Neşet Ertaş’ta “Eğri” nerede durur? 

Felsefe

Neşet Ertaş’ta “Eğri” nerede durur? 
Hasan BACANLI


Neşet Ertaş bir türküsünde 
Ankara’nın tren yolu 
Gâhi doğru gâhi eğri 
Canım benim Anadolu 
Geçeyim mi senden gayri?


demektedir. Bu dörtlük anlam olarak Anadolu’ya Neşet Ertaş’ın verdiği önemi ifade eder ve hepimizin hislerine tercüman olur. Bu dörtlüğü başka bir düzeyde, şiir veya ifade düzeyinde de incelemek gerekir. Belki de sorulabilecek soru şudur: dörtlüğün ikinci mısrasında, “gâhi eğri gâhi doğru” demek daha uygunmuş gibi görünürken niçin “gâhi doğru gâhi eğri” demektedir? 
Şiir ve ifade açısından bakılacak olursa kafiye için yolu – doğru kafiyesinin kullanılması uygundur. Bu haliyle yolu – eğri – Anadolu kafiye oluşturmuyor gibi görünmektedir. Eğer mısra “gâhi eğri gâhi doğru” şeklinde ifade edilseydi “yolu – doğru – Anadolu şeklinde kafiye kurulmuş olurdu. Kuşkusuz Neşet Ertaş da bunu bilir, ama ısrarla böyle söyler. 
Neşet Ertaş’ın dil  ve ifade konusundaki hassasiyetleri herkesin malumudur. İki örnek verilebilir. Bunlardan biri “Gönül Dağı” türküsü ile ilgilidir. Genel olarak buradaki “dağı” “dağ” olarak anlaşılmış ama bu anlayış Neşet Ertaş’ı rahatsız etmiştir. Neşet Ertaş ısrarla buradaki “dağı” ifadesinin “dağ” değil, “dağlamak” fiilinden gelen “dağı” (dağlanmış olan şey) olduğunu belirtmiştir. Oysa “nasıl anlarlarsa” deyip göz ardı etmesi de mümkündü. 
Ertaş’ın hassasiyetini gösteren diğer örnek Zahidem türküsü ile ilgilidir. Meraklıları bilir, Türkü orijinal haliyle Aşık Arap Mustafa adlı bir halk ozanıdır. Neşet Ertaş şiiri bir yerde duyar ve sonra “havalandırır” (türküye çevirir; yani besteler). Şiirin aslı oldukça uzundur, ama Ertaş üç dörtlük olarak bestelemiştir. Türkünün çok sevilmesinin bir tezahürü olsa gerek, eklemeler yapılmıştır ve en meşhur ekleme şudur: 
Zahide kurbanım oy sallama beşik
Beni bu genç yaşta sen ettin aşık
Kadir mevlam senden oy bir yar isterim
Ak buğday benizli zülfü dolaşık
Neşet Ertaş çeşitli konuşmalarında bu dörtlüğün türküye ait olmadığını, Zahide için yanan birinin başka bir yar istemesinin mantıklı ve doğru olmadığını ısrarla vurgulamıştır. 
Ertaş’ın dil kullanımı ile ilgili olarak seslere vermiş olduğu önem de malumdur. Türkülerinde kendi şivesini kullanmaktan asla vazgeçmemiş, mesela “için” demek yerine “uçun” demeyi tercih etmiştir. Genel olarak şive olarak değerlendirilen bu durum aslında Ertaş’ın vazgeçilmezleridir. Bu konu ayrıca ele alınabilir. 
Konumuz açısından şu soru sorulabilir: Dile ve ifadeye bu derece hassasiyet gösteren Ertaş bu mısrada acaba niçin kafiyeyi kurmamakta (?) ve “gâhi eğri gâhi doğru” yerine “gâhi doğru gâhi eğri” demektedir? Bu soru, üzerinde durulmayı hak eden bir sorudur; hatta daha önemlisi Ertaş’ın bu hassasiyetinin vurgulanması gerekir. 
