Peter Berger’in Sosyal İnşa Teorisi

Felsefe

Peter Berger’in Sosyal İnşa Teorisi

Sosyal fikri hayat içerisinde birey ile içinde yaşadığı toplum arasında asırlardır var olan sosyolojik temelde oluşum gösteren fail-yapı biçiminde ortaya çıkan problemler vardır. elbette problemin iki uç noktada kendini var eden kült halini almış gelenekler vardır. bir bakıma klasik anlamın biçimini Emile Durkheim’in olgusal tanımlarında, programatize edilmiş biçimini ise yapısal işlevselcilikte bulan objektif gelenek, diğer taraftan anlam teması içinde Max Weber’in fikri hayatında ve sonrasında Fenomonolojik, Hermeneutik yaklaşımlarda metalaşan öznelci gelenek vardır.

20.yy ikinci yarısından sonra tamamen birbirinden farklı iki araştırma alanının varlığı sosyolojik gelenekte problem  yaratmıştır. nitekim geldiğimiz noktaya kadar var olan temel eğilim, iki ayrı geleneğin ve bunlara bağlı olarak ortaya çıkmış araştırma  gündeminin verimli yanlarını sentez biçiminde teorik çerçevede ele almıştır. Gelinen bu noktada Peter L. Berger çalışmalarında paradigma seviyesinde bir etki yaratmıştır.  bu paradigma  yapı ile fail arasındaki diyalektik sürecine atıfta bulunan yapısıyla önem kazanmıştır.  Bu bağlamda Bergerin Sosyal inşa teorisi oldukça önem kazanmıştır.  Daha öncesinde sosyoloji geleneğinde bütünlüklü bir teori ortaya koymak isteyen bir çok sosyolog olmuştur.  Fakat belirtildiği üzere Peter Berger de bu minvalde çalışmalarını sürdürmüştür. Düşünür kendi fikri teorisine sosyolojide var olan iki uç noktayı kertme düşüncesiyle başlar.

 Öncesinde belirttiğim üzere Durkheim’in sosyal olguları şeyler gibi inceleme düşüncesi ile Weber’in sosyoloji açısından bilme nesnesi, eylemin öznel anlam argümanı Bergere göre çelişmez iki argümandır.  O halde toplum hem nesnel bir olgusallık hem de öznel bir anlam ifade eden bütünlüklü yapıdır. Öyleyse sosyolojik teorinin  temel problemi şu olmalıdır. “Öznel anlamların nesnel olgular haline gelmesi nasıl mümkündür? Ya da “İnsani faaliyetin bir şeyler dünyası üretebilmesi nasıl mümkündür?” (Berger ve Luckman, 2008: 28). Bergerin tüm çalışması en temelde belirtilen sentezi oluşturma biçiminde gözükmektedir. Diğer bir ifadeyle birbiri ile çelişiyor gözüken üç önermenin  temelinde sosyolojik teori oluşturmak öncelikli hedefidir. “toplum, insani bir üründür. Toplum, Nesnel bir gerçekliktir. İnsan sosyal bir üründür” (Berger ve Luckman, 2008:92). Bergere göre bir toplumda episteme olarak kabul edilen her şeyle yani toplumun kolektif duyusal epistemesiyle, kısaca toplumun ortak bilgisel stokunu ele almak zorundadır. Düşünüre göre gündelik yaşam içindeki gerçeklik temelleri üzerine sorgulama yapmadan teorik çerçevede kabul edilmelidir. Aksi durumda bireyler, içinde bulunulan gündelik yaşam çerçevesinde asıl gerçekliği gerçeklik gibi görmezler. Öyleyse gündelik yaşam kendiliğinde farklı bir nitelik biçiminde vardır. onunla karşılaştırıldığında ise diğer realitenin hepsi belirli sınıra dayalı ya da anlamın iç bölümleri olarak var olurlar. O halde Berger realitenin sosyal oluşumunu temel olarak dışsallaştırma, nesneleşme ve içselleştirme sosyal çerçevesi ile algılar. Böylelikle toplum öncelikle nesnel olarak sonra ise öznel olarak var olur.

