Z Kuşağı ya da Toplumun Denge Sorunu!

Felsefe

Z Kuşağı ya da Toplumun Denge Sorunu!

Ümit Yaşar Gözüm


Bu başlığı attıran düşünce nedir sizce? Kendime sorup durdum derginin konulu sayısına yazmaya başladığımdan beri. Oysa konuyu ağırlıklı sayı olması için önerendim. Bir an düşüncenin izinde yürüdükten sonra. Z kuşağı sınırlarında bir genç kızla birlikte yeniden büyüdüğümü hatırladım birden!

Zaman illüzyondu bu süreçte, zamanlama ise çağı yaşamak. İki arkadaş kadar yakın, kuşaklar arası kadar uzak kalmak. Onun bizi anlamasını beklemek bir ebeveyn ütopyasıydı diyelim demesine de, ya bizim onu anlamamızı beklemesinin bir adı var mıydı literatürde? 

Hepimiz konuşmaya başladığımızda hamaset dolu cümleler dizini oluşturuyoruz. Ancak o cümlelerimizin gençlerin beyninde yankı bulup bulmadığını asla sorgulamadan yaşıyoruz. Sanırım sorun tam burada başlayıp, aile baskısından sokağa, okula, kütüphaneye, kursa, toplu taşımadan sohbetlere kadar bir çok alan ve ortamda daha da kaotik hal alıyor.

Sorun toplumun köşebentlerini sarsacak kadar derindi. ancak  tuhaf bir şekilde köşebentlerin böyle bir sorunu yoktu! Ya da fark etmekle görmemek arasında derin bir uçurumun kenarına tutunuyordu yetişkinler özellikle de ebeveynler!  

Oysa o yaşlar duyguların akılla ciddi çatışma halinde olduğu çağları değil midir insanın. Kişi olmakla birey olmak arasındaki hüzünlü olduğu gibi, bir o kadar da arabesk durumla karşı karşıya kaldıklarını göremiyoruz bile. 

Kendi kıskacımızda, yelkovanın ve akrebin hep aynı döndüğünden öylesine eminiz. Lakin, bizler sokakta oynama şansı bulan neslimizin son örnekleri olarak onları kendi sokağımızda sosyalleşmeye bile bırakmazken, uçsuz bucaksız bir dünyaya saldığımızın farkına bile varamadık!

Ne kadar sıkıştırıp, disiplin altında tutmaya çalıştıksa, bir o kadar içselliğine hapsedeceğimizi düşünemedik. Sonra da gençler konuşmasını bilmiyordan, edep ve adap nedir bilmiyora bağladık! Oysa gençlerin büyük bölümünün dili Türkiye standardının üzerinde imrenilecek kadar berrak ve umut vericiydi. 

Onların da bizim gibi Nuh Nebi zamanında kalmış eğitim ve öğretim kurumlarında ihya olmalarını istedik. Çünkü biz ne öğrendiysek ki, büyük çoğunluk için geçerlidir, sadece okulda öğrendiklerimizle kaldık. Bu kalma öyle sıradan bir kalma da değildi. Ki, dünya aya giderken, biz arabesk yaşamların, tarih masallarının göbeğinde bulduk kendimizi. Acıların çocuğu olduk, taşrayı kente taşıyıp, yoksulluk edebiyatı yarattık ve üzerine oturup gece kondular diktik, dolmuşlar türettik…

Unuttuk insan yavrusunun kendi çağdaşlarıyla büyüdüğünü, dünyanın değiştiğini, bilimin, tekniğin, nihayetinde insan ilişkilerinin değiştiğini ve her gelenin inanç dünyalarından kıymıklar kopartarak inançlarını sorgulattığını!

Nihayetinde vardığımız zirve: Hayal etmeyi, düşünmeyi, insan gibi sevmeyi unutacağı yeni çağın kapısını aralayan günümüzün “Büyük Sorunu İnsan!” 

Her anlamda yoldan çıkmaya hazır, ancak sürekli aldatılma, reddedilme, terkedilme üçgenine hapsolmuş bir varlığın, giderek değerlerinden uzaklaşması ve akıl yerine yalnızca duygularını kullanan insanın özüne dokunmak için dönüyor DÜŞÜNCENİN İZİNE…

Her toplumun olduğu gibi bizim gençlerimizin arasında da daha ortaöğretim sıralarında yolunu çizen haylazlar, tembeller, sıradan olanla yetinmeyi kader sayanlar, iktisadi sosyal, kültürel konumlarının zorladığı yaşamlara hapsolanlar vs. bir kitle var. Buna sıradan işgücü ya da zamansız ekmeğin peşinden koşanlar diyoruz. Nihayetinde her toplumun olduğu gibi bizim de alt ve ara işgücüne ihtiyacımız var. 

Temel sorun; gelecek düşleri olan ve onları biçimlendirmek için, bir delikanın damarlarında dolaştığını fark eden bir kitle var. Ki, toplumları aydınlık yarınlara taşıyanlar da işte bunlar arasından çıkıyor veya yetişiyor. 

