Çöle Gitmek İsteyen Balık

Edebiyat

 

Evde bir balık gördüm geziyordu. Gözlüğünü, şnorkelini, tüpünü takmış bana bakıyordu. 

Nerelisin dedim, denizliyim dedi. Denizli’li misin, dedim. Lili yok dedi denizliyim. 

Peki, ne işin var burada, dedim. Kayboldum… Gideceğim sapağı kaçırdım herhalde, dedi.

Buraya nasıl geldin, dedim.

Otostopla dedi. 

Bir balığı, şnorkel,  palet, tüp takıp gezinen bir balığı kim arabasına alır, dedim.

Araba değil kuş otostopuyla geldim, dedi.

Kuş otostopu neymiş hiç bilmediğimden, o da nedir, dedim.

Sen hiç kuş otostopu yapmadın mı, dedi. Bir de kendine yaşıyorum diyorsundur muhtemelen, dedi. Kuş otostopunu anlattı.

Vay be dedim, sahiden çok heyecanlı, peki bir kuş seni neden bir yere götürsün, dedim.

Götürebiliyor dedi. Kafam çok karıştı, neler duyuyordum. Böyle şey hiç olur mu, dedim.

Olabiliyor, dedi.

Ne desem olabilirliğini söylüyor, onaylıyordu. Olabilitesi varmış. Ben balıkça bilmem ki. Seninle nasıl konuşuyoruz diye sorsam şimdi, konuşulabiliniyor der muhtemelen.

Burada herşey mümkün, dedi.

Nerede, dedim. Sizin dünyada, dedi.

Ama sen denizlisin dedim. Asıl orada herşey mümkün, dedi. Kafam karıştı orada mı herşey mümkün, burada mı herşey mümkün?

Buraya gelince orada, oraya gidince burada, dedi. 

Seni gözüm bir yerden ısırıyor, biz daha önce karşılaştık mı seninle, dedi. Bilmem olabilir. Foça’da bir defasında şnorkelimle dalmıştım, belki orada görmüşsündür dedim.

Yok, daha önce Foça’ya hiç gitmedim, dedi.

Git mutlaka, çok güzeldir. Ama eski Foça, dedim.

Oranın suyu soğuk, soğuk su sevmem ben, dedi.  

Gerçekten de öyle, çok soğuk. Başta soğuk geliyor ama girince alışıyorsun, dedim. Biraz bana bakıp güldü. Erzurum’a gittin mi hiç dedi, yok dedim. Git mutlaka. Başta soğuk ama sonra alışıyorsun, dedi. Bu defa ben gülmedim, uzun süre bakıştık.

Bir balıkla konuşmuş olduğuma inanamıyorum. Daha önce bir kuşla konuşmuştum. Ama ne söylesem onu tekrarlıyor, merhaba, cicikuş gibi kelimelerimi tekrarlıyordu sadece. Muhabbeti çok yoktu. İsmi muhabbet kuşu olmasına rağmen muhabbeti çok sarmıyordu. 

Madem bir balıkla konuşuyorum, merak ettiğim şeyleri sormak istedim. Bir daha nereden bir balıkla sohbet edeceğim. Böyle olunca da aklıma hiç bir şey gelmedi. Bir balığa ne sorulur ki? Bilseydim, soruları çalışıp gelirdim. Buraya kadar gelebildiğine göre gitmek istediğin başka yerler var? Nereye gitmek istiyorsun, dedim.

Sen hiççölü gördün mü, dedi.

Görmedim, dedim.

Bir de kendine yaşıyorum diyorsundur şimdi sen, dedi.     

 

Bir gece yarısı çöldeyattığım çadırımdan çıkıp gökyüzüne bakmak istiyorum, dedi. Ve o görüntüyü gördüğümde sana ne hissettiğimi mutlaka anlatırım, dedi. Bu defa çok uzun süre bakıştık. Neyse, ben seni çok tutmayayım, dedim. Tutamazsın zaten,fıyt diye elinden kayarım, biz balıkların yüzeyi çok kaygandır, dedi.

Yok, o anlamda söylemedim, dedim. Bu bir deyim, dedim.