Berger nesnel gerçeklik serüvenini iki sosyal mekanizma üzerinden kurumlaşma ve meşrulaştırma çerçevesinde açıklar.  İnsanın yaşam içerisinde biyolojik mana dışında sürekli ve zorunlu olarak kendisini yeniden üretmesi gerekmektedir. Bu üretim sosyal bir teşebbüs ile birlikte olduğunda insanın biyolojik üretim kadar sosyal bir üretim içinde de olması zorunluluğunu sağlar. Düşünüre göre sosyal düzen en temel manada içine doğulan bir nesnellik olarak anlaşılmasının dışında genel itibari ile insanı bir ürün olarak bizlere gösterir.  O halde sosyal düzen geçmiş birey faaliyetinin sonucudur. Böyle bir çıkarımdan elbette düşünür kurum tanımı oluşturmuştur.

 Kurumların oluşumunu rastgele iki birey arasındaki karşılıklı ilişki üzerinden açımlama  yapan düşünüre göre karşılıklı etkileşim içinde oluşan normlar, kuşaktan kuşağa aktarılması ile birlikte kurumların son halini alır. Böylelikle bu kurumlar bir kuşağın diğer kuşağa aktarımı neticesinde kendilerinin oluşturmadığı nesnellik olarak karşımıza çıkar.  “Berger’in söylemi Durkheimcı bir hâl alır. Zira bu şekilde oluşmuş olan kurumlar yeni kuşak tarafından dışsal, nesnel ve zorlayıcı birer gerçeklik olarak tecrübe edilir”.(Durkheim, 1994: 62). Kurumlar artık belirlidir ve yeni kuşaklar bunları içselleştirme problemi ile karşı karşıyadır. Aynı şey rollerin ikili görünümü üzerinden de geçerlidir.(Berger ve Luckmann, 2008: 115). İki biçimde roller, kurum biçiminde objektif hali almış episteme kümelerinin kurumsal temsilleri ve dolayımı biçiminde vuku bulur. Böylelikle toplum ancak bireyler ona dair fikri hayatı olduğu için vardır. ilkesini savunur. İkinci biçimde ise bir rolün sosyal biçimde tanım halini almış episteme parçasını içinde taşıdığı görünür.  O halde bireysel zihin sosyal olarak belirlenmiştir önermesi anlam ifade edilir. Düşünürün nesnel gerçeklik varlığı teorisi çerçevesinde bu biçimde algılanır. Lakin birde öznel gerçeklik vardır. nesnel gerçekliği içselleştirme biçiminde algılamalarının temelinde sosyal psikoloji gözükmektedir.

İçselleştirme kavramı düşünür için “Nesnel bir olayın ifadelendirilmiş bir anlam olarak yani bir diğer kişiye ait olup tam da bu yüzden benim için öznel bakımdan anlamlı hâle gelen öznel süreçlerin bir tezahürü olarak doalyısızca kavranması ve yorumlanması” ( Berger ve Luckmann, 2008: 190). Olarak görülür. İçselleştirmeyi var eden varlıksal genetik üzerinden süreç sosyalizasyonudur. Düşünür sosyalizasyonu “bireyin bir toplumun ya da toplumun bir kesitinin nesnel dünyasına kapsamlı ve tutarlı şekilde girmesi” (Berger ve Luckmann, 2008: 191) olarak tanımlar. Burada iki sosyalizasyon vardır ilki çocukluk döneminde ailenin bireyi topluma kazandırdığı sosyalizasyondur. İkini sosyalizasyon ise  zaten sosyalleşmiş bireyi kendi toplumunun nesnel biçimdeki  yeni alanlara sokan herhangi süreçtir.  Toplumlarda birincil biçimdeki sosyalizasyon tek başına yeterli değildir. Böyle bir durumda içselleştirilmiş olarak ikincil sosyalizasyonlar gerekir. birincil sosyalizasyonun duygu yoğunluğu ikincide resmiyete bırakır. “Kişinin annesini sevmesi gerekir ama öğretmenini sevmesi gerekmez” (Berger ve Luckmann, 2008: 206). Çalışmanın bu kısmında Peter’in sosyal inşa teorisini dışsallaştırma, içselleştirme ve nesneleştirme biçiminde anlattıktan sonra düşünceye dair bazı düşünürlerin eleştirisine yer vermek çalışmayı olgun kılacaktır. Bu bağlamda anlatılan teoriye eleştiriler irdelenecektir. George Ritzer, Sociological Theory (Sosyolojik Teori) adlı eserinde, gerçekliğin sosyal inşası teorisini değerlendirirken, Berger ve Luckmann’ın ‘şeyleşme’ kavramını sınırlandırılmış anlamıyla kullandıklarını belirtir ve onların şeyleşmeyi, salt öznel bir fenomen olarak tarif ettiklerini söyler. Ona göre, nesnel yapıları ihmâl etme eğilimi Berger ve Luckmann’ın meşrulaştırmalar ya da kurumsal sisteme ilişkin açıklama ya da haklılaştırmalar meselesini ele aldıkları durumda da karşımıza çıkar.

