
Diyarbakır’da Canlı Edebiyat Ortamı
Yücel Feyzioğlu
Diyarbakır’ın kültürel dokusu, inanç ve dil çeşitliliği, zengin tarihi, insan ilişkileri, gelenek ve töresiyle edebiyatın oluşmasına, şair ve yazarların doğmasına güçlü bir zemin hazırlıyor. Geçmişe baktığımızda bu zeminden güneş gibi parlayan büyük yazar ve şairlerin çıktığınıgörüyoruz. Bu edebiyatçılar bütün Türkiye’yi etkilemişler.
“Otuz Beş Yaş”Kimin dilinde değil:
Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Yedi kıtadan oluşan bu şiir, okuryazar olmayanların bile diline düşmüştür. 1950 ortalarıydı, Latif abi bizde çalışıyordu. Cahit Sıtkı Tarancı’nın bu şiiri ile Bekir Sıtkı Erdoğan’ın Hancı şiirini ezbere okuyordu, ben daha sekiz yaşındaydım ve onun dilinden bu şiirleri kapmış, hiç unutmamıştım.
Gurbetten gelmişim, yorgunum hancı
Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş
Aman karanlığı görmesin gözüm
Beyaz perdeleri, ger yavaş yavaş
Cahit Sıtkı Tarancı, edebi dünyamıza Diyarbakır’ın kazandırıp kolye gibi yakamıza taktığı bir şairdir.
Cahit Sıtkı’dan sonra bütün duyarlılığı ile dilimize Ahmet Arifdüştü. Hiçbir yazar ya da şair yoktur ki Ahmet Arif’ten ezbere şiir bilmesin.O, sekiz kardeşin en küçüğü idi. Daha doğduğu gün annesini kaybetmişti. Gençliği sorunlarla ve kavga içinde geçmiş, yirmi beş yaşına gelince tutuklanmış, eziyet görmüştü. Belki de duyarlılığı ve kararlılığı oradan gelir. Şu aşağıdaki şiire bakın insanın tüylerini diken diken etmiyor mu?
Beşikler vermişim Nuh'a
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır,
Anadolu’yum ben,
Tanıyor musun?
Utanırım,
Utanırım fukaralıktan,
Ele, güne karşı çıplak...
Üşür fidelerim,
Harmanım kesat...
Hele bu büyük insanlardan da önce çocukluğumuzdan beri bizi etkileyen Ziya Gökalp’i kim unutur?1876 yılında doğmuş, dünya klasik eserlerinin Türkçeye kazandırılması için çaba vermiştir. Ulusal kültür olmadan kişilikli bir şahsiyet kazanılamayacağını fark eden ilk aydınlardan biridir. Çocuklar için kaleme aldığı “Ala Geyik” tekerlemesini bir kere okudun mu, yetiyor, aklında kalıveriyor:
Çocuktum, ufacıktım,
Top oynadım, acıktım.
Buldum yerde bir erik,
Kaptı bir Ala Geyik.
Geyik kaçtı ormana,
Bindim bir akdoğana.
Doğan, yolu şaşırdı,
Kaf Dağından aşırdı.
Ne yazık ki Ziya Gökalp’i en verimli çağında 25 Ekim 1924 yılında 49 yaşında iken kaybettik.
...
Bir Başka Yazar
Eleştiri, deneme, roman, inceleme, araştırma türünde eserleriyle toplumun kültürel değerlerini öne çıkartan Adnan Binyazar’ı kim tanımaz?Destekvermediği, elinden tutmadığı yazar ve şair var mıdır? Yeter ki saklı bir yerde bir ışıltı görsün, onu alıp herkesin görebileceği bir sahneye koyan o değil mi?O, toplumların ulusal kültürününgeliştirmesinin gereğine inanır ve edebiyatımızın halk anlatıları estetiği ile beslendikçe okuyucuda etki yaratacağını savunur. Bu nedenle birçok masal ve halk öyküsünü yeniden kaleme almış, Dede Korkut’u yeni bir boyuta taşımıştır.
Mıgırdiç Margosyanda Diyarbakır doğumlu önemli diğer bir yazarımız. "Gâvur Mahallesi" adlı eseri, yazarın Diyarbakır’daki çocukluk anılarını ve kültürel çeşitliliği anlattığı en bilinen kitabıdır. Margosyan, eserlerinde Diyarbakır’ın çok kültürlü yapısını ve tarihi dokusunu başarıyla işlemiştir.
Daha birçok Diyarbakırlı yazar ve şair sıralayabiliriz.
Neden Böyle Bir Giriş Yaptım?
