Sevmek sanat mıdır?
Prof.Dr. Hasan Bacanlı
Psikoloji diğer bilim dallarına göre farklı bir yere sahiptir; insanla doğrudan ilgilidir. Diğer bilim dalları insanı psikoloji kadar “içten” ve “yakından” ve “doğrudan” ele almazlar. Her bilim dalının çığır açan, insanların bakışlarını değiştiren kitapları vardır, ama onlar psikoloji kitapları kadar yaygın değildir. Bilimin yavanlığına düşmeyen ve bu özelliği kullanarak kendini bilimle ve mantıkla sınırlandırma ihtiyacı duymayan yaklaşımlar da vardır. Bu yaklaşımlar genel bir ifadeyle “kişisel gelişim” adı altında toplanabilirler. Aslında kişisel gelişim alanı da psikolojinin çocuğudur, atası da bellidir: İnsancıl yaklaşım.
İnsancıl yaklaşım psikolojiktir. Burada ilginç olan ise psikoloji gibi insanı ele alan bir bilim dalında “insancıl” bir yaklaşımın bulunmasıdır. Diğerlerinin pek de “insancıl” olmadığını öne süren (peki, “ima eden” diyelim en azından) bir yaklaşımdır bu. Ama oldukça rağbet görmüştür. İnsanlar bu yaklaşımın iki öncüsünden Abraham Maslow’u bilirler, ama Carl Rogers’ı pek bilmezler. Oysa kişisel gelişime bir “baba” bulmak istersek bu kişi Maslow değil, Rogers’tır. Maslow kolay anlaşılır olduğu düşünülen ihtiyaçlar hiyerarşisi ile bilinir. Rogers ise daha çok danışmaya yoğunlaşmıştır, bu yüzden psikolojik danışmanlar onu daha çok tanırlar. Ama onun yaklaşımı kişisel gelişimi (doğurmamışsa bile) körüklemiştir.
Kendisi psikanalitik yaklaşım kapsamında görülen ama yaklaşımı insancıl olan bir psikolog da vardır: Erik Fromm. Fromm’un temel kitabı Özgürlükten Kaçış olmakla birlikte, çoğunluk onu Sevme Sanatı kitabı ile bilir. Özellikle ergenlik ve sonrası dönemde çok okunan kitap, insanlara sevmeyi anlatır. Kitabın içeriği bir yana, adı ilginçtir. Kitabın adından yola çıkarak, sorulması gereken soru şudur: Sevmek bir sanat mıdır? Kitaba göre cevap verecek olursak, sanattır. O zaman da şu soruyu sormak gerekir: Sanat nedir? Bu soru “sanat sanat için midir sanat toplum için midir?” gibi kartezyen bir dilemmaya girmeden, şu şekilde anlaşılmalıdır: Sevmek bir sanatsa nasıl bir sanattır? Sevmek nasıl olur da sanat olur?
Sanattan gidelim. Genel anlayıştan hareket edersek, sanatın bireysel bir üretim olduğunu söyleyebiliriz. Başka bir ifadeyle, sanat “var olan” değil, “var edilen” bir şeydir. Zaten bu özelliği onu yaratıcılık ile ilişkilendirir. Şöyle denebilir: Sanat bir sanatçı tarafından üretilir ve sanatçı yaratıcı bir kişidir. Sanatçının yaratıcılığı başkaları tarafından üretilmeyen ve fark edilmeyen bir eser ortaya koyması şeklinde ortaya çıkar. Bu noktada uzlaşırsak, sorumuzu cevaplamaya geri dönebiliriz.
Sevmek bir sanat ise o zaman seven kişi bir sanatçıdır. Sanatçı olarak başkaları tarafından fark edilmeyen veya üretilmeyen bir şeyi fark etmiş veya üretmiştir. Sanırım seven kişilerin kıskançlıkları da bu sevgiyi sadece kendilerinin fark ettiklerini veya ürettiklerini düşünmelerinden ileri gelir. Seven kişi sevdiğinde başkalarının görmediği bir şeyi görmekte veya üretmektedir.
Fark etme veya üretme konusuna da açıklık getirmek gerekir. Buradaki fark etme daha çok “güzellik potansiyelini” fark etmektir. Bu potansiyeli fark eden sanatçı bu potansiyeli ortaya çıkarır; sevdiğini güzelleştirir. Burada güzellik sadece fiziksel güzelliği ifade etmez, her türlü güzellik bu kapsamdadır.
Seven sanatçıdır, sevdiğinde güzeli ortaya koyar. Bu güzelliği bireysel olarak ortaya koyar, çünkü onda başkalarının görmediği bir potansiyeli ortaya çıkarmıştır. Peki, bu durumda “sanat eseri” nedir? Sevilen kişi mi, sevgi ilişkisi mi? İnsanlar çoğu zaman sanat eserinin sevilen kişi olduğunu düşünürler. Bu yüzden sevilmek herkesin hoşuna gider. Sevilmek sevilen kişinin kendisinin bir “sanat eseri” olduğunu düşünmesine yol açar. Sanat eseri başkalarında güzelliğiyle takdir duygusu oluşturan bir şeydir. Böylelikle, insanlar sevildiklerinde başkaları tarafından takdir edildiklerini, güzellikleriyle kendilerine hayran olunduğunu düşünürler.
