Aşık Veysel’i Anmak ve Anlamak

Edebiyat

UNESCO’nun yılın kültür adamı ilan ettiği
Aşık Veysel’i Anmak ve Anlamak

Murat Tuncel

zorbatv


1946 yılında İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü), ortak paylaşımı bulunan değerlere dayalı olarak kültürler, medeniyetler ve insanlar arasında diyalog ortamının oluşturulması için çalışan bir örgüttür.  Böylesi anlamlı bir amaç için çalışmalarını yürüten UNESCO’nun 41.Genel kurulunda 2023 yılı kültürel etkinlikleri kapsamında Âşık Veysel Şatıroğlu’nun anılması ve tanıtılması kararının alınması ve ozanımızın çeşitli platformlarda anılacak ve tanıtılacak olması önemli bir olaydır. Bu kararı alan UNESCO yönetim kuruluna teşekkür ediyorum. Bu yazımda Aşık Veysel’in yaşam öyküsünü kısaca anlatıp, şiirlerine sakladığı kendine özgü hümanizmi anlatmaya çalışacağım.   
Âşık Veysel mahlası ile tanınan Veysel Şatıroğlu 25 Ekim 1894 Sivas iline bağlı Şarkışla ilçesinin Sivrialan köyünde doğdu. Köyünün bulunduğu yöreye Emlek yöresi denir. Bu yörede çoğunlukla Anadolu’ya göçlerle gelmiş Avşar boyları yaşar. Aşık Veysel’in ailesi Şatırlı boyundandır. O nedenle de ailesinin mensup olduğu boyun adını soyadı olarak almıştır. 
Aşık Veysel’in ailesi çiftçilikle geçimini sağlardı. Babası esmer olduğu için “Karaca' lakabıyla anılan Ahmet Şatıroğlu, annesi Gülizar hanımdır. Veysel’in çocukluğunda bölgede çiçek hastalığı salgını yaygındı. Veysel’in iki kız kardeşi bu hastalıktan ölmüştür. Kız kardeşlerinin ölümünden bir süre sonra da Veysel bu hastalığa yakalandı. Hastalığa yakalandığında yedi yaşındaymış. Çiçek hastalığına yakalanmasını kendisi kısaca şöyle, "Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeye gitmiştim. Beni sevdi. O günlerde yağmur yağmıştı. Yollar çamurdu. Eve dönerken ayağım kaydı ve düştüm. Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmıştım... Çiçek zor geldi. Sol gözümde çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme de, solun zorundan olacak, perde indi. O gün bugündür dünya başıma zindan." anlatırdı soranlara. 
İki gözünü de kaybeden Âşık Veysel’in arkadaşı, dostu ağabeyi Ali’ydi. Birinci Dünya Savaşı sonrası başlayan Kurtuluş Savaşı sırasında Ali’nin askere gitmesiyle Veysel tamamen yalnız kalmış. Onun bu yalnızlığını gören anne ve babası ona bir saz hediye etmişler. Oğullarının saz çalmaya hevesli olduğunu görünce de yörenin en iyi saz çalan âşık Çamçıhılı Ali’den oğullarına ders vermesini istemişler. Ustasından saz çalmasını öğrenen Âşık Veysel önceleri Karacaoğlan, Âşık Emrah gibi tanınmış halk ozanlarının eserlerini çalıp söylemiş. Bir süre sonra da kendi şiirler yazarak bestelemeye başlamış. O sıralarda anne ve babası onu akrabalarının kızı Esma hanımla evlendirmiş. Esma hanım ile Aşık Veysel’in bir oğlu olmuş. Çocuk altı aylıkken Esma Hanım Aşık Veysel’den ayrılmış. Bir süre sonra oğlu arkasından da anne ve babası ölünce Aşık Veysel iyice yalnız kalmış. Ağabeyi Ali askerden dönünce biraz teselli bulmuş ise de artık Emlek bölgesinde kalmak istemiyormuş. Yöreden göç etmeye karar vermiş fakat dostları onu bu fikrinden vazgeçirmiş. Göç etmekten vazgeçtiği yıl harman zamanından sonra Ali ile köylerde dolaşıp saz çalıp türkü söylemeye başlamış. Bu durum 1931 yılına kadar böyle devam etmiş. 