Çünkü Diyarbakır’da canlı edebiyat ortamı devam ediyor. Diyarbakır’daydım. Kendimi bu edebiyat ortamının içinde buldum. Edebiyatçılar, yazarlar var. Sıcacık, candan ve dost. Kimi kitap yayınlamış, kimi de dosyasını hazırlamış. İncelik gösterip bana imzalayanların kitaplarını ve dosyaları okudum.
Bunlardan Suna Cengiz’in kitabı, “Kedim Beni Seviyor mu?” Kedice öğrenmek isteyen çocuğun hikâyesi. Kedi-çocuk ilişkisini anlatıyor. Dili güzel, ancak ilk kitap olmanın heyecanıyla belli incelikler gözden kaçmış. Kitabı Furkan Erdem resimlemiş, resimler bilgisayar üretimi gibi duruyor. Daha özgün çizimler olsaydı, iyi olurdu diye düşündüm.
Dr. Umut Yağcı’nın iki kitabını okudum. “Pembe Saçlı Kız” ve “Renkler Nereye Kayboldu?” İlk kitapta masala fazlasıyla tema yüklenmiş gibi geldi bana, bu durumokumayı ağırlaştırıyor. İkinci kitap daha olgunlaşmış, iyi bir anlatım ve konu yeni, dil de akıcı. Umut Yağcı böyle yeni konular işledikçe verimliliği artacak.
Evrim Maço Erduran iki kitap imzaladı bana. “Tarihi Ünlülerle Gizemli Oyun Macerası” ve “Tarihi Ünlülerle Yeni Dünya”. Bu iki kitabı 18 öğretmen ile çalışmışlar. Kitapların ilginç yanı günümüzde yaşayan Mete adında bir çocuğun tarihi kişilerle buluşması. Kimler yok ki bu kişiler arasında? Mucitler, yazarlar, bilginler, mimarlar, komutanlar ve padişahlar. Çocuk onlarla söyleşiye dalarak o karakterlerin yeniden anımsanmasını sağlıyor. Aslında iyi bir buluş. Ancak konuların işlenişinde, geçiş metinlerinde bir acelecilik seziliyor. O geçişlerde hikâye olgunlaşarak konuya girilse daha verimli olur diye düşündüm. Bir de yazım kurallarına çok dikkat etmek gerekiyor. Çünkü kitap çocukların eline geçiyor, onların belleğinde yanlışlar kalmamalı.
On sekiz kişiyi bir araya getirip iki kitap çıkarmak kolay değil. Daha sabırlı ve özenli çalışma dileğiyle.
Seyfullah Gider ise “Sonsuz Arayış” adlı şiir kitabını verdi. Şiirleri dikkatle okudum. Dizelerin kuruluşunda bir sorun yok. Ancak şiirde mecazı, karşılaştırmalı anlatımı, benzetmeli anlatımı kullansa, temsil, simge ve abartıdan yararlansa şiirler daha derin anlam kazanacak gibi geldi bana.
Bir akşam boyunca hem yemek yedik hem de Muzaffer Koç’un daha kitaplaşmamış şiirlerini ve bir tane masalsı öyküsünü okuyup tartıştık. Muzaffer Koç acele edip hatalarla kitaplaştırmak isteyen bir yazar değil. Yazdıklarının iyice olgunlaşmasını bekliyor. En iyi yöntem bu: Yazdığımız eserleri demlenmeye bırakmak. Dönüp dönüp bir daha çalışmak... Başarıya götürecek olan bu.
Neden?
İlkizlenimlerin yetersiz olacağını bildiğim halde neden bu değerlendirmeği yaptım? Bir kez Diyarbakır’da çok istekli ve heyecanlı bir edebiyat çalışması olduğunu gördüm. Başta belirttiğim Diyarbakır’ın yapısı, inanç ve dil çeşitliliği, kültürel dokusu, zengin tarihi, insan ilişkileri, gelenek ve töresiyle edebiyatın oluşmasına zaten güçlü bir zemin hazırlıyor. Bu zeminde yetişen büyük yazar ve şairler var. Bunların eserleri arkadaşlara örnek olabilir. Bu örnekler nitelik yükselmesine yardım eder. Yerel kültürün zenginliğinden ve renklerinden yararlanmak onları özgün hale getirir. İlle de pusulayı İstanbul’a çevirmek hiç de gerekli değil. Diyarbakır’ın kendisi bir okul olabilir. Ancak yazmanın mimarlığı konusunda edebiyatçılarımızın daha çok yoğunlaşmaları yararlı olacaktır.
Ayrıca edebiyat fakültesi “ne yazıldı” yerine daha çok “nasıl yazıldı” konulu hızlandırılmış kurslar verirse Diyarbakırlı yazarların başarısına katkı sunacaktır diye düşünürüm.
Yeni yorum ekle