Okuma Kültürü Oluşturabildik mi?
Ümit Yaşar Gözüm
Gerçeği sorgulayanları tarih asla yanıltmaz!
Tarih bize yazıyla barışık ilk toplumlardan birisi olduğumuzu söylüyor. Orta Asya steplerinde taşı yazıyla tanıştırıp anıtlaştırmış atalarımızdan, büyük göçle birlikte başlayan serüvenin mirasıyız. Ancak farklı inançlar, coğrafyalar ve değişen çağla birlikte matbaaya bile baş kaldırmayı göze almış bağnaz bir algıya kurban edilmenin onarılamayan izlerini taşıyoruz.
Bilimden ve dinden uzaklaşan medreseler, Orta Doğu çamuruna bulanmış. Kadını ve genci yok sayan zihniyet ve inançlar, kitlelere üretmekten ziyade yetinmeyi dayatmış arkaik söylemler vs. Hep olumsuz yönleriyle beslendiğimiz kucağımıza bırakılmış kötü bir miras.
Cumhuriyet Türkiye’sini kuran irade, bütün bu olumsuzlukları ortadan kaldırmak adına alfabe değişikliği, zorunlu eğitim, akademik birikim oluşturmak adına yurtdışına öğrenci gönderme gibi alt yapı çalışmalarını başlatmış. Ancak yine de bir şeylerin eksikliği ya dikkatten kaçmış ya da altyapısı henüz oluşmamış yayıncılığın, kurumsallaşması epey sonraya kalmış.
Okur yazar oranı sıfırın birkaç rakam üstünde bir toplumda, başka dillerde yayınlanmış baskı eserlerden habersizken, okur yazarıyla aynı oranlardaki aydınlarının sayısıyla olup bitenden haberdar bir toplum. Bunun üzerine başlatılan Doğu ve Batı klasiklerinin Türkçeye kazandırılması çeviri atölyeleri. Yeni bir ruhla; dünyayı kendi dilinde okuma ve tanıma fırsatı bulan kuşaklar yaratma çabası. Türkçenin zengin ve çoğaltan ekleri sayesinde kendi öykülerini, masallarını, denemelerini kaleme alan yazarların çoğalmasının yanında bilim ve felsefe yapılır bir dil olduğunun anlaşılmasına zemin hazırlanması…
Okuyan, okuduğunu sorgulayan ve bundan sonuçlar çıkaranların sayısı arttıkça, bunun güzellikleri topluma yansıyor. Zaman zaman okuma yazma kampanyaları düzenleniyor ülke genelinde. Amaç aydınlanmış bireylerin ışığıyla ışıldayan bir toplum yaratmak. Her on yılda bir verilen muhtıralar, ihtilaller, kalkışmalarla önü kesilen bireylere, yapılan dayatmaların başında ise kitabın suç aleti sayılarak cezalandırılması-yasaklanması geliyor. Okuyan bireyin sırf okuduğundan dolayı cezalandırılması… Hüzün verici ve çağdışı değil mi?
Uzun bir hikayenin parçası olmakla yetinmeyip sözde, ülkeyi kurtarmaya kalkanların, milleti cehalete hapsetmesi belki de milletine değişik sebeplerle başkaldıranların en büyük eserleri; cehalete mahkum ettikleri kitleler…
Tarihi yargılamak ya da tarih üzerinden bir sonucu varma gayemiz yok. Ancak okuma kültürünün çok katmanlı bir eylemler dizisini anlatmak derdimiz. Konunun böylesi bir dramaya ihtiyaç duyması ve geçmişini bilmenin hakkınız olduğu gerçeği.
Yazının gücüne inananlardan mısınız!
Okuma kültürü, ailede ebeveynlerin uygulamalarıyla başlayıp, okulda ideal seçmelere ulaştığı, toplumda kurumsal yapılar ve hareket tarzlarıyla desteklenen bir eyleme biçimidir. Bunu nasıl gözlemleriz sorusunun cevabı; kitapla, dergiyle kurduğu ilişkinin düzeyi ve niteliğinde kendini gösterir.
Okuma kültürü okuryazarlık ile başlayıp, okuma becerisi ile tamamlanıp, alışkanlığa dönüşmesiyle sürekli hale gelen bir sürecin parçasıdır. Bu yönüyle okuma kültürünü sadece hikaye roman okumaktan ibaret saymak büyük hata olur. Çünkü okuma kültürü insanı bütünleyen ve yaratıcı kılan yaşamını kapsayan bir süreçtir. Yoksa ders kitaplarını okul ile ev arasında taşımak, bir kitap okumakla her şeyi bileceğini sanmak gibi toplumumuza etiket gibi yapışmaya başlayan sıradanlık değildir.