1931 yılında şair Ahmet Kutsi Tecer Sivas Lisesi’ne müdür olarak atanıp, Sivas’ta Halk Şairlerini Koruma Derneği’ni kurar ve üç gün süren bir halk aşıkları şenliği düzenler. Aşık Veysel de o şenliğe katılır. Orada söylediği  “Atatürk’tür Türkiye’nin ihyası” dizesi şenliğe katılan aşıklar tarafından çok beğenilir. Radyolarda onun bestelediği türküler duyulur. Çeşitli aşık şenliklerine çağrılır. Artık o bir yöresel halk ozanı değil, ulusal bir halk ozanı niteliği kazanır. O yıllarda yalnızlığını paylaşmak amacıyla Gülizar adlı bir hanımla evlenir. Gülizar hanımdan da bir kızı olur. Gülizar hanım onu terk ettiğinde ise kızı iki aylıktır. Kızı da öteki çocukları gibi çok yaşamaz. Kızının ölümünden sonra o sadece yareni olan sazıyla dertleşir. Söyleyeceklerini ona söyler, dertleşeceği zaman da onunla dertleşir. O yıllarda köy enstitüleri açılır. Ahmet Kutsi Tecer’in aracılığıyla Âşık Veysel Köy Enstitüleri'nde saz öğretmenliği yapar. 1965'te Türkiye Büyük Millet Meclisi özel bir kanunla Aşık Veysel’e maaş bağlanır. 1970'li yıllarda birçok ünlü sanatçı onun şiirlerinden bestelenen türküleri ve deyişlerini radyo ve televizyonlarda seslendirir. 1973 yılında doğduğu köyde ölür. Sivrialan Köyü’ndeki evi Aşık Veysel Müzesi olarak onun hatıralarını yaşatmaktadır.
Aşık Veysel, okumamıştır ama dili ustalıkla kullanır. Şiirlerini yalın bir dille yazmıştır. O nedenle herkes tarafından kolay anlaşılır ve benimsenir. O güneş ışığını çok az görmüştür ama sözcükleri bahar güneşinin sıcaklığı gibi insanın duygularını ısıtır. Şiirlerinde hüzünle sevinç yan yanadır. Her dize ayrı bir durumu betimlerken her sözcük ayrı bir duyguya hitap eder. Dize ve dörtlüklerinde yaşama sevinciyle hüzün, iyimserlikle umutsuzluk, gelecek kaygısıyla yaşama sevinci iç içedir. Ayrıca şiirlerinde doğaya övgü, toplumsal olaylara yergi, din ve siyasete ince eleştiri vardır. O bir hümanist olduğu kadar, o bir de çevrecidir. Toprağa, suya, güneşe ağaca, kurda kuşa tüm kalbiyle âşıktır. O nedenle de Âşık Veysel adı sevgi ve umutla eş değerdir. Ayrıca ona görmeyen ama hisseden bir doğa filozofu da diyebiliriz. 
Anadolu’da, “insan sarrafı” diye bir deyim vardır. Altını en iyi tanıyanlara sarraf denir. İnsan sarrafı da insanı en iyi tanıyan anlamındadır. Aşık Veysel insan sarrafıydı. O fiziki olarak görmüyordu ama sesini duyduğu, elini tuttuğu insanları çok iyi tanır ve tanımlardı. Kendi deyimiyle; Gönül koydukları da vardı, uzak durdukları da ama kimseye kinlenmezdi. Gittiği yerlerde dargın insanlar varsa onları mutlaka barıştırırdı. Kibirli değildi. O nedenle de kendisine bütün kapılar açıktı. O da gittiği her yerde istediği kapıyı çalar ve o evde konuk olurdu. Onun bu mütevazı kişiliğini yazar Erdoğan Alkan bir yazısında şöyle betimlemiştir. “Kızılırmak soru işaretine benzer, Zara’dan doğar, Hafik ve Şarkışla’dan sonra Sivas topraklarını terk eder. Bir yay çizip Kayseri’yi, Nevşehir’i, Kırşehir’i, Ankara’yı ve Çorum’un arazilerini sular, Samsun’un Bafra ilçesinde denize dökülür, Âşık Veysel’in yaşam öyküsü ve kişiliği de Kızılırmak gibidir. Bir ucu Bafra’dadır, bir ucu da Zara’da. Bafra’ya dek uzanan acılı bir yaşam Zara’nın doğusundaki Kızıldağ’ın gür sularıyla beslenip sona erer.”  O nedenle biz burada ne kadar Aşık Veysel’i anlatmaya çalışsak da yine de birçok ayrıntı eksik kalacaktır. Âşık Veysel’in hümanist kişiliğini, doğa sevgisini bize anlatacak olan sanırım onun şiirleridir. Biz de onun yaşarken yayınlanan, Deyişler (1944),  Sazımdan Sesler (1950),  Dostlar Beni Hatırlasın (1970) yapıtlarını  anarak şiirlerini (özgün haliyle)okuyup analiz etmeye çalışalım. 


