Dinler, İnançlar ve İnsanın Durumu

Deneme


Dinler, İnançlar ve İnsanın Durumu

Nilgün Zahiroğlu

 

Uzun yıllar ölüm olmasa din olmazdı diye düşünmüştüm. Son bir yıldır okuduklarımdan ve Göktuğ Halis'in katıldığım haftalar süren Dinler Tarihi isimli atölyesinin de katkılarıyla anladım ki elbette ölüm psikolojik açıdan önemli bir metafor dinlerin doğuşunda ancak, din sadece ölüm sonrası hayat var mı, varsa o hayata nasıl hazırlanılır gibi soruları yanıtlayan toplumsal yasalar inançlar ve değer yargılar bütününden oluşan bir disiplin, bir sistem değil; aynı zamanda bu gezegende insanların bir arada yaşamaları için gerekli olan sosyal düzenin oluşmasında ve devamında gerekli kurallar bütünü de aynı zamanda.

Din aslında yaşarken toplumsal düzeni bozmadan yaşam becerisi kazanmak için  ne yapılması gerektiğini söyler. Ölüm metaforunu içine alınca; inançlar da dinin bütününde önemli bir yer işgal etmiştir. Her farklı din kendi inanç sistemini oluşturmuştur. Bunun da kişiyi yaşarken bu hayatın bir gün ölümle bitmesi gerçeği karşısında korkan  insanı nevrotik bir kişilikten hatta ruh hastalıklarından koruyup yaşama karşı motive etmek olduğunu düşünüyorum.        

Bu motivasyona ihtiyaç duyulmasının sebebi; insan, gayet başarılı olsa da istediği  her şeye sahip olsa da bir gün öleceğini bilmesi; yaşama karşı inançsızlık, değersizlik, heyecansızlık  gibi duygu durumlarını mutlaka yaşamının bir döneminde yaşayabilme olasılığının çok yüksek olmasıdır.

Bu durumda herhangi bir dine inanan insan inandığı dinin yasaları ile içinde yaşadığı topluma uyum sağlar. İnandığı dinin inanç yasaları ise özellikle ölüm sonrası yaşamı tarif etmek için devreye girer ve kişiye ölüm sonrasında da bir hayat olduğunu ve orada da yaşayacağını ve bunun da hangi koşullarda olacağını anlatır. Uzakdoğu öğretileri hem ölüm sonrası hem doğum öncesi hayat ile ilgili inançlar geliştirmişken tek tanrılı dinler ölüm sonrası hayat ve oradaki yaşam ile ilgili inançlar geliştirmişlerdir.      

Bu durumda din bu gezegende insanları bir arada tutmak için somut verileri kullanıp insanın aklı ve mantığı ile onaylayabileceği yasaları insanın huzuru için insana sunmuştur. Ancak ölüm sonrası ve doğum öncesi hayatı tanımlamak, tarif etmek ve insanın yaşarken, yaşama karşı motivasyonunu hep canlı tutmak için, kendi öğretileriyle ters düşmeyen davranış ve ritüelleri, o dinin inançlar bütünü insana sunmuştur.

           
İnançların akla ya da mantığa uygun olmasından çok o dinin öğretilerine uygun olup olmadığı önemlidir. Allah, Tanrı, Yaradan, Cennet, Cehennem gibi tek tanrılı dinlerin dayanağı olan kavramların tanımlarını bile dinler insana bilimsel bilgi ile değil, var eden yüce güç tanımıyla yola çıkarak yaparken insanda inanç düğmesine basar aslında. Din toplumsal düzeni sağlarken masumdur aslında, ölüm sonrası hayatı tanımlarken inanç metaforunu içine alınca diğer din ve öğretilerden de farklılaşır. Dinlerdeki ibadet biçimleri de her dini birbirinden farklı kılar. Bu ibadetlerin farklı oluşu o dinin öğretisiyle uyumludur, kişi bunu kabul eder ve uygular yada uygulamaz ama kabul eder. Bu kabuldeki onay da inandığı için gelir. Yine  sadece kendi dinine mensup insanların ibadetlerinin kabul edilen görüşü de sadece bir inançdır.   
İnançlar din fanatizmine de neden olabilen psikolojik metaforlardır kanımca.

 Kudüs'de ramazan ayında Mescid-i Aksa'da namaz kılarken müslümanların ateş edilerek öldürülmesi ya da müslüman olmayan insanların radikal müslümanlar tarafından kafir diye adlandırılıp kafalarının kesilmesi inanç fanatizminin sonucudur sadece. İnsan öldürmeyi yasaklayan tek tanrılı din yasaları varken, farklı dinlere inanıyor diye insanların birbirlerini öldürmesinin sebebi inançları değil de nedir? Yani din ve inanç birbirinin içinde ancak birbirleriyle özellikle dünyasal yaşamı değil de ölüm sonrası yaşamı tanımlama ve düzenlemede birbirinden farklı görev üstlenirler. Hemen hemen tüm  dinlerin sosyal hayatı düzenleyen yasaları insanı insana yakınlaştırmayı hedeflerken o dinin inançları ise  kendinden  farklı inançlara karşı insanı zalimleştirebilmektedir.        

Şu da bir gerçek ki kişinin kişisel yaşamında İNANDIĞI bir dinin yasalarına ve  inançlarına uygun yaşamasının insanın psikolojik sağlığına iyi geldiğini günümüz psikiyatrist, psikolog ve bilim insanları da söylemekte.       

Yine günümüz post modern insanın inançları doğrultusunda belirlediği yaşam amaçlarının da kendisini kaygı, panik atak, depresyon gibi nevrotik hastalıklardan koruduğunu da bilim insanları kanıtlamıştır.

