Sürreal’den Gerçeğe Aşka Yolculuk

Felsefe

Zamana Yenilmeyen Düşler-5

Sürreal’den Gerçeğe Aşka Yolculuk

 

Ümit Yaşar Gözüm

 

Bir akşam üzeri evinin terasında kahvesini yudumlayan üstat şans tanrıçası Tike’nin akşam yürüyüşüne çıkmasını beklerken kendisine cesur davranması yönünde telkinde bulunuyordu:

Ayağa kalkın insan kardeşlerim,  bir çınarın gölgesi gibi doğrularak düşün toprağa. Bir sonbahar ikindisinde rüzgarların önünde sürüklenen yaprak olmayın, ilkbaharın  doğumunu hissedin teninizde.

Açın yüreğimi sizde görün. Bir kadın geçiyor içimden, bir fırtına, bir tufan sanki! Açıyor bütün kapılarımı, güneşi getiriyor başucuma. Yaşama tutunma sevincini avuçlarıyla yüreğime serperken, samyeline dönüşüyor gecenin ayazı.

Bir kadın geliyor karşıdan, yelkenlerini indiriyor açık denizde. Parıldayan gözlerinde karşı kıyılara uçmak geçiyor içimden. Bir açıp bir kapatıyor yüreğini neşeyle. Eteğini savuruyor güverteme, savruluyorum zamansız mevsimlere.

O anlarda içimdeki deli haykırıyor uyuyan denizlere; vurun, kırın savurun yelkenlerini o haylazın. Deniz derin dalgalarını yolluyor üstüme, tanrıça ise eteğini siper ediyor! Bu baharda bir kadın düşüyor gözlerime insan kardeşlerim, gözleri okyanus derinliğinde, bakışları volkanında kavrulmaya davet ediyor sanırsınız. Aklım takılıp gidiyor peşinden. Rüzgarlarında savrulurken evren, o kendi deminde demleniyor.       Kayalarda yol açan gözelerden akan su gibi sakin ve dingin! Öylesine coşkun bir karşılaşma bizimkisi, iliklerimize kadar ıslatan. Son cümlesi bitmeden sokağın başında bütün zarafetiyle görünen Tike’yi izlemeyi, tumturaklı söyleve tercih ederek, aşağı inip gözleriyle selamlaşarak birlikte sahile yürümeye başladılar.

Tike, üstadın tanıştıklarından bu yana ilk defa heyecanla coşku arasında gidip geldiğini anladığında, suskunluğunu bozacağı arı kovanına çomak sokmayı düşündü. Heyecanı kendisine de yansıyordu. Bir çok acaba arasında, kararlılıkla gözlerine bakarak; artık bir şeyler söylemelisin dercesine durduğunda; üstat konuşmaktan kaçamayacağını anlamıştı. Bir anda Tike’ye dönerek:

 Ey yüce ruhlu tanrıça; bütün yalanların sonsuza kadar uykuya dalacağı bir cümle söyle bana! Ey bütün kaygılarımın avutanı sözcükler; arının artık biçime yüklenen siyah beyaz nefretlerden. Bırakın kendinizi ölümün parıltılı törenlerine!

Tenimi isteyen ölüm ve ruhumu kuşatan aşk; yalnızca siz görüyorsunuz mahremimi! Birisine aitim yapayalnız, bende saklı öteki ruhumu okşuyor…Bir kanatlı ok değdi yüreğime, şimdi zangır zangır titriyor. Bir kanatlı ok deldi yüreğimi divane gibi inliyor.

Güneşin putları vardı, cahilinki kadar katı olmayan. Onun ki, tuzlu suda asırlardır bekleyen batıktan daha katıydı, katman katman! Ne ben kazımayı denedim ne de o arınmayı yeğledi. İşte öylesine bir sıradanlıktı varlığı. Kızdım ve alıp başımı gittim katmanları olmayan insanlara…

Ey tek dalgayla tusunami yaratan koca deniz! Bazen büyük bir dalga olmak geçiyor içimden, kendi kıyılarına vuran. Her düşten arınıp bir limana sığınmak aklımın ucuna takılı. Sonra aklımın yetişemediği şeyler geçiyor göz ucumdan, iniyor yüreğime! Yüreğimde senin rüzgarların esiyor Tike, ferahlatıyor içimi. İçim geçiyor, sarılmalık düşlere yatıyor ömür. Sensiz akıp gidecek zaman diye düşünürken, sen zamansızlık boyutunu giyiniyorsun tanrıçamız!

Utangaç ergen halleri, yüreğinin coşkuna daha fazla dayanamadı, Tike’nin:

Hatırlıyor musun, bir bahar sabahı, beyaz giysiler içinde yaklaşıp; düşler ülkesine nasıl gidilir diye sorduğumda, mevsimleri şaşırmış kiraz dallarına dönmüştüm!

Ayrılırken bana sık sık yazmamı söylemiştin, ben de öyle yaptım!

İlk yazım en öldürücü cümleyi bulmak adına günlerce sürmüştü! Ben cümleyi kurduğumda sen dönmüştün bile seyahatten. Ama olsun mektubu verdiğimde şaşkınlıkla ‘bunu hangi bahar esintisi getirdi buralara’ demiştin. Tatlı bir anı ve giz olarak kaldı hep bende.