Uzun ince bir yoldayım
Uzun ince bir yoldayım,
Gidiyorum gündüz gece,
Bilmiyorum ne haldayim,
Gidiyorum gündüz gece.

Dünyaya geldiğim anda,
Yürüdüm aynı zamanda,
İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gece.
Uykuda dahi yürüyom,
Kalmaya sebep arıyom,
Gidenleri hep görüyom,
Gidiyorum gündüz gece

Kırk dokuz yıl bu yollarda
Ovada dağda çöllerde,
Düşmüşem gurbet ellerde
Gidiyorum gündüz gece.

Düşünülürse derince,
Irak görünür görünce,
Yol bir dakka miktarınca
Gidoyorum gündüz gece.

Şaşar Veysel işbu hale
Gah ağlayan gahi güle,
Yetişmek için menzile
Gidiyorum gündüz gece    


Kara Toprak

Dost dost diye nicesine sarıldım
Benim sadık yârim kara topraktır.
Beyhude dolandım, boşa yoruldum
Benim sadık yârim kara topraktır.

Nice güzellere bağlandım kaldım
Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum
Her türlü isteğim topraktan aldım
Benim sadık yârim kara topraktır

Koyun verdi, kuzu verdi, süt verdi
Yemek verdi, ekmek verdi, et verdi
Kazma ile dövmeyince kıt verdi
Benim sadık yarim kara topraktır

Âdem’den bu deme neslim getirdi
Bana türlü türlü meyve bitirdi
Her gün beni tepesinde götürdü
Benim sadık yarim kara topraktır.

Karnın yardım kazmayınan, belinen
Yüzün yırttım tırnağınan, elinen
Yine beni karşıladı gülünen
Benim sadık yârim kara topraktır

İşkence yaptıkça bana gülerdi
bunda yalan yoktur herkes de gördü
Bir çekirdek verdim, dört bostan verdi
Benim sadık yârim kara topraktır.

Havaya bakarsam hava alırım
Toprağa bakarsam dua alırım
Topraktan ayrılsam nerde kalırım
Benim sadık yârim kara topraktır.

Bir dileğin varsa iste Allah'tan
Almak için uzak gitme topraktan
Cömertlik toprağa verilmiş Hak'tan
Benim sadık yârim kara topraktır.

Hakikat istersen açık bir nokta
Allah kula yakın, kul da Allah'a
Hakkın gizli hazinesi toprakta
Benim sadık yârim kara topraktır.

Bütün kusurumu toprak gizliyor
Melhem çalıp yaralarım düzlüyor
Kolun açmış yollarımı gözlüyor
Benim sadık yarim kara topraktır.

Her kim ki olursa bu sırra mazhar
Dünyaya bırakır ölmez bir eser
Gün gelir Veysel'i bağrına basar
Benim sadık yarim kara topraktır.

