Furûğ-i Ferruhzâd
(1934-1966)
Prof.Dr. Nimet Yıldırım
Farsça edebiyatın bütün zamanlarında en büyük kadın şairi Pervîn-i İtisâmî’den sonra ikinci sırada yer alan Furûğ-i Ferruhzâd, 1934 yılında Tahran'da dünyaya geldi. Çocukluk ve gençlik dönemlerini orta halli bir aile ortamında geçirdi. Bir ordu görevlisi babası Muhammed-i Ferruhzâd, çocuklarının eğitiminde kendine özgü bir tarz izleyerek, Furûğ’un ifadesiyle onları askeri disiplinle yetiştirmeğe çalışıyordu. Furûğ, ilkokulun ardından Kız Sanat Mektebi’ne devam etti. Daha sonra Güzel Sanatlar Akademisi’nde ressamlık eğitimi gördü. Bu sanatların etkileri şiirlerinde de göze çarpmaktadır. On altı yaşındayken annesinin akrabalarından o dönemler İran’ın hiciv yazarları arasında yer alan kendisinden on beş yaş daha büyük Pervîz-i Şâpûr ile ailelerinin karşı çıkmalarına rağmen evlenen Furûğ, bir süre sonra anlaşmazlık gerekçesiyle hem eşinden ve hem de Kâmyâr adlı oğlundan ayrılmak zorunda kaldı. [1]
On üç-on dört yaşlarında şiir yazmaya gazel ile başlayan Furûğ, şairliğinin ilk yıllarına ait bu gazellerinin hiçbirini neşretmedi. İlk şiirleri Hândenîhâ adlı dergide yayınlandı. Sanat hayatının kapılarını bir şair ve ressam olarak aralayan Furûğ, 1333 hş./1954 yılından itibaren şiir kitaplarını yayınlamaya başladı. Daha sonraları bu iki uğraşına yedinci sanat olarak adlandırılan sinemayı da ekledi. 1337 hş./1958 yılından itibaren film teknikleri ve sinemayla da yakından ilgilenmeye başlayan Furûğ'un hayatında yedinci sanatın da oldukça önemli yeri vardı. Dönemin ünlü sanatkârları ve yazarları arasında yer alan İbrâhîm-i Gulistân ile birlikte başta sinema olmak üzere çeşitli alanlarda çalışmalarda bulundu. “Gulistân Film”de onunla birlikte yıllarca çalıştı. 1959 yılında ilk olarak sinema alanında araştırmalar yapmak, film teknolojisiyle yakından tanışmak ve projelerini gerçekleştirme için ortam hazırlama amacıyla İngiltere'ye gitti. 1960’da İngiltere’den döndükten sonra sinemayla daha yakından ilgilenmeye başladı. İbrâhim-i Gulistân ile birlikte birkaç kısa metrajlı filme imza attı. Bu dönemin hatırası Tebriz'de çekimlerini gerçekleştirdiği “Hâne Siyâh Est” adlı filmidir. Söz konusu film, 1963 yılında Batı Almanya’da düzenlenen bir film festivalinde en iyi belgesel ödülü aldı. [2]
Daha sonraki yıllarda İbrâhim-i Gulistân ile başta Hışt u Âyine olmak üzere birkaç film daha yapan Furûğ, 1964 yılında İtalya, Almanya ve Fransa'yı kapsayan bir seyahatte bulundu. Avrupa'da kaldığı sürede Almanca ve İtalyanca öğrendi.[3]
Kendi ifadesiyle yalnız bir kadın olan, kocasından ayrılmasıyla daha da yalnızlaşan, şiiri ve sinemayı sanat hayatının bir sırdaşı, bir yoldaşı olarak algılayan Furûğ-i Ferruhzâd, 1966 yılında otomobiliyle geçirdiği bir trafik kazasında 32 yaşında vefat etti. [4]
Furûğ’un özellikle ilk şiir mecmuası Esîr, İran’daki bireyin görünürde birtakım değerlere bağlı ancak asıl anlamını kaybetmiş sayısız sosyal kurallar ve geleneklere uymak zorunda olduğu kurallar ve sosyal hayat hakkında önemli bilgiler vermektedir. Şair kendisini bir hapishaneye benzettiği toplumun duvarları arasında tutuklu olarak görmekte, bu kalın duvarlar arasından sadece aşk ile kurtarabileceğini düşünmektedir. Bu mecmuada yer alan şiirlerden biri olan İsyân, Furûğ’un hayatında karşılaştığı sıkıntılarından ve kendine yüklediği problemlerden dolayı iniltilerini dile getiren en güzel örneklerden biridir. O bu şiirinde kendisini klasik geleneklerin ve geleneksel yaşam tarzının kafesinde esir kalmış bir kuş gibi nitelemekte ve kurtulmaya, özgür atmosferde kanat çırpmaya çalışmaktadır. [5]
İsyân
Dudaklarıma suskunluk kilidi vurma
Söylenmemiş hikâyem var gönlümde
Ayağımdan ağır bağları çöz
Bu sevdadan dolayı perişan gönlüm
Gel ey adam, ey bencil yaratık
Gel, aç kafesin kapılarını
Bir ömür boyu beni zindana tıktıysan da
Şu bir nefes için salıver artık beni
Ben o kuşum
Çoktan beri kafasında uçma sevdası olan o kuş
Daracık göğsümde iniltiye dönüştü şarkım
Tükendi hasretle günlerim
Dudaklarıma suskunluk kilidi vurma
Söylemem gerekir sırlarımı
Duyurmam gerekir bütün dünya insanlarına
Ateşli sesimin yankılarını
Meltem öpücük aldı benden binlerce
Binlerce öpücük bağışladım güneşe
Senin gardiyan olduğun o zindanda
Bir tek öpücükle sarsıldı bir gece varlığım
Gel aç kapıyı, kanat çırpayım
Şiirin aydınlık gökyüzünde
Bırakırsan beni uçmaya
Bir gül olacağımşiir bahçesinde [6]
Bâ Kodâm Dest? : Hangi El İle?
