Siyaset Üzerine Düşünmek
Fahri Atasoy
Türkiye 14 Mayıs günü olağan bir seçime gidiyor ama olağanüstü bir hava estiriliyor. Sebebi yeni bir yönetim sistemine geçmiş olmamız. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, Türkiye'de 16 Nisan 2017 tarihinde referandum ile kabul edilen ve 9 Temmuz 2018 tarihinden itibaren uygulanmaya başlanan bir hükûmet sistemi. Sistem değişiklikleri bir arayıştan kaynaklanır. Sistem eğer işlevlerini beklenen oranda yerine getiremiyorsa problem vardır ve buna çözüm üretmek gerekir. Bunu yapmanın yolu konuyla ilgili derinlemesine analizler ve tespitler yapmaktan geçer. Düşünürler ve bilim insanları konu üstünde çalışırlar, tartışırlar, analizler yaparlar, teoriler kurarlar, öneriler geliştirirler. Siyaset üzerine biz de bu yazıda kısa bir ufuk turu yapmayı deneyelim.
Kavramlar üzerine düşünmek için o kavramın delalet ettiği gerçeklik ile bağlantı kurarız aslında. Kavram bizim zihnimizde olmakla beraber mutlak bir gerçekliğe karşılık gelir. Bu gerçeklik somut veya soyut olabilir. Gerçeklik tek boyutlu değildir. Materyalistler sadece maddi nitelikli olduğunu varsayarlar ama onlar bile soyut bağıntıların varlığını kabul ederler. Siyaset üzerine çalışmak ve düşünmek de kavramın karşıladığı gerçeklik ve anlam dünyasına ulaşmayı amaçlar. Dolayısıyla siyaset kavramının karşıladığı gerçeklikle yüzleşmek gerekir.
Siyaset aslında toplumsallığın bir yansımasıdır. Sosyolojide toplumsal yapıyı oluşturan kurumlardan birisidir. Toplum dediğimiz varlığın ortaya çıktığı andan itibaren siyaset vardır. Bu bağlamda toplum, devlet, siyaset iç içe veya birbirine içkin varlık tarzlarıdır. Biz üzerine düşünürken soyutlama yaparız. Şu kısım siyaset, şu kısım, ekonomi, şu kısım kültür gibi soyutlamalarla toplumsal gerçekliği anlamaya çalışırız. Bu bakımdan konu öncelikle felsefenin ilgi alanındadır. Sonradan ortaya çıkan sosyal bilimler özel sınırlar içinde daha detaylı inceleme yaparlar. Tarih, antropoloji, sosyoloji, siyaset bilimi bu bağlamda önemli katkılar sağlar. Sonuçta siyaset kavramını anlamak için birçok bilgi disiplinine başvurmak gerekir.
Siyasi düşüncenin izini takip edenler ilk olarak Eski Yunan filozoflarına ulaşırlar. Platon ve Aristoteles siyaset ve devlet üzerine düşünen, yazan, öneriler getiren filozoflardır. Bunlar teorik çalışmalardır. Siyasetin asıl şekillenmesi dünya tarihinde uygulama örneklerinde görülür. Türklerdeki devlet anlayışı ve siyasetname geleneği önemli bir tecrübe oluşturur. Farsların, Arapların, Romalıların ve diğer Avrupa devletlerinin siyasal uygulama örnekleri Türk devlet geleneğinin şekillenmesine katkı sağlamıştır. Bizde teorik siyaset tartışmaları pek görülmese de uygulamadan kaynaklanan muazzam bir birikim olduğu genel kabul görür. Bunun izini ise tarihi tecrübelerde ve uygulamalarda takip etmek mümkündür. Mehmet Niyazi Özdemir’in Türk Devlet Felsefesi eseri konunun önemini ortaya koyar.