Türkiye’nin bugün için öncelikli sorunu bu kitleyi büyük oranda kaybediyor olması. Bir üçgenin açıları arasına sıkıştırılmaktan şikayetçi, dijital çağın bireyi. Umuttan, aşktan, estetik ortamdan payına düşeni alamadığına inananların kökenini terk edişini hüzünle seyrediyoruz. 

Dijital Çağ insanının konumunu sorguladığı bir dünyada hiçbir şeyi olmayan gençliğin duruşunu varsıllık karşısına çıkan 68 kuşağı ile özdeşleştiriyorum. Varlık karşısında insan payına düşeni aldığı kadarıyla umutludur. Oysa yokluk karşısında umut ve mutluluğun hazin bir öykünün ötesine geçtiği henüz görülmüş bir durum değil. 

Sormamız gereken; yaratış ve varoluşun yollarının nerede kesiştiğini anlatabildik mi gencecik yüreklere aileler ve toplum olarak! 

Hep tumturaklı söylemlerle kutsaldan bahsedenler için, gerçekte kutsalın bir sınırının var olup olmadığını sorguladıklarını gören oldu mu gençlerin! 

Sahi insanın kutsalı üzerinden gençliği kutsamaya kalmanın boş bırakılmış sayfalarıyla yüzleşebildik mi! 

Hiç dert ettiniz mi bir insan en büyük kutsalı yaşama hakkından neden, niçin ve nasıl vazgeçer! Ve yine düşündünüz mü neyi nasıl algılıyorlar diye… Bir sanal boşluk içerisine bıraktığımız bu kitlenin toplumsal ahlak yerine sanal gerçekliğin sunduğu ahlak normlarını benimsemelerinde acaba suçumuz var mı diye sorgulayan oldu mu!

Kendi dogmalarımızı gerçek, inandıklarımızı genel geçer doğru sayıp bir inancın kölesi olmalarını dayatmak yerine, epistemik söylemler yaptık mı çocuklarımızla. Bilginin ve bilimin kutsallığının ancak etik değerlere dayandığını, gerçek karşısında objektif kalmayı öğretebildik mi!  

Yoksa yetişkin kültüne uygun hareket edip; gerçekle doğruyu sıklıkla karıştırdığımız gibi onların da karıştırmalarına zemin mi hazırladık! 

Popüler kültür ve iletişim çağında kuşaklar arası ilişkilerin nasıl olduğunu öğrenme çabamız var mı! Ne kadar kendimiz olabiliyoruz ya da geçmişte kalmış olmak ne ifade ediyor yetişkin dünyasında. Çünkü gençlerin dünyasında bu geri kalmışlık ve geleneksel kalıplara hapsolma olarak görülüyor…

Ah insan kardeşlerim gerçek olanın nesneler, doğru ya da yanlış olanın ise önermeler olduğunu yüzde kaçımız fark ettik. 

Felsefesiz yani düşüncesiz yaşamlar önerip biat kültürüne tabi olmalarını bekledik, kendimiz gibi. Nasıl ki, kavramlar arasında ayırdedici sınırlar varsa, kuşaklar arasında da keskin çizgiler olduğu kesin. Biz doğruyla hakikati eşanlamlı sayıp saymamak arasında bir arafa düşmüşken, onların analitik düşünceyi rehber edindiğini anlayamadık bile.

Şimdi Z Kuşağı diye alfabenin son harfi ile adlandırdığımız; geleceğimizi biçimlendirecek gençlerimizin elimizin altından kayıp başka coğrafyalara uçmakta olduğuna sevinmeli mi yoksa hem üzülüp hem de derin derin sorgulamalı mıyız? 

Size de zaman aleyhimize işliyor gibi geliyor mu?

Saçını süpürge ettiğini veya gece gündüz çocukları için didinip durduğunu geçirenlerin serzenişlerini hissediyorum! 

Biz de bir ömrün yarısını önce ülkesine sonra insanlık ailesine iyi bir birey yetiştirmenin çabası içinde olduk. Olduk olmasına da, ülkesinde yeri olmadığını düşünen, insanlık ailesine birer aydın kazandırdık! 

Çoğunluğun yüreğini burkan bir durum. Zeki ve etik değerleri yüksek, bilimi rehber edinmiş geleceği biçimlendiren kuşak gitmek istiyor, onların açtığı boşluğu da sınırdakiler dolduruyor. 

Bir yetişkin, bir aydın ve bir baba olarak soruyorum: İnsan evladını, toplum geleceğini görmezden gelebilir mi? Sokağa baktığımda büyük bir hınç var yetişkinlerin çoğunda. Sanki yeni bilgiyle donatılmış çağlarından uzaklaşmış olmanın hıncını çıkarıyorlar gençlerden, geleceğimizden!!!

Asıl soru şu: Siz olsanız böylesi bir ortama saygı duyup, boyun büküp kaderinize razı mı olurdunuz, yoksa anlaşılabileceğinizi düşündüğünüz adam yerine konduğunuz bir yerlere mi göçerdiniz?


