Edebi ve Ebedi Olan!
Meray Gürsoy
Yaşam, bellekte yuva yapmış bir tohumdur. O tohumu sulayan, onun çatlaması ve filizlenmesi adına tüm evrelerine tesir eden başat unsurlardan biri ise kalemdir. Kalemin ucundan akıp kâğıtla buluşan harfler, yalnız sahibinin değil; söz konusu yazar veya şairin zihniyetine etki eden toplumun, coğrafyanın, sosyal yapının, hatta rüzgârın estiği yönün bile izini saklar. Harflerin doğuşu, bu bakımdan yaşam serüveninin birebir aynasıdır. O aynaya bir kere bakmış kimselerin, yılların şuuruna en basit tabirle iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış, temelli ya da temelsiz bir teması bulunur. Edebiyat, bu temasın en belirgin surette gözlemlendiği sahalardan biridir.
Çağlar ötesine uzanıp bakıldığında, henüz mağarasından çıkmamış insanın sözlü dil bütünlüğü sağlanmadan evvel duvarlara kazıdığı, hemen her inceleme sahasında bugün hâlâ insanlık tarihine bir başka ipucu sunan sembollerin, iletişim arzusunun temel basamaklarından birine kaynaklık ettiği görülür. Bu iletişim kaynağını, kişinin hangi dönemde yaşarsa yaşasın gördüğünü, işittiğini, hissettiğini hem paylaşma hem de bilinçli veya bilinçsiz olarak iz bırakma eğilimlerinin toplamı oluşturur. Zaman içinde ise mağarasından çıkan insanın gerek sözlü gerek yazılı anlamda daha sistematik hâle geldiği tespit edilir. Böylece gelişmeler doğrultusunda incelemeler yapıldığında, modern çağlara ulaşılmadan önce bile yazıtlar vasıtasıyla edebiyatın, toplumun şuur ve hissiyatında dönem ya da şartlar fark etmeksizin ne büyük bir yere sahip olduğu sonucuna ulaşılır.
Gelişen teknoloji, hiç kuşkusuz düşünce ve duygu dünyamızda da bir çığır açma yoluna gitmektedir. Bu çığırın özellikle son dönemlerde en belirgin başlığı, ‘‘yapay zekâ’’ olarak telâffuz edilmektedir. İnsan zihninin bir taklitçisi, hatta rakibi kabul edilen yapay zekânın tesiri; günlük yaşamı kolaylaştırma bağlamında tartışmaya kapalı olsa da söz konusu edebiyat olduğunda beşer ve beşeriyet hudutlarına çetin bir matematik denkleminin çözüme kavuşturulması, kaybolunan bir yolculukta yeni rota oluşturulması yahut eve varmadan önce verilen komutla bir robotun her köşeyi tertemiz kılması gibi pek etkin ve pek somut bir çizgide erişilemez. Elbette insan zihninin labirentlerinde, dolambaçlar sonsuzdur. Dolayısıyla beynin anatomik etkenler sebebiyle yorgun düştüğü sıralarda, bir makinenin soğukkanlılığına ihtiyaç duyulabilir. Böylece daha az güçle daha olağan ve daha makul olana da kısa sürede ulaşılabilir. Ancak her şeyin mutlak hâkimi olan o muhteşem güç, bir insan beyninin kurgularından daha iyi kurgular oluşturabilecek düzeye de gelse o insanın iç dünyasının, arzularının, ilkelerinin, tutarsızlığında bile saklı bulunan tutarlılığın yansımalarından yoksun kalır.
Bu aşamada takip etmekte güçlük çekilecek kadar hızlı gelişme gösteren teknolojinin son zamanlarda edebiyatın kanatları altında bulunan yazı türü ve tekniklerinde de boy gösterme eğilimine sahip olduğu fark edilir. Bu eğilimin, yakın gelecekte okurları ve eleştirmenleri teknik bakımdan kusursuza yakın duracak olan romanlarla, öykülerle buluşturma imkânlarını doğuracak olması işten değilse de destekleyenler ve desteklemeyenler olarak da yeni bir değerlendirme alanı türetecektir. Hiç kuşkusuz denenmemiş olanın denenecek olması, ilgili çevrelerde büyük merak konusu hâline gelecek ve bununla birlikte ortaya çıkacak eserler, edebiyat sahasında da bir çeşit dinamizmin kaynağı olacaktır.
Buraya kadar biçimsel ve kurgusal yönden karşılanacak olan gelişmeler, insanlığı heyecanlandırsa da dikkat edilmesi gereken bir başka husus daha söz konusudur: mânâ.
İnsan, ifadesi göreceli olmakla birlikte derin bir varlıktır. Bilinçaltından, duygulardan, zaman zaman kendine bile itiraf edemediklerinden örülü bir anlam dizisidir. Edebiyat tarihine ve insanlığa yön veren eserlerin etten kemikten oluşan ‘‘insan yazarlar’’ tarafından değil de, yapay zekâ tarafından yazıldığı varsayılsa bu eserlerin aynı tesiri uyandıracak olmaları, düşünülebilir mi? Olay örgüsü ve kahramanlar, mekânlar, doruk noktaları; aynı kalacak olsa da satır aralarında okuru çevreleyen o derin manada bir eksilme meydana gelmez mi? Örneğin; Victor Hugo’nun ‘‘Bir İdam Mahkûmunun Son Günü’nü veya Dostoyevski’nin ‘‘Suç ve Ceza’sını okurken eserlerde suç sahibi kahramanların psikolojik durumlarını incelikle işleyen yazarların bakış açılarına, derinliklerine dair izlere rastlanmaz mı? Bir makinenin boydan boya ilke sahibi olduğu kabul edilse dahi insan zihninden doğma bir fikri, aynı sıcaklıkla okura geçirebileceğinden emin olunabilir mi?
Hiçbir gelişme hafife alınmamakla birlikte edebiyatın insanca yaşama sanatının esas kolu olduğu, her zaman zihinlerin ana levhalarında yazmalıdır. Ölçü kaçırılıp da yazı dünyasının makinelerin soğuk işleyişlerine terk edilmesi hâlinde, gün geçtikçe artan yüzeyselleşmenin ellerinde zaten ezilmekte olan maneviyatın ne denli sarsılacağı ortadadır. Hayatın tohumunu içinde taşıyan edebiyat, işte o zaman filiz vermeyi bırakır ve çürüme başlar. Hiçbir yozlaşma, çağının şartlarından bağımsız gerçekleşmez. Bu bakımdan yeni dünyada hız, çok şey olarak nitelendirilse de mananın ve derinliğin ahengi, bütün hesaplamaların ve kolaylıkların üstündedir.
Yorum
Yazı hk
Yazıyı baştan sona okudum, gerçekten ilgi çekici ve sürükleyici bir yazıydı. Çok güzel bir konuya değinmiş genç yazarımız. Bence de, edebiyata mana katan, esere ruh katan onu yazan kalemin yaşanmişliklaridir.
Selamlar.
Mana
Meray Mana onu doğuran ruh. Zekanın ister doğal ister yapay yaratmaya gücü yetmeyecek büyük gerçeklik.
Mana anlamın derinliği. Güzel bir yazı. Kutluyorum.
Yeni yorum ekle