Modern dönemde siyaset konusu hayli tartışmalı ve karmaşıktır. Tartışmanın merkezi Avrupa’dır. Bir taraftan Endülüs diğer taraftan Osmanlı baskısı karşısında yenilgilerinin sebebini bulmaya çalışırlar. Ortada ciddi anlamda bir siyasal başarısızlık vardır. Özellikle Doğu Roma’nın Türklerin eline geçmesi bir dönüm noktası olmuştur. O zamana kadar dini görünümlü bir oligarşik yapı tarafından yönetilen devletlerin başarısızlığı tescillenmiştir. Bunu Machiavelli’nin Hükümdar kitabında görmek mümkündür. Düşünürün sorusu ilginçtir: “biz neden başarısızız, Türkler neden başarılı?” Bu soruyu tersine çevirerek 19. yüzyıl sonlarında bizim düşünürlerimiz sormak zorunda kalmışlardır. Dolayısıyla bu sefer de bizim iyi yönetilemediğimiz sonucu ortaya çıkmaktadır. Bugünkü yaşadığımız siyasal sıkıntıların kökleri muhtemelen buralarda yatmaktadır.
Şimdi modern dönemde siyasal alanda Avrupa’da ne olduğuna bakalım. Konu uzun olmakla birlikte can alıcı noktaları ile ilerleyebiliriz. Avrupalı düşünürler Kilise egemenliğindeki bir siyasal yapıdan kurtulmanın önemini fark ederler. Karl Marx’ın feodal dönem olarak adlandırdığı Orta Çağ Avrupası meşruiyetini ve gücünü Katolik Kilisesi’nden alan Krallıklar ve Derebeylikler tarafından yönetilmektedir. Tanrı adına hükmeden bu monarklar, halkın boyun eğmesi için dini kullanmaktadırlar. Kilise bu monarkları bir sistem içinde yetkilendirmektedir. Aslında Kilise bunların üstünde daha güçlü ve yetkili bir siyasal yapı gibi durmaktadır. Yani krallıkların üstünde bir siyasal güç karşımıza çıkmaktadır. Yeni Çağ ve modernleşme sürecinin en önemli özelliği bu skolastik ve feodal yapıdan kurtulma mücadelesidir. Bu mücadelenin düşünceye yansıyan örnekleri arasında ilk sırada ütopya metinleri gelir. Ütopyalar aracılığı ile dinden bağımsız yeni bir dünya ve toplum hayali kurulmaya başlar. Ardından geliştirilen sözleşme teorileri ile toplum ve devletin Tanrı’dan ve dinden bağımsız doğal varlıklar olduğu temellendirilmeye başlanır. Toplumsal ve siyasal hayatın üzerinden Kilise ve Tanrı-Din gölgesi ortadan kaldırılmaya çalışılır. Bu önemli bir dönüşümdür. Başta Osmanlı Türkleri olmak üzere bütün dünyayı etkiler.
Modern siyasal düşünce günümüz siyasal sistemlerinin temelini oluşturur. Çok kısa olarak temas ettiğimiz süreçte çok zorlu mücadeleler verilmiştir. Sözleşme teorileri geliştiren düşünürler aynı zamanda modern toplum ve devletin şekillenmesinde rasyonelliğe dayalı hukuk kurallarının önemini gösterirler. John Locke, Thomas Hobbes, Jean Jack Rousseau, Charles Montesquieu gibi düşünürler, bir milleti kimin hangi yetkiyle yöneteceğini tartışmaya başlarlar. Bu tartışma Avrupa’da krallıkların yıkılmasına ve demokratik devletlerin doğuşuna zemin hazırlamıştır. Artık siyasetin meşruiyeti halkın kendisine dayanacaktır. Buradaki halk, aynı zamanda tarihi ve kültürel kökleri olan milletleri öne çıkarır. Bir coğrafyadaki halk siyasal anlamda milletleşerek modern ve güçlü devletlere kavuşacaktır. Bu devletlerde artık din (Kilise) etkili değildir. Siyasal sistem seküler, yani insan tarafından akla dayalı geliştirilmiş kurallar üzerine şekillenmeye başlamıştır. Yeni devlet modeli mutlaka laik olmak zorundadır. Bunun anlamı Orta Çağ’da hâkim olan Tanrı devleti modelinin dünya devletine dönüşmesidir. Devlet işleri Tanrı adına Kilise’nin veya ruhbanların karışamaması gereken bir süreç haline gelmiştir. Bu dönüşüm son derece önemli bir başarıdır. Bunun arka planında uzun yıllar süren kanlı din ve mezhep savaşları vardır ve Batı dünyası bundan kurtulmuştur.