Sanatçının ürettiği sanat eserine duyduğu hayranlığı da unutmamak gerekir. Sanatçı eserine hayran olur, hayranlıkla bakar. Seven de öyledir. Eğer sanat eseri sevilen kişi ise ona hayranlıkla bakar, onu hayran hayran seyreder. Sevdiği kişinin yanında eli ayağı dolaşan, heyecanlanan aşık aslında kendi yarattığı sanat eseri karşısında heyecanlanıyordur. Ama kendini sanat eseri olarak kabul eden “sevilen” kendisinin karşısında heyecanlandığını düşünür ve bundan da mutlu olur. Tabii ki sevenin eseri olarak gördüğü şey ile sevilen veya sevilenin kendinde olan şey ne kadar örtüşüyorsa, sevginin o kadar iyi tesis edildiği düşünülür. Hatta başkaları bu ikisi arasında büyük bir fark gördüklerinde, “onda ne buluyorsun, anlamıyoruz” derler.
Özet olarak sevenin bir sanatçı olduğu, sevdiği kişide bir güzellik ürettiğini (yarattığını) söyleyebiliriz. Sanat eseri olarak sevilen görüldüğünde ise, bunun sevilen açısından mutlu edici olarak görüldüğü aşikardır.
Sanat eseri gerçekten ve her zaman sevilen kişi midir? Sevme sanatı sevilen mi üretir? Bu soruya verilebilecek doğru yanıt aslında “hayır” olacaktır. Bir anlamda sevenin zihninde (pardon, kalbinde) ürettiği imgenin sanat eseri olduğu söylenebilir. Ama bu cevap da tam doğru değildir. Çünkü gerçek sanat yaratımın kendisidir. “Sanat eseri” teriminin de ifade ettiği gibi, gerçek sanat eser değil, yaratış sürecidir. Bu yüzden sevgi sevileni ortaya çıkarıp bitmez; sevilenin sürekli olarak yaratılmasını, sevmenin sürekli olmasını gerektirir. İnsan sabit bir canlı olmadığı gibi, sevme sanatı da “sevdim, oldu, bitti” denebilecek bir üretim değildir. Belki yaşama sanatı ile benzeştirilebilir. Yaşama nasıl yaşadığımız sürece icra ettiğimiz bir sanatsa, sevme de sevdiğimiz sürece icra ettiğimiz bir sanattır. Bu sanatın eseri de üretilen ve yaşatılan sevgidir.
İnsanların sabit canlılar olmadığını, değiştiklerini söylemiştik. Dolayısıyla yeniden üretilmeyen sevgi tarihselleşir. Biten her şey tarihselleşir. Seven kişi de sevdiğinde sanatın icra edildiğini ve sanat eserinin tamamlandığını düşündüğünde, eserini bitirmiş olur ve yeni sanat eserleri peşine düşecektir. Biten sanat eseri de artık “geçmiş”tir. Bu yüzden sevme sanatının önemli bir özelliği sürekli olarak üretilmesidir.
Sevenin zihnindeki ile sevilende olan şeyin örtüşmesi gerekir. Bu örtüşme karşılıklılığı getirir. Sevilen sevgiye karşılık verdiği sürece sevgi devam eder; sevgi devam ettikçe seven sevileni yaratır. Bu sırada artık sevilen de seveni yaratmaya başlamıştır. Gerçek sevme ilişkisi karşılıklıdır. Seven sevileni sevdiği gibi, sevilen de seveni sevmelidir. Sevilen kendisinin güzel olarak görüldüğü duygusunu kendisine sakladığı ve karşılık olarak sevmediği sürece sanat eseri olarak kendini, sanatçı olarak da seveni görüyor demektir; yani kendini biri tarafından yaratılan bir sanat eseri olarak görüyordur. Oysa gerçek “sevme” bir eylemdir ve eylemin sürekliliği esastır. Sadece bu süreklilik sağlandığında, “sevme” tek taraflı bir yaratım olmaktan çıkar. Aksi takdirde, ancak sevenin “benzini bitinceye kadar” sürebilir.
Sonuç olarak sevme sanatı iki kişinin birlikte icra ettiği bir sanattır. Bu yüzden Leyla ile Mecnun’un, Kerem ile Aslı’nın aşkından, sevgisinden söz edilir. Karşılıklı olarak üretilmeyen sevgi sağlıklı bir sevgi olmadığı gibi, gerçek sevgi de değildir.
Yorum
Hocam güzel bir yazı. Benim…
Hocam güzel bir yazı. Benim bilgim aşkın sanat olduğudur. Sevgi de rol yapma vardır. Daha çok artistikdir.Oysa aşk doğaçlamadir. Daha çok sanatsaldir desem yanılıyor olabilirim miyim. Sevgilerimle
Hocam teşekkür ederim…
Hocam teşekkür ederim aydınlattığıniz için. Size katılıyorum. Saygılar
Aevme sanatından sonra…
Aevme sanatından sonra okuduğum düşündüren bir yazı. Sizi takipteyiz bir grup dilci olarak. Teşekkürler
Yeni yorum ekle