Aydın Ve Entelektüel Paradigmaları Üzerine

Deneme

Aydın Ve Entelektüel Paradigmaları Üzerine Bir Değini  

Kemal ASLAN*

Türkiye’de entelektüel ve aydın kavramı iç içedir. Aydın kavramı, Osmanlıca ’da ışıklı, nurlanmış, aydınlatılmış anlamına gelen münevver’e dayanmaktadır.  Türkçe’de ise (aydın,) kültürlü, okumuş, ileri düşünceli kimse olarak tanımlanıyor.  Püsküllüoğlu, bu tanıma, kendisi aydınlanmış olduğu için çevresini de aydınlatabilecek nitelikte olan kimse ifadesini ekler.  Aydın sözcüğü Anadolu Türkçesinde 14’üncü yüzyıldan bu yana kullanılmaktadır.  Rusça’da aydın sözcüğü eğitimli yani okur-yazar olma durumu için obrazovanniy; entelektüel kavramı yerine de inteligent sözcüğü kullanılmaktadır. Bu sözcük, belirli alanda eğitim gören, o alanda yeterliliği olan kimseyi nitelendirmektedir. Yine Rusça’da “öğrenim görmüş, bilim, sanat, kültür ve tekniğin çeşitli dallarında özel eğitimden geçmiş kafa emekçilerinin oluşan sosyal tabaka”ya entelegensiya denilmektedir.  Cevizci, entelektüeli “düşünsel veya zihinsel etkinliğe yönelmiş, bilgili, değerlendirme ve eleştiri gücü yüksek, topluma öncülük etme misyonunu yüklenmiş aydın” olarak tanımlamaktadır. Cevizci, ayrıca tanımında Camus’un “zihni kendi kendisini gözleyen kişi” ifadesine atıfta bulunmaktadır. 
Kısaca aydının okuma-yazmayı bilmesi, belirli bir dünya görüşü temelinde eylemlilik içinde bulunması yeterli olmaktadır. 19’uncu yüzyılda Rusya’da, Alman Faşizmi’ne karşı direniş günlerinde Fransa’da, 1970’lerde Türkiye’de yükselen sosyalizm dalgasında bu tür aydınlar oraya çıkmıştır. Çünkü aydın olmak belirli bir dünya görüşü çerçevesinde doğa, toplum, vb. sorunlarına ilişkin kendini muhalif olarak konumlandırmaktır.  İktidarı hedefleyen bir perspektiften eleştirel davranan aydınlar muhalif olarak nitelendirilmektedir. İktidarın perspektifinden hareket eden aydınlar da bulunabilmektedir. Her siyasi görüşün kendine özgü aydınları olabilmektedir. Burada temel nokta o aydınların egemen paradigma içinde mi yoksa o paradigmanın dışında yeni bir paradigma mı oluşturduklarıdır. Egemen paradigma içinde hareket edenler sistemin yeniden üretilmesine katkıda bulunmaktadır. Muhalif aydınlar ise yeni bir paradigma içinde toplumsal ilişkilerin ve yapının değişmesini öngörmektedir. İktidarı destekleyen aydınlar, yönetenlerin yanında onların sesi, sözü olurlar; muhalif aydınlar ise yönetilenlerin.
Entelektüel, eğitim sistemi içinde belirli bir alanda kendini geliştirip o alanda uzmanlaşan yani sınırlı bir alana sıkışık kalan ancak derinleşendir. Entelektüel, belirli bir paradigma çerçevesinde bilgi birikimine sahip olan, bu bilgi birikimi temelinde olguları eleştirel bir biçimde değerlendiren ve gelecek kuşaklara aktaran, olguları değerlendiren, yorumlayan, kültürel sürekliliği sağlayandır. Entelektüel kapitalist sistemde işlevini ya hegemonyadan yana sürdürür ya da hegemonyanın değişmesinden yana. Hegemonyadan yana olanlar statükonun sürmesi sistemin kendini yeniden üretmesi için uzmanlık alanları çerçevesinde başta ideolojik olmak üzere katkılarını sürdürürler. Bu hegemonyaya karşı olan entelektüeller ise kuşatılmış kamusal alanda seslerini, çalışmalarını duyurabilecek alanlar yaratmaya çalışırlar. 
19’uncu yüzyıldan itibaren farklı bilim dallarının (sosyoloji, antropoloji, psikoloji, sosyal psikoloji vb.) ortaya çıkması, bilginin artması ve karmaşıklaşması belirli sınıflamalar dahilinde bilimsel çalışmalar yapmayı zorunlu kılmıştır. Bu durum günümüzde bilim dallarının daha da alt dallara ayrılmasına yol açarken, ilk çağlardaki gibi her şeyi bilen entelektüellerin yetişmesini de engellemiştir. 
Günümüzde entelektüeller, belirli alanda bilgi birikimi edinmekte, bunu uygulamakta zaman zaman da geliştirebilmektedir. Özellikle kapitalist sistemde sistemin varlığını sürdürmesine yönelik çalışmalar yapmaya hız vermişlerdir. Bu tutumları, piyasa ve özel sektör mekanizmaları içinde destek görmekte ve teşviş edilmektedir. 
