Eleştiri: Mânâ Esasında Maddeyi Biçimleyerek Hayatı Yaşama Sanatı

Eleştiri

Eleştiri: Mânâ Esasında Maddeyi Biçimleyerek Hayatı Yaşama Sanatı

Prof.Dr. Süleyman Dönmez

 

Eleştiri genelde hoş karşılanmaz. Hele eleştirilmek birçoğumuz için tahammülü zor bir durumdur. Ancak ilginç bir çelişki arz eder ki, eleştirmekten de pek geri durmayız.

Bu yazının konusu niçin eleştirilmekten korktuğumuz halde eleştirmekten geri durmadığımız üzerine değildir. Öyleyse söze insanî yaşam biçimlerinin birçoğunda tesadüf edilen birçok tutarsızlıklarımızdan biri olan eleştirilme karşısındaki tavrımız ile eleştirme isteğimize dair bir gözlemimizi paylaşmakla başladık?

Toplumsal yapıda sıkça rastlanan bir duruma dikkat çekerek başladık; zira bu yazımızda felsefece düşünüşün önemli bir öğesi olan “eleştiri” konusunu teşrih masasına yatırmaya çalışacağız.

Eleştiri kendisinden korktuğumuz, ama kaçamadığımız bir etkinlik. Elbette bu çelişkili görünen durumdan kurtulma yönünde gayret sarf edenlerimiz de az değildir. Öyle ki, bazıları eleştirilmekten ve eleştirmekten çekinilmemesi gerektiğini düşünürken bazıları da eleştiriden tamamen uzak bir hayat sürdürebilmenin peşindedir. Eleştirilmekten kaçmak isteyip eleştirmekten geri duramamak, eleştirilmeyi ve eleştirmeyi önemsemek ya da eleştirmekten ve eleştirilmekten uzak dingin bir hayatın peşine düşmek; her biri yaşama ve hayata dairdir. Hayatı yaşamanın cilveleridir.

“Hayat” ve “yaşam” eşanlamlı kavramlar değildir. Öyle olsaydı “hayatı yaşamak” deyimi bir retoriğe dönüşürdü. Bu nedenle hayat, mânâ; yaşam ise madde odaklıdır. Böyle olduğu için sevdiğimize “yaşamım” diye değil, “hayatım” şeklinde hitap ederiz. Demek ki, “hayatı yaşamak”, “gününü gün etmek”, “vur patlasın çal oynasın bir yaşam sürmek” (carpe diem) değildir. Tam aksine, “hayatı yaşamak”, madde ile mananın karşı karşıya getirilmediği; maddenin mânâya ya da mânânın maddeye feda edilmediği bütünleştirici bir kavrayış ile yaşamaktır.

Kavrayış mânevî, yaşayış ise maddidir. Biri olmadan öteki boşlukta kalır. Elbet mânâ maddenin içine sığmaz. Ancak bu maddeden vazgeçmeyi ve küçümsemeyi gerektirmez. Aksine maddeden mânâya değil mânâdan maddeye bakmak gerektiğine işaret eder. İşte eleştiri, ister kaçalım ister onayalım, tam da böylesi bir nazarda tezahür eder. Mânâca maddeyi biçimler. Bu nedenle eleştiri hayatı yaşamada belirleyici görünen bir etkinliktir.

Eleştirinin günümüz Türkiye’sinde hem ne olduğunun hem de hayatı yaşamadaki değerinin yeterince idrak edilemediğini söyleyebiliriz. Öyle ki, gündelik hayatımıza, akademik ya da siyasal, hatta estetik yansımalara göz atıldığında eleştirinin ne olduğunu bilmediğimizi, dolayısıyla sağlıklı bir eleştiri kültüründen uzak bir millete dönüştüğümüzü kolaylıkla fark edebiliriz. Durum üzüntü vericidir. Türk Milleti’nin şimdisi ve geleceği adına da ciddî bir tehdittir. Bu nedenle eleştirinin ne olduğu kavranmalı, bireylerin ve toplumların; nihayetinde devletin ve milletin gelişip ilerlemesindeki etkisi yerli yerine oturtulmalıdır. Çünkü kadim Türk yaşam biçimi bizlere şimdimizle geçmişimiz arasına büyük mesafeler girdiğini söylüyor.

