Büyük Hazineye Açılmış Küçük Pencere

Eleştiri

Büyük Hazineye Açılmış Küçük Pencere


Yücel Feyzioğlu


Okullarda, “Dört tane masal kahramanımızın adını sayın,” dediğimde çocuklarımız, Keloğlan’dan başkasını sayamıyorlar. Biraz üsteleyince “Nasrettin Hoca, Dede Korkut” diyorlar. “Hayır, onların biri mizah, biri destan kahramanı,” diye belirttiğimde yabancı masal kahramanlarını sayıyor, bunları bizim sanıyorlar. 

Er Tapıldı’yı, Ayıkulak’ı, Şombay’ı, Title ile Bitle’yi, Yanık ile Dilek Boncuğu’nu, Yarım Horoz Kardeş’i, Yartı Kulak’ı, Çilbik’i, Cırttan’ı ve daha yüzlerce masal kahramanımızın hiç birini tanımıyorlar. Batıda Noel Baba ne ise bizde de Hıdrellez veya Şirince Şeşen’in benzer olduğunu bilmiyorlar.

Anadilimizin incelikleri, söz varlığı ve renkleri, halkımızın geçmişi, duygu ve davranış biçimleri, düşünce zenginliği/yoksulluğu, terbiye ve edebi, inancı, direnci, gelenek ve töreleri bu masallar içinde anlatılmış. Bu kültürle büyüyenler ancak sağlam bir kültürel kimlik edinmiş, kendine bir yol çizmiş olabilir. Bunlara yoğunlaşmadan sadece yabancı masallarla büyüyen çocuğun kendine yabancılaşması kaçınılmazdır. Padişah, sultan, han, hakan, kağan, şehzade sultan bilmez; kral, kraliçe, prens, prenses bilir ise, bu bildikleri onu kendi tarihine bağlamaz. Sadece yabancı masallarla büyüyen çocuğun kültürel kimliğinde sorunlar oluşur, içine doğduğu toplumu beğenmez, içinde olmak istediği toplum da onu içine sindirmez. Giderek küçülen, büzülen, sığlaşan kültür birikimi ile kendine güvenini kaybeder. Yurtdışındaki yurttaşlarımızın yaşadığı budur. Türkiye’ye gelen göçmenler de aynı kaderi paylaşıyorlar. Kimse onları içine sindirmiyor.

Bir örnek ile başlarsak...
İki Almanya 3 Ekim 1990 yılında yeniden birleşince Doğu Almanya’daki iş yerlerini kapattılar. Sosyalist sistemden bir tane bile miras almak istemediler. Orada yaşayan Almanların çoğu işsiz kaldı. 

“Türkler giderse, biz iş sahibi oluruz,” gibi popülist yaklaşımla Türk düşmanlığını artıran sağcı kuruluşlar ortaya çıktı. Toplum gerginleşmeye başladı. Bu nedenle Alman Yazarlar Birliği ile Almanya Kültür Bakanlığı benimle Doğu Almanya kentlerinde uzunca sürecek bir masal etkinliği turnesi düzenledi. Hem masal anlatacak hem de soruları cevaplandıracaktım. Magdeburg’a geldim. Türklerin az olduğu bir kenttir Magdeburg. Bir okulda sadece iki çocuğumuz vardı. Alman öğretmen onları bana göstererek: “Bu çocuklar ders çalışmıyor, oyun oynamıyor, ödev yapmıyor, dilsiz gibiler, ne yapacağımı şaşırdım,” dedi. Çocuklara baktım, omuzları çökmüş, başları eğik, gözlerinde ışık yok, kendilerini dışlanmış hissediyorlar. 

Etkinlik başladı. “Türkiye’den geliyorum,” der demez iki çocuğumuz bakışlarıyla arkadaşlarının tepkisini ölçüp hemen geri yaslandılar. Dikkatle bana bakmaya başladılar. “Şimdi size bir Türk masalı anlatacağım; adı Ayıkulak, ” dedim, çocuklar pür dikkat kesildi. Ayıkulak’ı anlatmaya başladım, masal özetle şöyledir: 

“...Padişah kızı has bahçede gezinirken bir ayı alıp onu kaçırır. Arar, tarar kızı bulamazlar. Ayı, onu mağarasına götürür, kızın ayıdan bir oğlu dünyaya gelir. Çocuk insana, kulakları ise ayıya benzemektedir. Kız,çocuğun adını “Ayıkulak” koyar. Ayı, mağaranın önünü kaya ile kapatarak meyvalar, ballar getirmeye gider, ikisini de el bebek, gül bebek besler, korur. Ama sonuçta ayıdır. İğrenirler ondan. Ayıkulak büyüyünce mağaranın önündeki kayayı yuvarlar, annesiyle kaçıp saraya gelir. Padişah çocuğu çirkin bulur, “Ayıkulak’ın dedesi” diyecekler endişesiyle Ayıkulak’ı Kervancıbaşına teslim eder: “Bunu al götür, geri dönmeyecek” der. Kervancıbaşı Ayıkulak’a en zor işleri verir, inilip de çıkılmaz su kuyusuna indirir. Ve orada bırakıp dönerler. Ayıkulak büyük zorluk ve serüvenlerden geçer, ...yeraltı dünyasını ejderhadan kurtarıp geri gelmeyi başarır. Yanında yeraltı padişahının kızı da var. Dedesi çaresiz kalıp bunlara düğün yapar. Tam düğün günü Ayı’nın da geldiği haberi verilir. Herkes şaşkına döner. Ayıkulak ile Annesi telaşla ayının önüne giderler. Gözü yaşlı Ayı oğlunun düğününe katılmak istemektedir. Anne ile oğul acırlar ve onu uzaklaştırmak için sevgiyle koluna girerler. O anda inanılmaz bir şey olur. Ayının derisi yarılır, içinden yakışıklı bir bey çıkar. “Teşekkür ederim size. Ben bir şehzadeyim. Büyüleyip ayı kılığına sokmuşlardı beni. Eliniz sevgiyle dokunduğu için büyü bozuldu,” der, kucaklaşırlar. Ayıkulak’ın kulakları da çekilir ve gerçek insan kulağı şeklini alır, düğün salonuna birlikte yürürler... Mutluluk birkaç katlıdır...” 

