettiği sorularını kimimiz kitapların arasında… Kimimiz doğanın engin alanlarında arar, kimimiz metafiziğin manevi derinliklerinde… Her nerede ararsak arayalım, temelde yer alan merak duygusunun gücü bizi yeni bilgilere götürecektir.
Felsefenin yazılı eserlere yansıyan başlangıç tartışmaları doğaya duyulan merak ve oradan elde edilecek bilgiye karşı duyulan sevgiden kaynaklanır. Doğa filozofları adı verilen bilgelerin ortak özelliği öne sürdükleri-verdikleri cevaplardan çok, merak etmeleri, üzerine düşünmeleri, tartışmaları, içlerinde bilgi sevgisi taşımalarıdır. Felsefe bu olgu üzerine kurulmuş ve sonradan sistematik hale gelmiştir.
Biz felsefe eğitimi ile aslında bu bilgelerin tavrını öğretmemiz gerekirken, çoğu zaman sonradan gelişen sistematik felsefe dönemindeki büyük felsefe sistemlerini ezberletiyoruz. Felsefeyi baştan öldürüyoruz. Merak ve tutkusunu diri tutan insanlar yerine felsefe kavramları ve felsefe teorileri ezberleyen bilgi hamalları yaratıyoruz. Örneğin “Aristoteles’in varlık anlayışını dört sebep ilkesi bağlamında açıklayınız” tarzındaki bir soruya öğrencilerin vereceği her cevap ezberciliğin eseri olacaktır.
Yıllarca MEB okullarında ve üniversite kürsülerinde Klasik Mantık dersi okuttum. Önceleri müfredatta ne yazıyorsa dikte ettirmeye ve ezberletmeye çalıştım. Sonra bir şey fark ettim. Bazı kalıp bilgileri ben defalarca öğretmek için kullanmış olmama rağmen bir süre sonra unutuyorum. Zaten ezberlenen bilgi bir işleve sahip değilse unutulur. İnsanın doğasında var unutmak. Mantık öğretmem, düşünmeye yöneltmem gereken zihinleri sadece ezber bilgilerle donduruyorum. Zaten bu bilgileri ezberletmek için bir merak ve tutku da yaratamıyorum. O takdirde ortada büyük bir yanlış var demektir. Türkiye’de felsefenin ve düşünmenin gelişememesinin sebepleri arasında bu durumun önemli bir rolü olduğunu göremezsek meseleyi çözemeyiz.
Ezbercilik için en çarpıcı örnek olduğu için klasik mantık dersini verdim. Bununla ilgili yakın zamanda yaşadığım bir olayı da paylaşmak isterim. Bir taşra üniversitesinde bir mantık hocası klasik mantık dersinde kıyas ile ilgili bir ödev vermiş. Pandemi döneminde çocuklar işin içinden çıkamamışlar ve soru bana ulaştı. Tamamen ezber gerektirecek ve hayatlarında bir daha görmeyecekleri ve kullanmayacakları bazı kıyas sınıflandırmalarını soruyor. Türkiye’de klasikleşmiş bir klasik mantık kitabının ilgili bölümlerine yönelttim ama hocaları düşük not vermiş. Muhtemeldir ki o hoca da ezberini karıştırmış veya konuyu anlayamamış.
Klasik veya modern mantık dersleriyle düşünmenin önemini, yöntemini, işlevini öğretemiyorsak zaten baştan kaybetmişiz demektir. Avrupa Yeni Çağ’da bir zihniyet devrimi yarattı. Orta Çağ’da egemen olan skolastik düşünceye, teokratik siyasete, feodal toplum yapısına mesafe koydular. Modernleşme adı verilen süreç bir anafor veya metamorfoz gibi dönüşüm sağladı. Aristoteles mantığı da denilen geleneksel mantık çok ciddi eleştiri aldı. O zamana kadar hem Hıristiyan hem İslam dünyasında bu mantık çok revaçtaydı. Kıyas kalıplarını ezberletmek için Latince kelimeler seçtiler: Barbara, Barbari, Celarent, Celaront, Darii, Ferio gibi… Bunlar ezberlemeyi ve kalıplaşmış bilgileri aktarmayı kolaylaştırıyordu ama yeni bilgi aramaya giden yolu tıkıyorlardı. Şiddetli eleştirilerden birisi Francis Bacon’a aitti ve Bacon yeni bir dünya yaratmanın hayalini kuruyordu.
Sonuç: maalesef mantığı, düşünmeyi, doğru bilgi arama arzusunu öldüren bir sistemin içindeyiz. Suçlu aramaya gerek yok! Suç varsa ortada her birimiz suç ortağıyız. Kimimizin az kimimizin çok olsa da suçluyuz hepimiz. Gerçekleri yazmaktan, söylemekten, dile getirmekten, uyarmaktan imtina etmeyi öğrendik sonunda. Boş verin memleketi biz mi kurtaracağız. Dünya böyle gelmiş böyle gider. Merak edenler mi? Onlar da merak etmenin ne kadar kötü bir şey olduğunu yakında öğrenirler. Öğretiriz birlikte. Öğretmeyelim de başları belaya mı girsin? Yeni bir dünyanın hayalini kurmak mı? Eskisi neyinize yetmiyor? İcat çıkartmayın…
Yorum
Kutlama
Üstat yazılarınız felsefeyi okunur kılıyor. Yaşam aşktır. Merak ve tutkuyla sürmesi bundandır siye düşünüyorum.
Merak yoksa yaşam sıradan bir miskinlik hali olsa gerek.
Yeni yorum ekle