Osmanlı Avrupa ile çok yakın ilişki içindedir. Devlet yapısı, Türk devlet geleneği içinde şekillenmiştir. Türklerin en önemli özelliklerinden birisi kimliklerini koruyarak karşılaştıkları kültürler ile çabuk etkileşime girmeleridir. Asya bozkırlarından batıya doğru uzanan yolculuklarında ihtiyaç duydukları bilgileri ve tecrübeleri her zaman almışlardır. Bu konuda korkuları veya kompleksleri yoktur. Uyum yetenekleri son derece üst düzeydedir. Yukarıda bahsedildiği gibi karşılaştıkları toplumların siyasal tecrübelerini içselleştirerek geliştirdiklerini tarihi süreçte görüyoruz. İran, Abbasi, Bizans yönetim tecrübelerinden ders çıkartarak yönetim sistemi geliştirdiklerini söyleyebiliriz. Şimdi ise Avrupa’da yönetim tarzı tamamen değişmiştir ve Avrupa devletlerini güçlendirmiştir. Osmanlı Devleti’nin yenilgiyi tatmaya başlaması bunu gösterir. 1699 Karlofça Antlaşması bir dönüm noktasıdır. Sonrasında Osmanlı Devleti kendini korumak ve geliştirmek için yoğun bir arayışa girişmiştir. Yenilik hareketleri ve modernleşme çabaları diyerek adlandırdığımız süreç büyük oranda siyasal sistem değişikliği ile ilgilidir. Millet temelli siyasal yapıların başarısını gören Osmanlı yöneticileri ve aydınları da millet olmanın yollarını ararlar. Yusuf Akçura’nın Üç Tarz-ı Siyaset olarak nitelendirdiği üç fikir akımı bu bağlamda ortaya çıkmıştır. Siyasal bir arayışın sonucudur. Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük tamamen siyasal düşünme ürünleridir ve siyasal akımlardır.
Osmanlı’daki siyasal arayış, Cumhuriyet ile modern milli devlet modeline evrilmiştir. Batılı toplumların geliştirdiği siyasal tecrübeyi uygulayabilmek için anlam dünyasını çözmek gerekir. Modern devlet durup dururken ortaya çıkmış değildir. Hukuk sistemi ve demokratik yapı bir tecrübenin ve ihtiyacın sonunda ortaya çıkmıştır. Bu sistemin geliştirilebilmesi için hem düşünce dünyasında hem de uygulama alanında zorlu mücadeleler verilmiştir. Bunları öğrenmeden sadece sonuç üzerinden konuyu anlamaya çalışmak beyhudedir. Türkiye, siyasal düşünce ve uygulama bağlamında biraz daha emek vermek zorundadır. Siyaset üzerine düşünce üretmek için hem tarihi tecrübelerden hem de sosyolojik gerçeklerden hareket etmek gerekir. Cumhuriyet devrimleri ve modern siyasal uygulamalar karşısında Türk toplumunun yönetici ve aydın elitinin ikircikli tutumu bunu gösterir. Dünyadaki siyasal gelişmeleri ve modern devlete geçişi anlayamamış elitlerin konuyu doğru zeminde değerlendirmesi beklenemez. Siyasal meşruiyeti halka dayandırmanın önemi, vatandaşların eşit hak ve özgürlükleri, hukuk kurallarının akılcı ve adaletli uygulaması, birey iradesi ve yaratıcılığının gelişmesi gibi birçok özellik anlaşılamazsa değersizleştirilir. Belki de son zamanlarda bunun yansımasını yaşıyoruz.