Akademik ortamda çalışma yapanların büyük bölümü ise statükonun sürdürülmesine destek olmaktadırlar. Tersine durum varoluşlarının inkârı anlamına gelmektedir.  Çok az akademisyen yeni bir paradigma oluşturmak için çaba harcamaktadır. Ne yazık ki, akademisyenlerin büyük çoğunluğu entelektüel olarak fildişi kulelerinde yaşamaktadır. Entelektüelin işi kuramsal bir yaklaşım oluşturmak ve bu yaklaşımın uygulanabilirliğini toplumla paylaşabilmektir. Akademik çevrede ise entelektüel dışlanmamak, sistemin içinde varlığını sürdürmek için kurallara uygun davranmak durumundadır. Aksi takdirde akademik aşamaların hiçbirinde yükselme imkânı bulamaz ve bu koşullardan yararlanamaz. Bu da eleştirel, sorgulayıcı yaklaşımın neden yaygın olmadığını açıklamak bakımından önemli bir göstergedir.  
Türkiye’de entelektüeller Platon’un da vurguladığı gibi Şölen  sofrasındaki nimetlerden uzak durmak istemezler. O, sofrada yer almak, güçlülere yakın durmak, güçlüler nezdinde itibar görmek yaygın bir beklentidir maalesef. 
Örneğin 1980’lerde 12 Eylül darbesi sonrası; baskı ortamında neo-liberalizm hegemonyasını kurduğunda ona karşı sözü olanlar ya hapiste ya da baskı altında susturulmuştu. Neo-liberalizmin yarattığı çekicilik solda sayılan Çetin Altan, Hasan Cemal, Çengiz Çandar, Mehmet Barlas, vb. gibi entelektüellerin dönüşümüne de yol açtı. Sağlanan bireysel olanaklar, var olan uzmanlık alanlarındaki birikim ve yeteneklerini yönetenlerin hizmeti yönünde bir tercihe neden olmuştu. 
Ancak yine de bütünüyle muhalif aydın tavrın hiç olmadığını söylemek de doğru olmaz. Örneğin Aziz Nesin öncülüğünde 5 Mart 1984 yılında Cumhurbaşkanlığı’na ve TBMM’ye verilen bin 300 aydın tarafından imzalanan altı sayfalık Aydınlar Dilekçesi aydınlık bir geleceğe yönelik talepleri ve alınması gereken önlemleri içermesi bakımından önemliydi. Bu çapta geniş katılımlı bir başka aydın tavrı, 11 Ocak 2016 tarihinde önce imzacı sayısı bin 128 olan, daha sonra 2 bin 212’ye dek yükselen Barış İçin Akademisyenler Bildirisi’nde somutlaşmıştı.
Özetlemek gerekirse aydın daha çok ortaya çıkan sorunlara yönelik eylemlilikte; entelektüel ise kuramsal çalışmalarda kendini göstermektedir. Bu ikisinin birlikteliği bir zorunluluktur. Tarihsel süreçte hem aydın hem de entelektüel kimliklerini bir arada yürütenler olmuştur.
Kısaca, kapitalizm koşullarında burjuvazinin yanında olan ve statükonun sürmesi için çaba gösteren entelektüellerin yanı sıra eşitsizliğin ortadan kaldırılması, insanlığın kurtuluşu özleminde olan entelektüeller de bulunmaktadır. Bu iki entelektüel arasında temel fark çıkarlarını savundukları toplumsal kesimler açısından değerlendirilebilir. İki karşıt paradigma söz konusudur burada: Biri; hegemonyanın her koşulda devam etmesini, insani değerleri yok sayan, bunu “insan insanın kurdudur” anlayışı temelinde özel mülkiyet, piyasa, rekabet, özel sektör temeline dayanan yaşanan insani acıları, yokluğu ve yoksulluğu yok sayan bir paradigmaya dayanmaktayken; diğer paradigma, insanlığın kurtuluşunu temel alan, dayanışma, sömürünün ortadan kaldırılması, eşitlik, kardeşlik, özgürlük talep eden paradigmadır.                  
Hegemonyanın dayatmasına karşı yeni insani değerleri savunan bu paradigma hiyerarşinin, otoritenin, baskı ve dayatmanın karşısındadır. 1989’da reel sosyalizmin yenilgisiyle bu paradigmanın dünyada da eskisi gibi savunucuları olmasa da baskı, zulümlerin olduğu bir ortamda yeni bir dünya arayışı temelinde araç olan partiyi fetişleştirmeden geçmişin birikimlerinden ders alan paradigma yeniden filiz verecektir. İnsanlık, içgüdüleri destekleyen, ötekini yok sayan, imha eden bir anlayıştan vazgeçmemesi durumunda doğayı da sömürerek geldiği ekolojik yıkımın altında kalarak ya barbarlığı yaşayacaktır ya da birlikte yeni bir dünyanın oluşmasına katkıda bulunacaktır. Yol uzun ama imkânsız değil! 


 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.