Anama

Dokuz ay koynunda gezdirdi beni
Ne cefalar çekti ne etti Anam
Acı tatlı zahmetime katlandı
Uçurdu yuvadan yürüttü Anam

Anaların hakkı kolay ödenmez
Analara ne yakışmaz ne denmez
Kan uykudan gece kalkar gücenmez
Emzirdi salladı uyuttu Anam

Doğurdu beni Sivas ilinde
Sivralan Köyünde tarla yolunda
Azığı sırtında orak elinde
Taşlı tarlalarda avuttu Anam

Ben yürürdüm Anam bakar gülerdi
Huysuzluk edersem kalkar döverdi
Hemen kucaklayıp okşar severdi
Çirkin huylarımı soyuttu Anam

Çocuğudum Anam bana ders verdi
Okumamı çalışmamı ön gördü
Milletine bağlı ol da dur derdi
Vatan sevgisini giyitti Anam

Tükenmez borcum var Anama benim
Onun varlığından oldu bedenim
Kimi köylü kızı kimisi hanım
Ta ezel tarihte kayıtlı Anam

Veysel der kopar mı Analar bağı
Analar doğurmuş ağayı beyi
İşte budur sözlerimin gerçeği
Okuttu öğretti büyüttü Anam

Türlü Türlü Seda Verir Ağaçlar

Yel estikçe dalgalanır dalları
Türlü türlü seda verir ağaçlar
Tertip olmuş kuğu gibi dilleri
Türlü türlü seda verir ağaçlar

Bahar gelir yaprak açar yaz olur
Aşka düşen ateş olur köz olur
Kaval olur keman olur saz olur
Türlü türlü seda verir ağaçlar

Yel değdikçe ince dallar ses verir
Yeşil yaprak etrafına sus verir
Aşılarsan meyvesini has verir
Türlü türlü seda verir ağaçlar

Balta gelir yalağından yadeder
Usta gelir keman yapar ud eder
Yanık sesli kaval ne feryadeder
Türlü türlü seda verir ağaçlar

Davul olur gümbür gümbür gümüler
Zurna olur ince sesle ininler
Gıranata derdlerimi yeniler
Türlü türlü seda verir ağaçlar

Kalem olup her lisanda okuyor
Ana sesi ciğerimi yakıyor
Dallarda çeşitli kuş şakıyor
Türlü türlü seda verir ağaçlar

Fotograf :internet-anonim, sanatçısı bulunamadı.

Yorum

İsmail Altınok (doğrulanmamış) Per, 16 Mart 2023 - 18:05

Aşık Veysel Türk Halk sanatının derin kalesidir. Sprituel bir yanı var. Bunu öne çıkarmak asıl görevimiz olmalı. UNESCO bu hareketiyle takdiri hak etti. Sağlıkla

İsmail Altınok (doğrulanmamış) Per, 16 Mart 2023 - 18:05

Aşık Veysel Türk Halk sanatının derin kalesidir. Sprituel bir yanı var. Bunu öne çıkarmak asıl görevimiz olmalı. UNESCO bu hareketiyle takdiri hak etti. Sağlıkla

Çağatay engin (doğrulanmamış) Per, 16 Mart 2023 - 18:07

Murat bey kutluyorum. Bu konuyu çokça islememiz gerekiyor.
Güzel yazımız için teşekkürler.
Istanbuldan selamlar

Çağatay engin (doğrulanmamış) Per, 16 Mart 2023 - 18:07

Murat bey kutluyorum. Bu konuyu çokça islememiz gerekiyor.
Güzel yazımız için teşekkürler.
Istanbuldan selamlar

Konuk (doğrulanmamış) Çar, 12 Nisan 2023 - 18:01

Yorum yazan dostlara çok teşekkür ederim. Bütün değerlerimize sahip çıkmak hepimizin görevi. Hiçbirini birilerinin tapulamasına da müsaade etmemeliyiz. Sevgi sizlerle olsun.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.