En çok da her karşılaşmamızda ‘sen özlem kokuyorsun…’ diye yüreğimi uyandırman hoşuma gidiyordu. İnsanın kendi yazdığı okla her gün birkaç fasıl vurulup da ölmemesi, hatta kutsal bir söylevmişçesine tekrarlaman büyük şanstı. Beni yakalayacağın yeni ve daha güzel aforizma okları da yaptım, pardon yazdım ama sen hep aynı hevesle beni ilk okla vurmayı tercih ettin.

Uzun sürmüş bir törenin levazımatçısı gibi. orta yerde dolaşıyordu duygularım. Leyleği havada gören avcının tetiği çekeceği pozisyonlara bürünüyordu yüzün. O zaman dayanamayıp sordum, hangi yüz sizinkisi? Anlamış olmanın heyecanıyla ardıma bakmaksızın yola koyulmuştum

Sen bana bakardın, ben de bal peteğine dokunmuşçasına tatlanırdım. Anladım ki yaşam; bakmak-çakmak ve dokunmaktan ibaret değilmiş. O zaman görmeye başladım, sendeki derinliği.

Tanışmamız mitolojik bir düştü; elini uzattığında çektim zamanın içinden, aşkta onunla birlikte geldi. Seni seyrederken antolojideki seçme şiirler gibi, her ayrıntının üzerinde düşünüp, bütün dizelerde geziniyordum. O zaman hissetim aşkın ayrıntılarda saklı olduğunu!

Henüz bana aşka dair bir şeyler söylemeden her gidişinde benimle birlikte sokakların da öksüz kaldığını düşünmekten alamıyordum kendimi! Sonra anladım ki, sensiz olmak, öksüz kalmaktan daha çok acıtıyordu yüreğimi.

Unutmak vefasızlıktır… demiştin bir keresinde! Ben hatırlayarak göstermiştim vefamı, sen ise bir şey söylemediğini unutarak! Anladım ki, bazılarını unutmak en büyük vefaymış insanın kendisine! Eski yazının estetik bir görüntüsü var demiştim, şimdi sen dilini çözerek anlattın bunu. Uzun sürmüş büyük düşün gerçeğine uyanmak istemeyen yolcularıydık. Öyle ki, her an trenler kalkıyordu içimizde gerçeğe.

Uzaktan göründüğünde nisan yağmurları  sema dönmeye başlıyor içimde, yaklaştığında yıldırımlar çakıyor!

Bakışlarının altında kendimi sonradan görme bir yeni yetmenin, bastıramadığı sevindirik hallerinde görürdüm. Ne zamanki beni hala seviyor musun diye sorardı, ancak o zaman kendimle yüzleşir, bin dereden seçilen bir damla suya dönerdim.

Kaç zaman oldu, diye sorduğunda ben salgını sorduğunu sanarak, ironi yaparak sene-i devriyesi olacak dedim! Sende aşkımızı öldürüp gömmeye yüreğim yetmez, şimdi gidiyorum demiştin.

Bana yüreğini ödünç verir misin diye sorduğunda kaygıyla yüreğimi değil. ama özlemlerimi verebilirim demiştim. Onları alıp gittin. Ya yüreğimi vermiş olsaydım ne yapardım?

Bir tartışmamızda, senden yana umutsuzum dediğimde …aşktan yana  olma yeter demiştin. O gün bugündür aşka tutunmuş çınar ağacıyım!

Üstat, Tike’nin ellerini avuçlarının arasına alarak: Arsızlıkla cesaret arasında ince bir çizgi vardır. Hatırlıyor musun, bana bir Çeşm-i bülbül yapmak istiyorum dediğinde, mey sunmak istediğini sanmıştım! İşte o an zarif beyaz birkaç damla gözyaşı kondurmuştun özlemlerimin üstüne!

Kim dedi kadın gözyaşıdır diye! Ben hep bütün duygularıyla konuştuğunu gördüm. Ki, erilliğin anlayamadığı efsunlu birer cümleydi her damlası. Bir erkektim, beklenen sonmuşçasına ben de anlamanın ötesine geçemedim.

Kınından çekilen kılıç gibi, anlamsız sözcükler dökülmüştü dilimden. Farkına vardığımda bir özürle derleyip kınına sokmayı denedim her seferinde. Öylesine bir coşkunun tavında dövülmemiş demir yığınıydı. Kötü niyetli değildi ama en güzel niyetleri bu denli kötü anlatabilen birisi olmak istememiştim!

İnsanın en koyu yalnızlığı içindeki uzaklar: O kadar soğuklar ki, bir kez olsun yüzleşmeye cesaret edemiyor insan! Savanda fırtınanın öfkesine yakalanmış bizonların gözü karalığı sarmıştı benliğimi. 

Aşık mısın diye sorduğunda donmuş sarkıtlar gibi kekelemeye başlamıştım ya, hepsi kaygıdandı… dediğinde üstat, çoktan sıkıca birbirlerine sokulup saatler süren yolculuğa çıkmışlardı bile…

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.