Türkiye’ye yazık oluyor…

Mevzu uzundur. Mesele derindir. Bu ahvalde eleştirinin ne olduğunu ve ne işe yaradığını anlamak için köklere inmek yol açıcı olabilir.

“Eleştiri” sözcüğünün Türkçe’de kullanımı nispeten yenidir. Eski Türkçe “tenkit” ya da Latince “critique” (kritik) sözcüğüne karşılık olarak “ele-mek” fiilinden tekrar bildiren“-iştir” eki yardımıyla oluşturulmuştur. “-iştir”, isteşlik ekidir. Ancak anlama “oldurgan, ettirgen” (faktitiv) nitelik kazandırır. “Elemek” fiilinin ise, “ayırmaya” ve “seçmeye” dönük bir eylem olduğu açıktır. “Elemek”, “elden geçirme” veya “elekten geçirme” eylemine dayalı bir “seçme” ve “ayırma”dır. Eski Türkçede “el” anlamına gelen “elge” sözcüğüyle ilişkili bir eylemdir. “Elden geçiriş”, “eleyiş”; dolayısıyla “seçiş” ve “ayırış”, gaye olarak “oldurucu” yöndedir. “Oldurmak”, “olmasını sağlamak”, “olgunluğa eriştirmek”tir. Netice itibariyle eleştirmek, olması istenilen; fakat oldururken olgunluğu hedefleyen bir etkinlik ve eylemliliktir.

Önemine binaen biraz daha vurgulu olarak dile getirmek gerekirse, eleştiride amaç “olgunlaştırma” olduğuna göre eleştirinin her hangi bir görünürlüğün “gerçek değerini belirtmek için doğru ve yanlış taraflarını ortaya koymak” olduğu açıktır. Bu da kökanlamına riayet edilerek icra edilen eleştirinin yıkan değil, yapan olması gerektiğini tartışmasız hâle getirir. Ama içinde olunan durum ulaştığımız sonucu desteklememektedir. Zira bir dizi yıkıcı eylem veya tavır eleştiri olarak görünürlük arz etmektedir. Bir başka deyişle; yıkıcı eleştiri vardır. Görünürlük ile bizim ortaya koymaya çalıştığımız yaklaşım arasındaki tezatın haklı kaygılar doğurması doğaldır. Ama bizim nazarımızda eleştiri, ifade ettiğimiz gibi, yıkıcı ise, onun esasta eleştiri olmadığıdır. Çünkü yıkıcı eleştiri, her ne kadar dilimize yerleşmiş bir deyim olsa da altını bir kez daha çizelim; eleştiri, aslı esası bozulmadığı müddetçe yıkıcı olamaz. Olmamalıdır.

Eleştirinin esasta olumlu bir etkinlik olması, psikolojik olarak eleştirilmek pek hoşumuza gitmese de, hoşnutsuzluğun asıl nedeninin eleştirilmekten uzak durmak isteyen ruh halimizden daha çok, aslına uygun olarak eleştirilememekten neşet eden bir olumsuzluk hâli olduğunu açıklamaktadır. Bir başka veçheden ifade edecek olursak; eleştiri olarak görünen hakikatte eleştiri olmadığında muhatabını olgunluğa doğru adım attıramamakta ve olduramamaktadır.

Eleştiri konusundaki kafa karışıklığının sebebi, eleştirinin nispeten yeni bir sözcük olmasından ileri gelmiş olabilir. Öyle ki, eskiler günümüz Türkçesinde kullandığımız eleştiri sözcüğünü bilmiyorlardı. Öncesinde eleştiri yerine “tenkit” sözcüğünü kullandıklarını biliyoruz. “Tenkit” sözcüğünün kökanlamına indiğimizde zihin karışıklığımızın muhtemel nedenlerini fark edebiliyoruz.