Okuma eylemini hem ailelerin, hem toplumun önemsemesi ile yola koyulmak gerektiğini bilmeliyiz. Kitabın incesi kalını, hikayesi, romanı, şiiri, ders kitabı olur da, okuma eylemine başlarken bunların bir önemi olmaz.
Çocuk yaşta okumaya incecik kitaplarla başlayanlar, zamanla ilgi alanları doğrultusunda okumaya yönelirler. Ardından kendi listelerini oluşturmaya başlayıp, elektronik ortamların veya kitapevlerinin, hatta kitap fuarlarının yoluna düşerler. Bu eylemler, sağlam temelin oluşmaya başladığının göstergesidir. Böylece ne okuyacağını ve niye okuduğunu hatta günde kaç sayfa okuyacağını planlamış bir okura dönüşür insan. Öyle ki; çocuğun-gencin hem eğitim sürecinin dolu dolu geçmesini, bireysel gelişimini tamamlamasını hem de toplumsal bir varlık olduğu bilincinin oluşmasını sağlar.
Aydın olmanın sadece diplomaya indirgenmeye çalışıldığı zavallı bir dönemin kapısı sonuna kadar açılmış durumda insanlık. Oysa diplomasız aydınların varlığını biliyoruz. Fakat sırtını bilgiye dönmüş diplomalı aydının varlığına henüz yeryüzü tanıklık etmiş değil. Kendine bir ‘unvan verme ile olmak’ arasında koca bir uçurum var. Kitleye bunu anlatmak gerekiyor öncelikle.
Toplum ve yönetenler bireyin kitapla buluşma serüvenini bilimsel ve destekleyici adımlarla biçimlendirmekle görevli saymalı kendini. Kitabın macerası yazarla başlar, ev kitaplıkları -kütüphane raflarına ulaşmasıyla tamamlanır.
Bu süreçte yayınevleri yazarın fikirlerinin, araştırmalarının kitaba dönüşmesini sağlayan öncülerdir. Basılan kitabın kitlelere ulaşmasının yolu kitabevlerinden geçer. Bunlar modern kentlerin ayrılmaz parçalarıdır. Ülkenin en ücra köşesinde girdiğiniz bir kitapçıda ruhunuzu aydınlatan ışığın orada saklı olduğunu hissedersiniz. Sürecin önemli parçalarından birisi de sahaflardır. Bir sahaftan içeri adım attığınız andan itibaren yaşanmışlık dediğimiz o anlamlı duygunun sizi içine çektiğini düşünmekten alamazsınız kendinizi.
Okuma kültürünün oluştuğu hazinenin adı; kütüphanedir. Ev kitaplıklarından, çocuk kütüphanelerine, okul-üniversite kütüphanelerinden, halk kütüphanelerine ve nihayet ulusal kütüphaneye uzanan sağlam bir yapı. Kişisel veya kurumsal, genel veya sistematik içeriklerle düzenlenmiş kitaba en kolay ve ücretsiz ulaşılabilecek bu hazinenin kapağını açmayı öğretmeliyiz insanımıza.
Okuma zevki, toplu paylaşım ve ortak eylem bilincinin güçlenmesi, görsel okur yazarlığın beslendiği bu hazineyi keşfedenler, zaman içerisinde birbirlerini besleyecek dostlara ve fikir tartışmalarına zemin hazırlamakla kalmaz, eleştirel okuma yazma becerisinin oluşma ve gelişmesini de sağlarlar.
Bireyin farklı nedenlerle evinin duvarlarında veya raflarında göremediği, modern ve klasik sanat dallarından farklı eserlerle yüzleşmesi de dolayısıyla yazmaya veya sanatın her hangi bir dalında kendisine yön çizmeye buradan başlayanların sayısı da azımsamayacak kadardır.
İnsanın görmediğinin bilmediğinin düşmanı olduğu deyiminin haklılığını, cehalete mahkum edilmiş kitlede güneş gibi seyrediyoruz. Heykele karşı, kitaba karşı, modaya karşı, varlığa karşı, yokluğa karşı… Ama neye niçin karşı olduğunun anlamlı bir açıklaması ve gerekçesi bile yok. Ki, acıma duygusunun ötesinde, bir şeyler yapmayı görev edinmemiz gerektiren, vahim sona gitmeyi önleyecek bir durumdur.