Masalı bitirdiğimde iki çocuğun da yüzü gülüyordu. Hele birini hiç unutmayacağım: Alman arkadaşının omzuna gururla dokundu: “Gördün mü, senin Kurbağa Prens’in var, benim de Ayıkulak’ım,” dedi. Çünkü iki masal da aynı işlevi yüklenmişti: “Kurbağa Prens” de “Ayıkulak” da “dış görünüşüme bakıp da aldanma, bana dokun, içimde ne güzellikler var, göreceksin!” diye çocuklara çirkinin içinden güzeli keşfettirmeyi öğretiyordu. Ve çocuk o anda bu benzerliği fark etmişti. Alman arkadaşıyla anında eşit seviyeye yükselmiş, kendine güveni artmıştı. Etkinlik bitince fırlayıp yanıma geldiler, elimden tutup: “Sen gitme, burada kal!” dediler, onları alıp öğretmen odasına götürdüm, içecek ve pasta söyledim, benimle uzun uzun sohbet ettiler. Daha çok masalımızın ve çok iyi yazarlarımızın olduğunu anlattım, Türkçe kitaplar verdim. Sınıf arkadaşlarından bir dil daha fazla bildiklerini, iki kültüre, iki ülkeye sahip olduklarını dile getirdim. Çocukların rahatladığını, derinden soluk aldıklarını fark ettim.

En ilginci ise, bu çocukların öğretmeni bir ay sonra beni telefonla aramasıydı. Şöyle dedi öğretmen: “Çocuklar artık gülüyor, oynuyor, ders çalışıyorlar. Nasıl büyülediniz bu çocukları?”

“Büyülemedim sayın öğretmenim,” diye cevap verdim, “sahip oldukları büyük hazineyi görmeleri için onlara küçücük bir pencere açtım o kadar.”

Ne yazık ki Türkiye’deki çocuklar bu hazinenin farkında değiller. Hepsi “Kurbağa Pres”i tanıyor, ama “Ayıkulak”ı bilmiyor. Başta İş Bankası Yayınları olmak üzere birçok ciddi yayınevi çocukların tepesinden yabancı çocuk edebiyatını yağdırıyorlar. Bu şekilde çocuk öz kimliğine kavuşabilir mi? Kendisine güvenebilir mi? Oysa Batı bir ölçü kullanıyor: %75 yerli çocuk edebiyatı, komşu kültürleri de tanıması için %25 yabancı edebiyat. Hele İngiltere bu konuda o kadar katıdır ki, yabancı çocuk edebiyatı sadece %6. Bizde ise yabancı çocuk edebiyatı %80lere ulaşmış. Büyüyen çocuk genç olunca ülkedeki sorunlara odaklanıp çözüm arayacak ve mücadele verecek yerde yabancı ülkeye gitmek istiyor. Bunların sayısı da %80’lerde. Buyrun!

Sanat ve edebiyatın kültürel kimlik oluşturması, daha bebek yaşlardan başlıyor. Bu konuda çok ilkeli biçimde bir çaba vermedikçe bugün var olan ve tartışa tartışa içinden çıkamadığımız aynı sorunlar yüz yıl sonra yine devam edecek.

Yorum

Hoca Gülten (doğrulanmamış) Pa, 18 Aralık 2022 - 22:41

Masal dede kitaplarınız kültürümüzü yaşamamıza büyük katkı sağlıyor. Öğrencilerim masalların içinde büyüyor. Teşekkürler

Mustafa şen (doğrulanmamış) Sa, 16 Mayıs 2023 - 18:32

Çok mukemmel bir konuya el atmişsıniz sadece çocuklarimiz degil malesef büyuklerimizde cok şeyden bi haber avrupanın tamamini toplasan vurguladiğıniz gibi dedekorkutun bir masali etmez cunku sadece masal değil hepsinde ayri ayri hazineler saklı baskaları fayadalaniyor biz çok az sayın hocam gostermek istediğiniz ilacın hedefi yerini bulması dilegi ile sağlik esenlik diliyorum

Yücel Feyzioğlu (doğrulanmamış) Pt, 06 Kasım 2023 - 01:24

In reply to by Mustafa şen (doğrulanmamış)

Çok Değerli Mustafa Şen,
Övgüleriniz için çok teşekkür ederim, ancak "avrupanın tamamini toplasan vurguladiğıniz gibi dedekorkutun bir masali etmez" gibi bir yorumda bulunmadım ben. Böyle bir yaklaşım yanlıştır. Yaratılan bütün halk kültürleri büyüktür. Dede Korkud'u başka kültürlerle dövüştürmek yanlıştır. Her halkın Dede Korkud'u vardır.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.