 Yazımın başında belirttiğim gibi din ve inançlar sadece günümüz sanayi sonrası teknoloji ile hızla somut olana yönelen insanlara değil, ilk çağdan bu yana insanları nevrotik birçok ruh hastalığına karşı adeta bir kalkan olmuştur. Peki her din ürettiği değer yargıları, yasaları ve inançlar bütünü ile  hem bu dünyayı hem ölüm sonrası dünyayı birbirinden farklı da olsa tanımlıyor ve tarif ediyorsa insan günümüzde teknolojik gelişmesinin temeline uzun yaşamak, kolay yaşamak, hatta ölümsüzlüğü neden ısrarla yerleştiriyor? Asla ölümü övmüyor, kısa yaşamak için kimseyi ikna etmiyor. Yarı robot yarı insan yaratıp binlerce yıl yaşamayı istemesi ve ölümden kaçma isteği niçin o zaman? 

Dinin dünyasal yaşama dair yasaları somut iken örneğin hırsızlık suç, yasak, günah iken ve sonuçları net iken aynı dinin  ölünce iyi insan isen ve ibadetlerini yaparsan cennete gideceksin demesi ne ile somutlaştırılabilir?

Burada aslında insanı psikolojik olarak rahatlatmak için  devreye giren inanç, insan dimağında oluşan ne olacağım şeklinde gelişen  belirsizliğin  ve bu belirsizliğin toplumda  doğurduğu ve  gizli tutulan sosyal anksiyetenin de kaynağı kanımca. Yani insanın inandığı din yasaları ve aynı dinin inançları insana bu dünyada ne yapması gerektiğini ölüm sonrasında da onu nelerin beklediğini söylese de insan somut olmayan inancının ölüm ve sonrası  tanımıyla tatmin olamıyor , bildiği bu dünyadan ayrılıp bilmediği bir dünyaya gitmek istemiyor yani ölmek istemiyor. Tek tanrılı dinlerin iyi insan isen korkma ölümden sonra da çok iyi yaşayacaksın söylemi inançta kalınca ölen her insan için yas tutuluyor. Çünkü ölen insandan hem ayrılmak hem de onu bilinmeze göndermek gizli tutulan bir anksiyeteli duygu durumu ve nevrotik bir davranış türüdür esasında. Ölümden korkan insan ömrünü uzatmaya çalışıp ölümden kaçmaya çalıştıkça aslında küresel boyutta küresel bir  anksiyeteyi de arttırarak  yine küresel ölçekte bir kısır döngüye giriyor diye düşünüyorum.    

Dinler , inanç ve değer yargıları ürettiği gibi ideolojiler de temelde inançlar, değerler  ve düşünceler üreterek insan yaşamını dinler gibi anlamlandırma çabası içindedir. Dinler değer yargıları üretirken...ideolojilerde  değerler üretimi daha baskındır. Dinler insanı yaşarken anlamlandırmada güçlüdür. Ancak insanın değerli olduğunu kanıtlamak gibi bir çabası yoktur zira İnsan yaratılmıştır ve ölümlüdür. İdeolojilerin ise insan yaşamını anlamlandırma kadar, geliştirdiği değerler ve düşünce sistemi  ile insanı değerlileştirme gibi bir çabası da vardır esasında. Her ideoloji kendi düşünce sistemini ve değerlerini benimseyen insanın daha değerli, daha önemli olduğunu insanın yaşamsal varlığına  adeta pompalar. Bir kapitalist için çok para kazanmak önemli bir  değer iken sosyalist bir insan için bu sadece bir davranıştır ve onun için tüm ekonomik kaynakların üretim sonucundaki malların adil bir şekilde tüketime sunulması bir değerdir. İnsanı ve insan  hayatını anlamlandırmada ideolojilerle birlikte olan din, insanın kendisini ve insanın hayatını değerli kılmada zayıf kalınca ideolojiler bu anlamda devreye girmiş ve insanı ürettiği düşünceler ve değerlerle değerli kılmıştır.

Dinin inançları insanı insana zalim kılabilirken bu kez insanı değerli kılmaya çalışan ideolojiler de kendi gibi olmayan, kendi gibi düşünmeyen farklı ideolojileri benimseyen insanlara karşı tarih boyunca yine zalim olmuştur. İnsanın doğum ve ölüm sonrası hayatını düzenleyip insana anlam katmak için çabalayan ve insanı barışa yönlendiren din ile ürettiği düşünce ve değerler ile  insanın kendisinin ve hayatının değerli olduğunu söyleyen ideolojiler yerine ve zamanına göre insanı insana karşı zalim de yapmıştır yazık ki.       

İnsanın sahiplendiği dinler, inançlar, değerler, değer yargıları ve ideolojiler bir yandan insanları bir bütün olmaya teşvik ederken bir yandan da o bütünlüğü parçalamak için sallanan en keskin kılıçlar da olabilmektedir aynı zamanda.        

İnsanın bu gezegende ürettiği her türlü somut ya da soyut üretimleri insanı hem koruyabilmekte hem de öldürebilmekte ise kanımca insanın insana insanca dokunması en dengeli davranış biçimidir. Bunun da kaynağı sevgi  ve vicdan olsa gerek. İnsanın aklına bilgiyi boca edip mutlaka vicdanını da o aklına pusula yapıp yürümeli, yine insan yüreğine sevgiyi boca edip mutlaka kendinden başlayıp tüm evrene yönelen  bir sevme eylemi ile yani sevme ritüeli ile  yürümeli diyorum ben tüm dünya yolcularına. Zira  dünyanın seyir defterinde her şeyden önce insan neslinin devamlılığı için bir  denge esas olsun diye.         
 

Yorum

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.