Bu ifadenin iki düzeyde ele alınabilir. Öncelikle anlamsal bakış açısı kullanılabilir. Bu bakış açısından sorunun cevabı doğruluk ve eğrilik kavramları çerçevesinde verilebilir. Asli olan doğruluktur. Eğri “doğru olmadığı” için eğridir ve anlamını “doğru”dan alır. Duygusal olarak doğruluk daha değerlidir. Yolun da öncelikle doğru olması beklenir, tercih edilir. Dolayısıyla yolun doğru olması önceliklidir. Doğru olmak eğri olmaktan önce gelir. Bu yüzden Ertaş da önce yolun doğru olduğunu sonra eğri kısmının bulunduğunu söyler. 
İkinci bakış açısı kafiye ile ilgilidir. Ertaş doğruluğun eğrilikten önce geldiğini tesis ettikten sonra bunu şiire de yansıtır. Bunun için “gizli kafiye” denebilecek bir yöntem kullanır. Türküyü dinleyen kişiler “yolu” ile “doğru”nun kafiyeleştirilmesini beklerler. Ertaş da bunun farkındadır. Ertaş dinleyiciyi şaşırtır (şiir şaşırmadır) ve “doğru” kelimesini kullanır, ama onu kafiye için değerlendirmez. Kafiye için “eğri” kelimesini tercih eder, ama “eğri” kelimesi “yolu” kelimesinin değil, “doğru” kelimesinin kafiyesidir. Böylelikle “doğru” kelimesi “yolu” ile “eğri” arasında bir konuma yerleşir. Bu tekniğe “gizli kafiye” veya “dolaylı kafiye” denebilir. Bu durumun nedeni ise anlamsal bakış açısıdır. Neşet Ertaş kafiye için “doğrunun eğriden önce” geldiği varsayımından fedakarlık yapmaz. 
Neşet Ertaş bir kültürün temsilcisidir. Bu kültürün onun dilinde dile geldiğinin farkındadır. Kültür terimi aslında Ertaş’ta dile gelen şey için yeterli bir kavram değildir. Kültür antropoloji ve sosyoloji (ve kısmen de psikoloji) içinde ele alındığı şekliyle bilimin nesnesi olarak bir yaşam biçimidir. Bilimin ele aldığı şekliyle kültür gerektiğinde göz ardı edilebilen, değişebilen (şehre gelen kişiler şehir kültürüne uyum sağlarlar) bir yaşam biçimine işaret eder. Biyolojide basit bir bitki yetiştirme işlemi için de aynı terimin kullanılması onun basitleştirilmesi (basit bir şeymiş gibi ele alınması) olgusuna yol açar. Belki sıradan kişiler için basittir de. İnsanlar kültürlerini ihmal etmede (kültürün taşıyıcısı toplumdur, bu yüzden toplum değiştiren kişi kültürünü de değiştirmeye adaydır) veya başka bir kültürü benimsemede (özellikle küreselleşme ve kitle iletişim araçları denebilecek medya ve sosyal medya aracılığıyla kolaylaşmıştır) bir sakınca görmeyebilirler. Bu kişiler için kültür çantalarında taşıdıkları bir eşya gibidir, gerekli olduğunu düşündüklerinde çantalarından atmaya çalışırlar. Neşet Ertaş’ın büyüklüğü buradan gelir. Ertaş kendisinin konumunun farkındadır; o bir kültürün dile geldiği bir ağız, bir pınardır. Bu kültüre karşı görevinin de farkındadır, bu kültürün onu “Neşet Ertaş” veya “Neşet Baba” yaptığının da farkındadır. Böylelikle o kültürü taşır ve ömrü boyunca türkülerinde dillendirir. Buradaki dillendirme yerine kendisi “havalandırır” terimini kullanabilirdi. Bu kelime de muhtemelen Neşet Ertaş’la birlikte ölmüştür. Artık kimsenin havalandırma terimini bu anlamda kullanacağını sanmıyorum. İnsanlar havalandırma deyince odayı havalandırmayı anlayacaklardır. O, kültürü dillendirdikçe kültür de büyür, Neşet Ertaş da. 
 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.