İrez’in Çeşmesi

Edebiyat

İrez’in Çeşmesi

 

Prof. Hasan Pekmezci.

 

Buradaki yazılarımda en çok andığım anı kahramanlarımdan biridir İrez Ana. Nedeni elbette çok küçük yaşlarda onun yanında yaşadığımdan; ondan çok şey öğrendiğimden ve bunların iliklerime işlemesinden. İkincisi de İvriz Öğretmen Okuludur; ilk defa karnımın doyduğu, beynimin doyduğu; beni bir kimlik olarak yetiştiren, çok yönlü bir eğitim iklimi. Duygusallığımın ve yazdıklarımın elbette eleştirilecek yanı vardır, olacaktır. Kişiselliğimin bu denli deşifresi farklı dizgelerde yorumlanacaktır, Kim bilir duygu sömürüsü sayanlar bile. Elbette yazmak çok yönlü risk. İş yapmak gibi, iş yapmazsan hata da yapmazsın; yazmazsan, konuşmazsan hata da olmaz, eleştiri de. Bizde eleştirecek, beğenecek, beğenmeyecek, açık arayacak insanlar da var, sağ olsunlar. Dost görünen ama sizin insanlığınızı, oradan oraya koşturunuzu, çalışmak için didindiğinizi farklı yorumlayanlar da. Dahası hayatınızı adadığınız alanınızda size verilen ödülleri de hatır-gönül ulufesi saymaya kalkanlar da. Burada şu konu bana göre çok önemli. Birini eleştirirken biraz geniş açıdan bakma zahmetine katlanmak. Birileri bana verilen bazı ödülleri eleştirebilir ama bu ödüllerden geri kalmayacak ödüller gibi yurt dışında uluslararası jürilerden geçtiğimi, bienallere seçildiğimi, ta 1980’lerde Budapeşte Müzesi’ne satın alındığı gibi, müzelerde yer aldığımı bir inceleseler. Bilirsiniz, insanlar kabaca iki grupta değerlendirilir; tavuk tipi, balık tipi. Bir yumurta yumurtlayıp akşama kadar gezdiği her yerde ‘’gıdak gıdak’’ yaygara yapar tavuklar. Öte yandan milyonla yumurta yumurtlayan balıklarda tıs yoktur; sesizce gezinir su altında.

*

Bu girişi niye yazıyorum; yazdığım bütün anılarımda nerelerden geldiğimi, beni 13 yaşında bir deri, bir kemik torbası olarak kucaklayan, buralara taşıyan bu ulusa, bu devlete maddi-manevi borç yükü altında olduğumu, bunu ödeme çabasında didindiğimi anlatabilmek için. Hem de ailecek. Ne öykücülükte iddiam var, ne yazarlıkta; ne de ressamlıkta. Derdim, hangi serüvenlerle, sadece anılarımla, duygu, düşünce, görgü, bilgi birikimimle zaman içinden günümüze nasıl gelebildiğimin söyleşisini, yazıyla, çiziyle, boyayla yapmak. Ama bir yandan da benim kuşağımdan önceleri ve sonralarıyla Anadolu çocuklarının çok büyük bir bölümünün ortak anıları olduğu düşüncesiyle…Sağ olsunlar; yazılarımı okuyup paylaşanların yazdıkları notlardan görüyorum bunları.

*

Kıraç yamaçlar, irili ufaklı tepeler, tepecikler arasından Kızılcaköy tarafına doğru giderken, toz-toprak içindeki yolun hemen altında kaba taşlarla yapılmış bir çeşme karşılar sizi. Zaten susamış, tozdan- topraktan burun delikleriniz dolmuş, genziniz kurumuştur ki isteseniz de istemeseniz de onunla kucaklaşmak zorundasınız, çaresiz. Serindir suyu, yaz ortasında bile. İçtikçe içilesi gelir, acı, kekremsi, kurtlu, kokulu falan değil. Boldur, bileğim gibi iki kurnadan akar durur, gece gündüz. Musluk, vana, tıpa, tıkaç yoktur buralarda. Sağında ve solunda uzanan kocaman yalak, su dolu, pırıl pırıl. Yalak