Tenkit, (tenkid) Arapçadan Türkçeye geçen bir sözcük; Türkçede hâlâ sıkça kullanılan “nakit” (nkd) kökünden gelmekte. “Gagaladı, iğneledi” gibi anlamları haiz. Arapçaya da Aramiceden / Süryaniceden ya da İbraniceden geçmiş olabilir. Kökanlamı ise “sivri bir alet ile herhangi bir yeri ya da nesneyi nokta nokta tıklama, vurma, çentik açma”dır.

Eleştiri kavramının “neden olumsuz bir anlamı da içerdiği” sorusunun yanıtını Süryaniceden ya da İbraniceden akıp gelen bu etkide aramak makuldür. Bir bakıma rahatsız edici olan bu dipanlam, Eski Yunan’da kendini başka inanış ve düşünüşleri ısırarak rahatsız eden bir atsineğine benzeten Sokrates’i de akla getirmektedir. Olumsuz anlamın tarihsel açıdan hangi sâiklerle olumlandığı felsefî bağlamda derinleştirilebilir. Burada bu detaya daha fazla girmeyeceğim. Ama eleştirinin olumlu bir nitelik almasında etkin olan temel etkenin köklerinin İslam öncesine uzanan Türk düşünce biçimi olduğunu düşünmekteyim. Türk düşüncesinin tarihsel süreçte temas ettiği uygarlıklar Türk düşünce tarzına birçok fayda sağlamanın yanında bazı temel hususlarda olumsuz etkiler de bıraktığı kanaatindeyim. Bu nedenle düzenleyici olan asıl saik Yunan’dan, Arap’tan, Fars’tan ya da başka diğerlerinden daha ziyade Türk’ün düşünce biçimi ile hayatı yaşayışıdır.

Türk düşüncesinin özellikle felsefeye ve bilime olan etkisi, genelde görülmek istenmeyen ya da görülemeyen bir trajedidir. Belki sonraki yazılarımızda bu meseleyi daha detaylı olarak ele alırız. Şimdilik, eleştirinin Türkçe’nin etkisiyle nasıl olumsuzdan olumluya doğru seyretmiş olabileceğine dair bazı ipuçları vermek istiyorum.

Eleştiri sözcüğünün “ele-mek” fiiliyle olan ilişkisinden ve eylemi isme dönüştüren “-iştir” ekinin oldurmaya dönük olduğundan yukarda söz ettik. İmdi sormamız gereken soru şu: Bu “oldurma” neyle ya da nasıl olacak?

Eski Yunan’da felsefî düşüncenin yaşama olumlu anlamda dokunabilmesi için mevcut düşünsel yapının değişmesi gerekiyordu. Sokrates’in bu dönüşümdeki rolünü biliyoruz. Özellikle onun inanç ve düşünüşleri sorgulayışı, eleştirel bakışı ve mücadelesi, felsefeye ilgisi olsun olmasın az çok akademik yönelimi olan herkesin duyduğu ya da okuduğu bir dünyadır. Burada Sokrates sorununa girmiyorum. Sadece eleştirinin dönüşüm hikâyesindeki muhtemel Türk etkisine dikkat çekmek istiyorum.

Malum olduğu üzere Sokrates’in “eleştirel ve sorgulayıcı bakışı” (elenkhos), “çürütme, inceleme, irdeleme, soruşturma, sorgulama, tartışma, müzakere” olarak Türkçede karşılık bulan bir “eleme” mantığına dayanıyordu. “Elenkhos” sözcüğünün kökanlamında “rezil etme, gözden düşürme, utandırma, lekeleme, kusurlu bulma, ikna etme, yalanlama” var. Öyle görünüyor ki eski Yunan’ın “elenkhos”u sözlük anlamı itibariyle hiç de olumlu değil. Bu durumda eleştiriyi olumlayan daha güçlü dayanaklara ihtiyaç var. Aksi takdirde karşımıza çıkan yıkıcı bir etki olmakta. Biz bunu Sokrates’in idamla sonuçlanan hayat hikâyesinden de çıkartabiliyoruz. Bu durumda olumlama, çürütme (elnkhos) mantığından öte “electus” (elektus) ile de ilgili görünmektedir. Nedir “electus”? “Electus”, Latincede “se-ligo” veya “se-lego” ya da eşanlamlısı “eligo” fiilinden gelen bir isim. Türkçesi “seçme, seçilme” demektir. “Electus”un Yunancası “eglegménos”. Öyle anlaşılıyor ki, “eligo” fiilinden gelen “electus” yahut “seligo” fiilinden gelen “selectus” (selektus) sözcükleri “seçme ve seçilme” ile ilgili.