Çok anlaşamamıştık. Aynı dili konuşuyorduk ama anlaşamamıştık yine de. Balıklar uzaylı mı acaba, diye düşündüm. En azından bu balık… Senin sormak istediğin birşey var mı, dedim.

Sormak istediğim bir şey yok ama benim hiç arkadaşım yok havada, yani yüzeyde. Benim arkadaşım olurmusun, dedi.  

Olurum olmasına ama ben seninle nasıl seyahat edeceğim, dedim.

Sen demin şnorkelim var demedin mi? Onu kap gel, dedi. Kaptım geldim.

Ama bu havada denize girilmez haziranda Foça’da buluşalım, dedi.

Olur dedim.

Eski Foça mı dedim, Eski Foça dedi.

Ama sen soğuk suyu sevmezsin, dedim.

Sen sever misin, dedi. Başta sevmem ama alışınca soğuk gelmiyor zaten, dedim.

Bu defa biraz daha uzun bakıştık. Gidiyor musun yani, dedim.

Yok, nereye gideceğim bu halimle! Beni balkona götürsene, martıyı bekleyeceğim, dedi.

Bu saatte martı geçmez, baykuş bekle dedim, şakamı anlamadı. Saat geç oldu artık. Şimdi kal yarın gidersin, dedim.

Öyle mi yapsak dedi, bilemedim dedi. Ama onun için hazırladığım fanustaki yatağa da girdi. Mışıl mışıl uyudu. Ta ki hazirana kadar…

 

Bir sabah uyandığımda yoktu. Foça’ya mı gitti acaba, dedim. Şnorkelimi, mayomu hazırlayıp bizimkilerle Foça’ya gittik. Eski Foça’ya ama…

Belki orada beni bekliyordur. Denizin içinde bir yerlerde... Şnorkelsiz ve tüpsüz bir şekilde onu görürsem tanır mıyım, bilmiyorum. Ama eğer onu görürsem ona bir sorum olacak… Eğer onu görürsem…

 

Foça’ya geleli haftalar olmuştu. Tek bir balık bile görememiştim. Onu denizde ararken şnorkelim denizin dibini boylamış, ayağıma denizkestanesi batmış, koluma denizanası çarpmıştı. Acile üçüncü gidişimdi. Hastanedeki herkes beni tanıyordu artık. Oysa haftalar önce buraya gelirken, yalnızca ona soracağım soruyu düşünmüştüm.

Her sabah erkenden uyanıp geldiğim kıyıdan vazgeçip, limana yakın küçük tahta iskelenin oraya gitmeye karar verdim. İskeleye vardığımda, benim yaşlarımda bir çocuk, deniz gözlüğüyle iskelenin dibine dalıp her defasında elinde farklı bir şeyle sudan çıkıyordu. Geçip iskelenin en ucuna oturdum. Çocuğu izlemeye başladım. Bu defa elinde henüz açılmamış bir meşrubat şişesiyle çıktı. Elindekini iskeleye bırakıp tekrar suya daldı hızlıca. Nefesini iyi tutuyordu çocuk. Kendisini merak ettirecek kadar iyi. Son dalışında uzun süre sudan çıkmayınca meraklandım. Birkaç küçük tekne açıkta demirlemişti. Onlara yakın bir yerde fırlayarak sudan kafasını çıkardı. Kıyıya doğru yavaşça yüzdü. İskeleye çıktı. Benim izlediğimi görünce elindeki parıldayan altın kolyeyi gösterip güldü. Biri düşürmüş. İnşallah gerçektir dedi.

Hiç balık gördün mü dedim.

Yok dedi. Niye zıpkınla mı dalıcan, dedi.

Yok dedim. Bir süre bana baktı. Sonra yere bıraktığı bisikletinin yanına gidip ıslak halde tişörtünü giydi.

Burada balık bulamazsın boşuna arama dedi.

Neden, dedim.

Senin haberin yok mu, dedi.

Var, dedim.

E neden soruyorsun, dedi. Bu aralar hiç kuş gördün mü, dedi.

Yok, onu da görmedim, dedim.

Hepsi gitmiş, dedi.

Dönerler mi, dedim.

Nereden, dedi.

Gittikleri yerden, dedim.

Rahatları yerindeyse dönmezler herhalde, dedi. Sen rahatın yerinde olsan döner miydin, dedi. Bir süre bakıştık.