Okuma alışkanlığı uzun sayılabilecek süreçte kazanılan bir edinimdir. Edebiyat sosyolojisinin değişen çağa uygun süreci besleyecek argümanlar geliştirmesi bir zorunluluk. Örgün ve yaygın eğitimden, yetişkin eğitimine ve kültürel beslenme alanlarına uzanan bir okuma kültürü yol haritası çizmesi ve toplum yöneticilerinin de her kademede bu süreci destekleyerek yönetmesi kaçınılmazdır. Özellikle orta öğretim ve üniversite aşamasında kaynağa ulaşmakta yalnız bırakılan büyük kitlenin, geleceğin karanlığını hazırlayacak kitle olacağı asla unutmamalı ve çocuk ve gençlerimizin kaynaklara ulaşacağı yolu açmalıyız.
Sivil toplum kuruluşları, ilgili meslek kuruluşları, ekonominin temelini oluşturan sektörlerin yönetimleri bireyin topluma yetişmiş bir yurttaş olarak katılmasından sorumludur. Sadece kendi kazancının hesabını yapanların cehaleti besleyen büyük kaynak olduğu hatırlatılmalı bu gruplara. Her sorumluluğu ve yükümlülüğü elini taşın altına sokmadan devlete-kamuya yüklemek çıkarcı zihniyetlerin ürünüdür.
Cehaletle mücadelenin taşıyıcısı okuma kültürü oluşturmaktır. Bu mücadele aileden başlayıp, toplumu oluşturan bütün kesimlerin özellikle eğitimcilerin-öğretmen ve akademisyenlerin- maddi ve manevi destekleriyle tamamlanabilecek eylem gerektirir. Aksi takdirde cehaletin mizanı yoktur. Onun egemen olduğu ortamlarda güven yoktur, aydınlık yoktur ve yaratıcılık yoktur.
Kimimiz varsıllığımıza, kimimiz yoksulluğumuza sığınıyoruz. Ancak kendimiz kadar, kapımızı açtığımızda karşılaştığımız komşumuzdan, sokaktaki insanımızdan ve nihayetinde toplumumuzdan sorumlu olduğumuzu görmezden geliyoruz. Büyük çıkmaz sokağımız burası. Oysa dünyanın en genç nüfusu, eğitilebilir, yönlendirilebilir ve toplumsal bir dönüşümü gerçekleştirebiliriz.
Son olarak bütün bu düşündüklerimi, yazdıklarımı kendine sorun edinmiş aydın bir platformu anmadan geçmeyeceğim. Okuyay-Okuma Kültürünü Yaygınlaştırma Platformu hepimiz için bir okuma kültürü takvimi hazırlamış. Sevgili okurlarımızla paylaşıyorum. Kendinize sorun lütfen bunların hangilerinden haberdarsınız ve cehalete karşı diktiğiniz bir mumunuz var mı???
Okuma Kültürü Takvimi
14 Şubat Dünya Öykü Günü
21 Mart Dünya Şiir Günü
22 Mart Dünya Çocuk Şiirleri Günü
28 Mart-5 Nisan Kütüphane Haftası
2 Nisan Uluslararası Çocuk Kitapları Günü
23 Nisan Dünya Kitap ve Telif Hakları Günü
23 Nisan Dünya Okuma Gecesi
Nisan son Cts. Bağımsız Kitapçılar Günü
3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü
8 Ağustos Dünya Okuma Yazma Günü
9 Ağustos Dünya Kitapseverler Günü
8 Eylül Dünya Okuma Günü
25 Eylül Çizgi Roman Günü
30 Eylül Uluslararası Çeviri Günü
9-15 Kasım Dünya Çocuk Kitapları Haftası
Kasım 3. Cuma Sesli Okuma Günü
26 Aralık Dünya Sahaflar Günü
Fotograf: Orhan Köse
*İletişim:
Felsefeci, Yazar, Sanat Eleştirmeni
ZorbaTVdergi Genel Yönetmeni
Sanatım Dergisi Genel Yayın Yönetmeni
Sosyeteart Blog: Düş ve Gerçek Köşesi
instagram: @zorbeyümityaşargözüm
Facebook: Ümit Yaşar Gözüm
e-posta: uygozum@gmail.com
Entelektüel Tartışma Platformları
Toplumsal Buluşmalar Platformu
Türkütopya Sanat Platformu
Ankara (Kalesi)İzdüşümleri
Bodrum Aspat Düşleri Platformu
Kurucu Başkanı
Yorum
Değerli Üstadım başarılı hir…
Değerli Üstadım başarılı hir sayı ve umitlendirici bir yazı. Tarihsel süreci özetleyebiliriz ama gerçek değişmiyor. Bunu anladım yazınızdan. Kaleminize sağlık.
Ama üstat sizi okumaktan…
Ama üstat sizi okumaktan alamıyorum kendimi. Cümleler değil aforizmalar seckisi sanki. Yüreğinize sağlık. Sevgilerimle
Yeni yorum ekle