Yukarıda yaptığımız Sokrates’in çürütme mantığının etkileşim alanı çözümlemesi eleştirinin anlamca olumsuzdan olumluya doğru değişen bir seçiciliğe “electus-selectus” sözcükleri üzerinden dönüştüğüne işaret etmektedir. Anlamın olumlanarak oldurulup olgunlaşması ise içsel bir seçicilik olan “intellectus” (intelektus) ile sağlanmaya çalışılmış olmalıdır. “Intellectus”, “electus”tan gelen Latince bir sözcüktür. Zihne ve akla tekabül etmektedir. “Intellectus”un Türk aklı (us/ög) ile olan ilişkisi daha karmaşık bir konudur. Bu yazıda bu hususa girmeyeceğiz. Ama sözcüğün Türkçe’nin “elek” kelimesiyle olan ses ve anlam benzerliği dikkatlerden kaçmayacaktır.

Grek, Latin etkileşimi zemininde bir parça teknik detaya kaçarak eleştirinin kökenine götüren yukardaki kökanlamsal izlekte “Türk nerede” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Esasta Türk bugün burada olduğu gibi, o günde oradaydı. Çünkü bütün bu “eleme, elden geçirme, seçme, iyiyi kötüden ayırma” işlemleri Türkçede kadim demlerden beri etkin olan bir mantık ve anlamla bütünleştiğinde olumlanıp oldurgan bir anlam kazanabilmektedir. Bu durum bize eleştiriyi olumsuzdan olumluya dönüştüren temel etkenin Türk’ün hayatı anlama ve yaşama felsefesi olduğuna götürmektedir. Bunun en açık kanıtı da “elemek” fiili ile “elek” sözcüğüdür. Elemenin, “el” ile ilgili olduğunu söyledik. Bizler –Eski Türkler- aklımızı zihnimizi kullanarak kendimizi, çevremizi zihinsel bir işlemle elden geçirdik. Eledik. Bununla yetinmedik eleyip elden geçirmenin aletini (teckne) ürettik. Ona “elek” ismini verdik. Bizim “elek” Grek’in, Latin’in “electus”u, “selectus”u, “intellectus”u oldu. Nihayet Sokrates’in “elenchos”u ile bir felsefeye dönüştü. Felsefi eleştiri ile sorgulamanın temeli oldu.

Önceki yazılarımdan biraz farklı bir yazı olduğunun farkındayım. Konu felsefenin sürekliliği ile canlılığının en temel unsurlarından bir olan eleştiri olunca temelleri soruşturmak gerekti. İpuçları verdik. Kapılar açmaya çalıştık. Umudum açılan kapılardan girilip Türk’ün felsefe-bilime olan olumlu katkısının izlerinin sürülmesidir.

Eleştiri Modern Batı’da oldukça geç bir dönemde aklın yaratıcı faaliyetine dönüşür. Oysa Türk’ün geleneğinde eleştiri, kadim bir gelenek olarak hayatı oldurarak yaşamanın bir parçasıdır.

Acı olan şimdinin Türkiye’sinin bunu unutmuş olmasıdır. Sokrates vâri uyarıcılara ve yeniden aslına uygun eleştirel bir yaklaşıma dönüşe ihtiyacımız var.

Sevgiyle kalınız.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.