Bir kedi gördüm geçen gün, dedi. Ayağı sakattı, bir gözü de yaralı gibiydi.

Hemen yardım etseydin, dedim. Gerçekten bir kedi mi gördün, dedim.

Evet, dedi. Bisikletine bindi. Sen olsaydın yardım eder miydin, dedi.

Tabi ki, dedim.

Peki, eskiden olsa yardım eder miydin? Onlar gitmeden önce, dedi.

Utana sıkıla, yok, dedim.

Elindeki meşrubat şişesini açıp bir dikişte içti. Kolyeyi ıslak mayosunun cebine atıp, bisikletinin pedalına abanıp hızla uzaklaşıp kayboldu.

İskelede tek başıma kalmıştım. Bir rüzgâr esti. Önüme döndüm. Yanımda getirdiğim yarım ekmek arasını çıkarıp yedim. Biraz iskelede uzandım.

 

Gözümü açtığımda gece olmuştu. Uyumuşum. Gözümü açar açmaz bir meteor kaydı. Bir dilek tutayım derken bir tane daha. Sonra bir tane daha… Gökyüzü yıldızlarla doluydu ve bazıları buraya gelmek istiyor gibiydi ama yeryüzünde yıldızlara yer yoktu. Hepsi yere varamadan kayboluyor gibiydi.

Meteor yağmuru izlerken çöle gitmek isteyen bir balığı bekliyordum. Bir yıldızla bu konuyu konuşmak isterdim. Bizim denizde taş sektirmemiz gibi siz de samanyolunda meteor taşı mı sektiriyorsunuz yoksa. Eğer öyleyse bu çok güzel bir görüntü. Umarım siz de bizim denizde sektirdiğimiz taşları görüyorsunuzdur.

 

Saat geç olmuştu. Daha fazla bizimkileri meraklandırmadan eve dönmeye karar verdim. Ayağa kalktım. Tam o sırada denizde bir parıldama gördüm. Arkamı döndüm bir kedi geçti. Sonra uzaktan bir kedi daha… Çok uzaktan tiz bir martı çığlığı duydum. Sonra bir tane daha… Sonra bir köpek havlaması duydum. Denizden bir balık sürüsü geçti. Hepsi geri gelmişti galiba.

Demek geldin, dedi. Kafamı çevirdim. Çöle gitmek isteyen balıktı bu. Çok iyi görünüyordu. Hiç karadaki gibi değildi.

Ayağına ne oldu, dedi.

Denizkestanesi battı, dedim.

Siz, denizkestanesi mi diyorsunuz ona, çok saçma, dedi.

Siz ne diyorsunuz, dedim.

Koluna ne oldu, dedi.

Denizanası çarptı, dedim.

Siz ona denizanası mı diyorsunuz, dedi.

Ne diyelim, dedim.

Neden her şeyin başına deniz koyuyorsunuz, dedi.

Bilmem, dedim. Ben koymadım koymuşlar, dedim.

İyi yapmışlar, dedi. Bir süre beni süzdü. Çok bekletmedim umarım, dedi.

Yok, yeni geldim ben de, dedim.

Biz de yeni geldik, dedi.

Nereye gitmiştiniz ki, dedim.

Haberin yok muydu, dedi.

Yoktu, dedim.

Olması lazımdı, dedi.

Yoktu, dedim. Çölü gördün mü, dedim.

Sana çölü anlatayım, dedi. Uçsuz bucaksız bir evren, oraya gittiğimde bastığım yeri değil evreni gördüm.(O sırada meteor yağmuru devam ediyordu) Aslında sen de oranın bir parçasının onu görüyorsun. İlk doğan yıldızı merak ediyorsun. Son doğacak yıldızı merak ediyorsun. Ve Dünya’nın ne güzel bir armağan olduğunu fark ediyorsun. Ben bir balığım, sen bir insan, anlamazsan daha da yaşayan, çocukken gördüğün ne ise, büyükken gördüğün de o, bunu ne ilk insan anlar ne son insan.

Bir iki kelime daha söyler sandım. Ama hiçbir şey söylemedi. Öylece vedalaştık. Öylece gitti. Ve her şey orada bitti.

 

 

 

 

 

 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
Dergi Sayısı