Seviyorum onu...
Tohumun ışığı sevdiği gibi
Tarlanın rüzgârı sevdiği gibi
Kayığın dalgayı sevdiği gibi
Kuşun yüksekleri sevdiği gibi
Seviyorum onu...
Aşk ne ile
Ebedileştirilebilir?
Hangi öpücükle, hangi dudakla?
Ne zaman, Hangi gecede?
Yok olup giden ben gibi...
Günler gibi...
Mevsimler gibi...
Yuvalar gibi...
Evlerin damındaki karlar gibi...
O da sonunda
Gölgeler arasında toz olacaktır
Eski bir fotoğraf gibi
Yırtılıp kaybolacaktır
Hangi el ile
Aşk ebedileştirilebilir?
Hangi elle? [7]
Kahr: Küskünlük
Git... Git ona doğru, umurumda değil
Sen güneşsin… O yeryüzü... Ben gökyüzü
Onun üzerine doğ, çünkü ben konmuşum
Naz ile yıldızların omuzuna
Beni perdelerin arkasına çeken sen
Nasıl anlamadın sırlarımı?
Bedeninden vazgeçtim senin, çünkü dünyada
Benim isteğimin amacı bir ten değildi
Koştuysam sana doğru böyle
Aşka aşığım, senin visâline değil
Işıksız gecelerimin karanlığında
Senin hayalinden daha güzeldir aşkın hayali
Onun yanında oturduğun şu an
Sen, şarap ve ona kavuşma devleti!
Gitti geçmiş ve eskidi o efsane
Bir senin bedenin ve bir de onun yok olmayan aşkıkaldı [8]
1956 yılında yayınladığı üçüncü şiir mecmuası İsyân ile Furûğ-i Ferruhzâd, sonu olmayan bir yola girmişti. İsyân’da şairin diğer eserlerinde ana tema olan “aşk” yerine göreceli olarak ölüm düşüncesi öne çıkmakta geçmekte, gitgide ölüm üzüntüsü şairin ruhunu gölgelemektedir. Daha önce yazılmış diğer iki kitaba oranla bu eserde romantik ve duygusal kavramlara daha az rastlanmaktadır. [9]
Bu mecmuasında Furûğ, şairlik tecrübelerini göstermekte, kendine özgü şiir atmosferini bulmak için çaba sarf etmektedir. Bu eserinde de yalnızlık, ayrılık, yorgunluk ve güçsüzlük ifadelerine sık sık rastlanmaktadır. Kendisini her zaman sıkıntılar içerisinde, dar bir dünyada, karanlık ve üzüntülü bir atmosferde gördüğü için her şeye isyan etmektedir. İsyân’ın ilk şiiri Furûğ-i Ferruhzâd’ın oğluna hitaben gelecekteki umutlarını dizelere aktararak yazmış olduğu “Şi‘rî Berâyi To” adlı şiiridir.