 

Yorum

Sude kaya (doğrulanmamış) Çar, 18 Mayıs 2022 - 10:56

Üstat sizi okurken şiir gibi okuyorum. Bir kuşağı belki de gelecek kuşakları anlamamızı sağlayan bir yazı. Z kuşağının kıyısında güzel bir tanım yani ben de oralardan birisi olarak toplum tarafından anlaşılamayanlar kesiminde ikilemde çokça kaldım. Kaleminize ve yüreğinize sağlık.

Saliha Baysal (doğrulanmamış) Çar, 18 Mayıs 2022 - 11:17

Değerli üstat
Kuşaklar arasındaki boşluk toplumun dengesini ozar mı ya da nasıl bozar diye çok düşünmüş ve fakat bir sonuca erisemedigimi yazınızı okuyunca daha iyi anladım. Tebrik ederim .

Gülşen Kedigillerden (doğrulanmamış) Çar, 18 Mayıs 2022 - 11:53

Üstat yine aklıma eziyet cümleler kurmuşsunuz. Biraz da halka inseniz diyesim geliyor. Sonra vazgeçiyorum. Lakin bir konuşmamızdaki yüksek esinlenlemeler doğuracak metinler yazmak zordur aforizmanızı hatırlıyorum.
Zaman illüzyondu bu süreçte zamanlama ise çağı yaşamak.
Sizi okuma zevkine varanlarï selamlıyorum.

Erkan YAZARGAN (doğrulanmamış) Cu, 20 Mayıs 2022 - 19:00

CEZAEVİNDEN ÇIKIŞ

İfade edildiği gibi ASLINDA kendi ellerimizle inşa ettiğimiz cezaevlerimizde mahkum yaşamlar / yeme, içme, yatma, dışkılama sürdürüyorsak; farkına vardıktan sonra ne yaparız/yapabiliriz?

Öncelikle bilinmesi gereken cezaevinde süresi dolup tahliyesi gelen istese bile orada duramaz.

Kesilen, hükmedilen ceza suçla orantılı olduğu için normal süreç kaldığı yerden devam eder. Tıpkı hastaneden veya askerlik vazifesinden çıkış, taburcu olmak, tezkere almak gibi...

Kısacası anormalden normale dönüştür.

O halde gelsin soru: Norm nedir?

Normların değişkenliği veya göreliliğinden devam eder ve cezaevinde geçen sürede öğrenilenlerle bütünleştirebilirsek hırs veya akıllanıp uyum yoluna girip girmeme seçenekleriyle karşılaşır GENELLİKLE alışkanlıkların hakim olup bilinçle değil hırsla devam edildiği biliniyor.

Pandemiden sonra savaş ateşinin alev almış olması bu gerçeğin delilidir.

Quantal yaklaşım önerisi Reset gerçeğini gösterdiği için telaşa kapılanların GEÇMİŞTE tutunma, mevzi koruma çabaları BİZİMKİ GİBİ şarkkurnazı idarelerde tersine etki gösterecek gibi. Nasıl derseniz "en güncel durum tespitinden hareket edersek; Türkiye'yi NATO'DAN çıkarabilirler!"

Neden geçinemiyoruz, neden birbirimizle geçinemiyoruz? Haydi, biraz daha genelleştirelim; biz neden böyleyiz?

Metinde geçen "insan kalabalığı Pasifik coğrafyası" aslında bir tehdit unsuru gibi duruyor. Yazarın önerisi; kurnaz, kolaycı toplumculuk yerine "sonuna kadar birey" çabası düğümleri çözüyor gibi dursa da günümüz gerçekliği için henüz çok ama çok erken bir dönem.

Bundan bir kaç yüz yıl önce birey fikrine ulaşan düşünürler, kendi zamanlarında da bu fikirlerinin erken olduğunu hem biliyor hemde ifade ediyordular. Geçen yüzyıllardan sonra değişen fazla bir şey olmadı aslında, fikir var ama gerçekliği yok genel olarak. Sürülüp gitme gibi bir zorunluluk içinde kayboluyoruz.

O halde uğraşmaya ne gerek var?

zorbatv Sa, 24 Mayıs 2022 - 21:41

Sevgili Erkan Yazargan,

Yine eleştirel ve yeni yazılara zemin hazırlayan bir metin. Yorum diyemiyorum, çünkü metne haksızlık etmek istemiyorum. Evet her suçun bir cezası var ve her caza sonlu. Ya insanın kendini hapsettiği cezaevi ve aydınlanamadığı sürece asla son bulmayacak ceza!  İnsanın kaybolması veya kendini kaybetmesi haline en güzel örnektir. Yaşamın alışkanlığa dönüştüğü yerde insan akıldan uzaklaşmış demektir. Dahası duyguların anlamsız yüklerle, acılarla, ihtiraslarla yoldan çıkarılması hepsi bu kayboluşu anlatır; anlamak isteyen insana.

Kırık dökük, bölük pörçük fikir kırıntılarının bile gerçekliğinin olmadığı bir çukura düşünlerin, buradan kurtulmak gibi bir çabası da yok. Oysa fikirler gerçekleştiğinde umuda dönüşür ve karanlık aydınlanır yavaş yavaş.

Sevginin, sanatın ve yazının aydınlığında buluşanlara selam olsun.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.