 Nesnel yapılarla meşgul olmak yerine onlar nesnel yapıların mevcudiyetini tahkim etmek maksadıyla kullanılan bilgiye, başka bir söyleyişle meşrulaştırılan yapılara değil de onların meşrulaştırılma tarzlarına odaklanırlar (Balkız, Öğütle, 2012:46). Bunun dışında ünlü düşünür Hamilton Berger’in  gerçekliğin sosyal inşası adlı çalışmasında çalışmanın başında belirttiğim düşünürlerden hareket ederek  fenomonolojik sosyolojinin tutarlılığı konusunda bir çok eklektizm görmektedir. “Ona göre bu yaklaşımın teorik düzeyde bütüncü yöntemi, bir teori olarak zayıflıklar içermesinin temel nedenlerinden birisini oluşturmaktadır. Zira onlar, Weber, Marx, Durkheim ve kısmen Mead’ın görüşlerini uzun bir teorik gezintiden sonra ve üstünkörü bir şekilde teorik sentezlerine dâhil etmişlerdir. Bu durumun bizi, onların eserlerindeki temel bir eksiklikle karşı karşıya getirdiğini düşünen Hamilton’a göre bir bilgi sosyolojisi olarak onların teorisi, oldukça açık bir biçimde empirik olmayan bir teoridir: o, toplumsal teoriden ziyade toplumsal felsefenin alanı içerisinde yer alır” (Balkız, Öğütle, 2012:46)  “Hamilton’ın en önemli eleştirilerinden biri de Berger ve Luckmann’ın gerçekliğin sosyal inşası teorisinde asal bir bileşen teşkil eden ‘sosyal bilgi stoku’na yöneliktir. Zira oluşturduğu ‘reçete bilgi’yle sosyal bilgi stoku, özneler arası olarak inşa edilmiş sosyal gerçekliğin her üyesine kullanılabilir tamlaştırılmış bir bütünlük sunar.

 Başka bir söyleyişle, sosyal bilgi stoku, toplum üyelerinin yerine getirmesi gereken toplumsal rollere uygun olarak düzenlenmiş reçete bilgiler dizisinden oluşan bir yapıyı meydana getirmekte ve bu üyelere gerçekliğe dair aşinalık derecesi farklı farklı olan bir ayrımlaştırma sunmaktadır. Hamilton’ın eleştirel itirazı tam da bu noktada karşımıza çıkar. Ona göre sosyal bilgi stokunun fiilî olarak nasıl dağılım gösterdiği, yeni ilgilerin bilgi alanlarının seçiminde niçin işlev gördüğü ve geçerli bilgiye nasıl ulaşıldığı ve bu bilginin nasıl sistematize edildiği gibi üzerinde durmaları gereken noktalara geldiklerinde Berger ve Luckmann kurumsallaştırma, meşrulaştırma ve içselleştirme konularını tartışmayı bir kenara bırakılır. Başka bir şekilde ifade edersek Hamilton, sosyal bilgi stokunun toplumsal grupların ilgi/çıkarlarına göre ve bu ilgi/çıkarlardan hareketle meydana getirildiği mekanizmaları tartışmamış olmalarını Berger ve Luckmann’ın teorisinin önemli bir eksikliği olarak görür. Üstelik onlar, Hamilton’a göre, bize salt gündelik ve teknik düzeyde karmaşık bilgiden oluşan toplumsal olarak dağılımlanmış bilgi stokuna ilişkin bir görüş takdim ederler ve biz bu bilginin yapısı ve onun bir parçasını oluşturduğu toplumun sosyal yapısıyla ilişkisini sorgulama araçlarından yoksun bırakılırız. Bu eleştiriyi Hamilton açısından daha sarih hale getirirsek, Berger ve Luckmann’ın analizinde ihmal edilen şey bilgi/güç-iktidar ilişkisinin ele alınmamış olmasıdır”.( (Balkız, Öğütle, 2012:46).