Şi‘rî Berâyi To: Senin İçin Bir Şiir
-Oğlum “Kâmyâr”a-
Senin için söylüyorum bu şiiri
Susamış bir yaz gün aşımında
Uğursuz başlamış bu yolun ortalarında
Bu sonu olmayan üzüntünün eski mezarında
Burada, suskundur bütün yıldızlar
Burada, ağlamaktadır bütün melekler
Burada, Meryem gülünün tomurcukları
Daha değersizdir çöl dikenlerinden
Burada oturmuş her yolun başına
Bir yalan, yüzsüzlük ve riya devi
Göremiyorum karanlık gökyüzünde
Dirilişin aydınlık sabahından bir ışık
Bırak yeniden
Dolsun gözlerim şebnem tanecikleriyle
Perdeyi açmaya kendim gittim
Hz. Meryem’lerin temiz yüzlerinden
Bu dışı zahit güruhla
Kolay değildir bu mücadele biliyorum
Benim ve senin şehrin, tatlı yavrucuğum
Yuvasıdır çoktan beri şeytanın [10]
Furûğ-i Ferruhzâd'ın hem içerik, hem mazmun açısından daha önce yazmış olduğu ilk üç şiir kitabından tamamen farklı olan dördüncü şiir mecmuası Tevellud-i Dîger, 1964’de Tahran’da yayınlandı. O, Tevellud-i Dîger ile artık başka bir Furûğ olmuştur. Artık “Esîr” değildir. Şiirlerini olgunlaşmış bir aşk ve dinmiş heyecanlarıyla söylemektedir. Geçmişin heveslerinden ve tutkun olduğu arzularının “Dîvâr”ından geçmiş, yeniden doğmuştur.
Furûğ-i Ferruhzâd’ın beşinci ve son eseri olan Îmân Beyâverîm Be Âğâz-i Fasl-i Serd ölümünden birkaç ay önce 1966 yılında “On Çağdaş Şairden On Eser” dizisinde yayınlandı.
Îmân Beyâverîm Be Ağâz-i Fasl-i Serd: İnanalım Soğuk mevsimin başlangıcına
Ve bu benim,
Yalnız bir kadın
Soğuk bir mevsimin eşiğinde
Yeryüzünün bulanık varlığını kavramanın başlangıcında
Gökyüzünün sade ve üzüntülü umutsuzluğunda
Bu çamurlu ellerin güçsüzlüğünde
Zaman geçti
Zaman geçti ve dört kez çaldı saat
Dört kez çaldı
Bugün Dey ayının ilk günüdür.
Bilirim mevsimlerin sırlarını ben
Anlarım sözünü zamanların
Kurtarıcı mezarda uyumaktadır.
Ve toprak, kabir
Dinlenmenin işaretidir.
Ben üşüyorum
Ben üşüyorum ve sanki bir daha asla ısınmayacağım
Ey sevgili, ey tek sevgili “kaç yıllıktı acaba o şarap?”
Bak burada zamanın ne kadar değeri var
Ve nasıl çiğniyorlar etlerimi balıklar
Neden beni hep denizin derinliklerinde saklıyorsun?
Ben üşüyorum ve sedef küpelerden rahatsızım
Ben üşüyorum ve biliyorum
Bir yabani şakayıkın kırmızı hayallerinin tamamından
Birkaç damla kan dışında
Hiçbir şey kalmayacak[11]
“Îmân Beyâverîm Be Ağâz-i Fasl-i Serd”, aynı zamanda Furûğ’un düşünce ağırlıklı şiirlerinden biridir. Bu şiirinde bireysel ve toplumsal problemleri, kendine özgü konuları bir tarafa bırakarak insanın yalnızlığından garipliğinden, bahsetmekte insanın bu yönüyle ilgili düşüncelerini dizelerine aktarmaktadır. Bu şiirine yalnızlıktan söz ederek başlayan şair, doğal bir girizgâhla kendini aşarak çevresindeki dünyaya geçmekte, sürekli kar yağışını dile getirdiği bölümlerinde de bahar ve gençliği hatırlamakta, gelecek baharı, ağaçların tomurcuklanacak dallarını, sevgiliye ve soğuk mevsimin başlangıcına inancını yenilediği günleri hatırlamaktadır. Şiir “ben”, “yalnızlık” ve “soğuk” kelimeleriyle, şairin konumunu açıklayan doğal ve somut kavramlarla başlamakta hemen ardından her şeyin ayrılmaz bir parçası olan zaman kavramıyla devam etmektedir. Burada söz konusu edilen zaman Dey ayının ilk günleridir. Şair burada zamanın akışını ve dört mevsimin geçişini anlatmaktadır.