Yorum
ZATEN'İN SİYASETİ
ZATENİN SİYASETİ
Genel kısa bir siyaset değerlendirmesinden sonra "pekiyi bundan sonra ne oluyor, neler olacak" sorumuzu sorarsak.
Herkesin gözünün önünde olup biten "gelip savaşa dayanan" son kertede 2'ye bölünmüş dünyanın yanıtlaması gereken soru: Madem karşıydınız neden II. Dünya Savaşı'ndan sonra kurulan/kurduğunuz bu sistemi/düzeni/işleyişi BİR ŞEKİLDE sürdürdünüz?
Masum bir sorudur bu ve yanıtı samimi verilirse doğrudur.
Ülkemiz özeline gelirsek modern devlet/ilkel devlet ayrımını yapamayanların ilgili tüm soruları yanıtlamaları, doğru yanıtlamaları ZATEN imkansızdır.
Şuradan devam edersek daha netleşir: Çok kültürlü, çok milletli (çok paralı) ABD birleşik DEVLET LER ile nispeten tek kültürlü, tek milletli ÇİN etkileri.
Millet ile ulus farklı mıdır, ulus mu birleşik devletler mi siyaseti ele almalı?
Yoksa daha derinlere dalıp "her ne olursa olsun" bireyi güçlendirip önünü açanlara mı güneşli günler?
Bir döneme kadar çatışma fikriyle ilerlenilebileceğini tasarlayan ideologların en temel dürtü veya planları neydi?
Rekabet kanunlarını kimler hangi kriterlere göre koyup işletiyor, işletebiliyor?
Türk Milleti veya ulusu olarak bizler çocuklarımızı, gençlerimizi nasıl eğitmeliyiz?
Bilgisayarımın başında yanımda kahvem ve anneciğimin yeni yaptığı sütlacı tüketiyorum bi yandan. Platformlar arası bağlar kurarken bir ön hazırlığın yok. Zayi olmaması için buraya yazdıklarımı ufak değişikliklerle kendi alanıma da aktarıyorum. Diğer bir yazıya yorumumda FORUM Sayfama herkesi davet ettim. İnternet platformları ne kadar çok ve iyi yorum alırlarsa o kadar çok değerlenirler bilincindeyim. Farkındayım. Günümüz dünyasında internet kullanım biçimi "ergenlik çağındadır". Henüz olgunluğunu erilemedi ama hızla ilerliyor.
Sorunun büyüğü: Bütün bu damla damla yazdıklarıma ilkel devletin müdahale, baskı, yıpratma, saptırma, maniple imkanı var mıdır YOKSA insanlık/insanlar/birey kendi siyasetini kendi ZATEN üretebiliyor/yapabiliyor mu?
Saygılarımla
Fahri bey seçim öncesi…
Fahri bey seçim öncesi okunması gereken bir yazı. Kaleminize sağlık. Cehalet siyaset ikilisi ihaneti doğurdu. Bu konu onemsenmelidir
Emeğinize sağlık hocam
Kökeni seyislikten gelen bu kelime! At terbiyesinden ve tımarından insan güdümüne uzanan bir evrim. Otoritesini yitirmiş nice siyasetler ve devletin içindeki siyasi otorite ya da iktidar ve muhalifler arası şike? Artık ne tarafa bakacağını şaşırmış bir millet ve hepsinin temelinde yatan maalesef anlamamak. Sonuç ne? Koşulsuz kabulleniş yada korkular.
Marie Curie’nin de dediği gibi “Hayatta korkulacak hiçbir şey yoktur. Sadece anlaşılacak şeyler vardır. Şimdi anlamak zamanıdır. Böylelikle daha az sayıda şeyden korkabiliriz.”
Ya siyasiler halkı anlayacak ki demokrasi olsun ya da halk güdülen olmaya devam etsin.
Saygılarımla...
Yeni yorum ekle