“Hamilton eleştirilerinde Berger’in toplum içindeki yaşamını sürdürmesi bağlamında kurumları nötr bir biçimde ve işlevselci anlayışına bağlı kaldığı gerekçeyisle açımlama yapar”.(Berger, 1993).  Marksçı analiz çerçevesinde verilen olgusal durumdan hareketle açımlanan ekonomicileri “ görünüşün ardındaki gerçekliği görmemekle ve tarih dışı olmakla itham eder.” (Savran, 1979:40). “Açımlama düzeyinde böyle bir statü savunuculuğun Bergeri siyasal bir tutuculuğa doğru götürdüğü üzerine çalışma yapmak gerekirse  Peter. L. Berger’in bireysel manada kendi teorik yönelimini muhafazakar hümanizm olarak tarif ettiğini de açımlamak gerekir”.( Paloma, 1993: 275).

Bu eleştiriler dışında  düşünürün öznelci ve objektif sosyolojiyi sentezleme fikrinin başarı göstermediğini tüm çalışmasında yapısal biçimde sosyoloji oluşumuna ihtiyaç duyulsa da sosyal yaşamın neredeyse sadece sübjektif karakteri ile ilgilediğini bundan dolayı da yeni bir formül biçimi oluşturmaya çalıştığını yani diyalektiğin başarısız olduğunu söyler. Ona göre yapısal analiz biçiminde çok ileri düzeyde olan Marksist teorinin, düşünürün oluşturmaya çalıştığı teorik senteze layık olmamasını da eksiklik olarak görmek gerekir.  çalışmayı toparladığımızda  Berger genel fikir olarak şu şekilde özetlenebilir. Kişilerin sosyal ilişkilerde oluşturduğu öznel çıkarımları ve rolleri kendilerini dışsallaştırma süreci ile başlayan inşa sürecinin faaliyetlerinin  sıradanlaşması, tipleşmesi ve kurumsallaşmasına ağlı olarak nesnel bir anlam kazanır sonrasında bunlar diğer kuşaklar tarafından içselleştirilip tam manada sosyal bir dünya oluşur.  Düşünür gerçekliğin sosyal inşası teorisi için ortaya koymaya çalıştığı sentez çabasının sosyoloji tarihinde toplum nasıl oluşur soruna verilen cevabın üzerinde durulması gereken versiyonu olduğunu belirtebiliriz. Lakin böyle bir eleştirel kurgu bir çok eleştiriyi de beraberinde getirmektedir.  Bu eleştirinin en temelinde eklektizm suçlaması oldukça önemlidir. Diğer eleştirileri metin içerisinde oldukça net ifade ettiğim için bu kısımda tekrar irdelemeyeceğim çalışmanın özünde sosyal inşa teorisine dayanan  dışsallaştırma nesneleştirme ve içselleştirme olgularını eleştirileriyle birlikte vermiş verilmiştir bu bağlamda çalışmanın konusunun özünden koparmamak nezdinde açıklama yapılmıştır. 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAKÇA:

Bekir Balkız, Vefa Saygın Öğütle, Peter L. Berger ve Thomas Luckmann’ın Gerçekliğin Sosyal İnşası Teorisi ve Eleştirisi, Sosyoloji Dergisi, Sayı: 27, 2012.

BERGER, P. L.,1993, Dinin Sosyal Gerçekliği (çev. Ali Coşkun), İstanbul: İnsan Yayınları

BERGER P. L. ve LUCKMANN, T., 2008, Gerçekliğin Sosyal İnşâsı (çev. Vefa Saygın Öğütle), İstanbul: Paradigma

DURKHEIM, E.,1994, Sosyolojik Metodun Kuralları (çev. Enver Aytekin), İstanbul: Sosyal Yayınları

POLOMA, M. M., 1993, Çağdaş Sosyoloji Kuramları (çev. Hayriye Erbaş), Ankara: Gündoğan Yayınları

SAVRAN, S.,1979, “Siyasal İktisadın Eleştirisi”, Birikim, Cilt:7/Sayı:49.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.