Furûğ, Âyehâ-yi Zemînî adlı şiirinde tarihin kendi yaşadığı dönemiyle ilgili korkunç ve ilginç sahneler sergilemektedir. Bu şiirlerinde yarınlarından ümitli olmayan, tehditler altında yaşamlarını sürdüren, kimselere güvenleri kalmamış, düzenli bir hayat programları bulunmayan, birbirleriyle tanışık olamayan, garip yaşayan, başıboş gezen hasta ve yoksul insanların duygularına tercüman olmaya çalışmaktadır. [12]
Âyehâ-yi Zemînî: Yeryüzü Ayetleri
O zaman
Güneş soğudu
Yeryüzünden bereket kalktı
Bitkiler sahralarda kurudu
Balıklar denizlerde kurudu
Toprak artık ölülerini
Kabul etmedi
Artık kimse aşkı düşünmedi
Artık kimse fethi düşünmedi
Hiç kimse
Artık hiçbir şeyi düşünmedi
Yalnızlık mağaralarında
Anlamsız varlıklar geldi dünyaya
Esrar ve afyon kokusu veriyordu kan
Hamile kadınlar
Başsız çocuklar doğurdular...
Ne acı ve karanlık günler
Risaletin o şaşılacak gücünü
Yenilgiye uğratmıştı ekmek
İnsanlar birbirlerinin boğazlarını
Bıçaklarla kesiyorlardı
Kandan döşekler içerisinde
Çocuk yaştaki küçücük kızların
Irzına geçiyorlardı. [13]
[1] Ya‘kûbşâhî, Niyâz, ‘Âşıkânehâ, Tahran 1373 hş., s. 223-224; Muhammedî, Hasan Alî, Ez Bahâr Tâ Şehriyâr, Tahran 1375 hş., s. 637; Yâhakkî, Muhammed Ca‘fer, Çun Sebû-yi Teşne, Tahran 1375 hş., s. 129; Hâkimî, İsmâ’îl, Edebiyyât-i Mu‘âsir, Tahran 1375 hş., s. 78; Novrûzî, Cihânbahş, Edebiyyât-i Mu‘âsir, Tahran 1375 hş., s. 395; Turâbî, Ziyâuddîn, Furûğî Dîger, Tahran 1375 hş., s. 9; Tâhbâz, Sîrûs, Zen-i Tenhâ/Zindegî ve Şi‘r-i Furûğ-i Ferruhzâd, Tahran 1376 hş., s. 71.
[2] Şâh Huseynî, Mihrî, Zenân-i Şâ‘ir, Tahran 1374 hş., s. 630; Burka‘î, Sohenverân-i Nâmî-yi Mu‘âsir-i Îrân, IV, 2683; Ya‘kûbşâhî, ‘Âşıkânehâ, s. 224; Muhammedî, Ez Bahâr Tâ Şehriyâr, s. 637-638; Yâhakkî, Çun Sebû-yi Teşne, s. 130; Turâbî, Furûğî Dîger, s. 10; Celâlî, Furûğ,Der Kalemrov-i Şi‘r ve Zindegî, s. 29-30.
[3] Yâhakkî, Çun Sebû-yi Teşne, s. 130; Hukûkî, Şi‘r u Şâ‘irân, Tahran 1368 hş., s. 218; Hukûkî, Muhammed, Şi‘r-i Zemân-i Mâ/Furûğ-i Ferruhzâd, Tahran 1376 hş., s. 181; Celâlî, Furûğ,Der Kalemrov-i Şi‘r ve Zindegî, s. 33; Tâhbâz, Zen-i Tenhâ/Zindegî ve Şi‘r-i Furûğ-i Ferruhzâd, s. 73.
[4] Ya‘kûbşâhî, ‘Âşıkânehâ, s. 224; Turâbî, Furûğî Dîger, s. 11.
[5] Âjend, Edebiyât-i Novîn-i Îrân, s. 210; Mes‘ûdî, “Cilvehâ-yi Mektebhâ-yi Edebî Der Şi‘r-i Furûğ”, Edebiyyât-i Mu‘âsir, s. 55.
[6] Furûğ-i Ferruhzâd, Dîvân, (Esîr/İsyân) s. 93-96.
[7] Furûğ-i Ferruhzâd, Dîvân, (Esîr/ Bâ Kodâm Dest?) s. 72-76.
[8]Furûğ-i Ferruhzâd, Dîvân, (Dîvâr/Kahr) s. 232-234.
[9] Âjend, Edebiyyât-i Novîn-i Îrân, s. 203; Yâhakkî, Çun Sebû-yi Teşne, s. 129; Şi‘r-i Zemân-i Mâ/Furûğ-i Ferruhzâd, s. 123-125.
[10] Furûğ-i Ferruhzâd, Dîvân, (‘İsyân/ Şi‘rî Berâyi To) s. 247-250.
[11] Furûğ-i Ferruhzâd, Dîvân, (Îmân Beyâverîm Be Ağâz-i Fasl-i Serd) s. 323-325.
[12] Şemîsâ, Nigâhî Be Furûğ-i Ferruhzâd, s. 181.
[13] Furûğ-i Ferruhzâd, Dîvân, (Tevellud-i Dîger/ Âyehâ-yi Zemînî) s. 361-364.
Yeni yorum ekle