sağlam, betondan. Bizim köyde yapılan beton yalak, belki de ilk kez burada. Öteki yalaklar ağaç gövdesinden, kütükten oyma. Sabah tarlaya, bağa, bahçeye gidenlerin, akşam eve dönenlerin uğrak yeridir burası. İnsanı, hayvanı, kurdu, kuşu buradan içer suyunu. Elini, yüzünü burada yıkar, ensesini buradan serinletir insanlarımız, kızlarımız, gelinlerimiz, gençlerimiz, yaşlılarımız. Kaç kez burada yalakların içinde çimerken görmüşümdür çoluğunu, çocuğunu köyümüzün. Yalaktan akan suların yemyeşil dereciğinde çeşit çeşit otlar, çiçekler, böcekler, hem de kurbağalar. Kurbağacıklarla birlikte coşkuyla izlerdim; gelip geçenin, sudan içtikçe ve alazlanmış yüzünü yıkadıkça, derin bir of çeken insanlarımızın yürekten serinlemesini. Ne kadar fırsat bulabilirsem biraz uzağında oturur, gelip gidenleri, koyunları-kuzuları, keçileri-oğlakları, atları, eşekleri, köpekleri, hele hele kuşları ayrı ayrı incelemeye çalışırdım çocuk gözümle: Nasıl içiyorlar, içerken neler yapıyorlar, birbirlerini nasıl itekleyerek yol açıyorlar kendilerine. Örneğin, atlar, eşekler su içerken ıslık çalarlar büyüklerimiz, daha çok içsinler diye. Köpekler dilleri ile şap şap, şlap sesler çıkararak yalarlar suyu. En çok kuzularla, oğlaklar yalağa yetişemediği için su içemiyorlar diye üzülür, yalağın akıntısından küçük bir havuzcuk oluştururdum, toprağı oyarak ellerimle; onlar da kolayca içebilsin diye. Nasıl hoşuma giderdi, çeşmenin başı kalabalık olduğu zamanlar: Ne kadar çok insan, ne kadar çok hayvan, kuş yararlanıyor, kana kana su içiyor, diye. Kimi zaman öğlakları kucağıma alır, akan suya tutardım, içsinler diye.

 

Başkaca bir su, başka bir çeşme-kuyu bulunmaz bu yakınlarda. Çok aşağılarda Irez anamın bağının altından geçen kuru bir dere, derenin yanında da içindeki suyu ancak küçük bahçemize yetecek kadar olan bizim kuyumuz. Önceleri çok az suyu olurdu bu küçük kuyunun. Bir büyük ağaç dalını kuyuya sarkıtıp, buna tutunarak aşağıya indiğimden ve dipte biriken taşları, toprakları temizleyerek suyun gözünü açtığımdan beri dolmaya başladı, İrez anam “senin kuyun” derdi, bu kuyu için. Bu yüzden ona çok iyi bakardım, etrafını temizlerdim, çiçeklerle, taşlarla bezerdim ki içine toprak, çamur gitmesin. Kuyunun etrafında küçük bir bahçemiz vardı, domates, biber için. Bu bahçemizin kenarlarına ve ağaçların diplerine diktiğimiz susamlar hep bu kuyudan sulanırdı, benim incecik bileklerimle taşıyabildiğim sularla. Çoook sonraları öğrendim, bu küçük kuyunun Irez anam tarafından neden bana verildiğini ve bir başka gerçeği: Bu çeşmenin gerçek öyküsünü. Sadece İrez Anam tarafından yaptırıldığını bildiğim, bu çeşmenin. Küçük kardeşim Akif yanarak öldü: Onu da sonradan öğrendim, yanıktan değilmiş ölümü kardeşimin; daha çok susuzluktan; böbreklerinin susuz kalmasından. Ölmeden önce bir gün ve gece boyunca; ‘’su su’ diye inlediği halde su vermediklerinden. Yandığı günün gecesi sabaha kadar su verilmedi, başında bulunan çok bilmiş tutucu takımı tarafından, o herkesten su istiyordu yalvarırcasına ‘’boba su, emmi su, ağa su. Yine de verilmedi; ‘’Yanana su verilmez’’ inancıyla. Ertesi sabah gün ağarırken Beyşehir’e götürmek üzere yola çıktılar, Akif yine susuz. Beyşehir’de hastanede bir şey yapmamışlar, o sürede de susuz. Oradan Konya Devlet Hastanesi'ne. Akyokuş’ta su su inlemelerine dayanamamış babam ve otobüsün temizlik tenekesindeki sudan vermişler, sanırım son suyu olmuş bu. Çok üzülmüş İrez anamız bu olaya, içine dert ki yıllarca. Dağlanmış yüreğini ve Akif’i serinletmek için bu çeşmeyi yaptırmış, hayrat olsun diye. Benim ağaçlarının dibini çiçeklerle bezediğim bahçeyi ve yanındaki bağı bu çeşmenin bakımı için bağışlamış, bir çeşit vakıf.

*

Bir dağ başındaki bu çeşmenin adı İrez’in Çeşmesi. Kurdu-kuşu, börtü-böceği sulamakta yıllardır kardeşim Akif için, Akif adına.

*

Su denince ailecek her zaman hassas olmamızın, duygusallığımızın temelinde de bunlar var. Evde, okulda, yurt içinde-yurt dışında en çok dikkat ettiğimiz konudur eşimle. Örneğin, otellerde her gün temizlik, çarşaf, havlu değişimi istemeyiz. Nil Nehrinin ya da Volga Nehrinin üzerinde bile suyu en az kullanmaya dikkat ederiz. Yetkililerden kaç kez teşekkür aldığımızı da belirtelim bu davranışımızla. En büyük hazlarımızdandır, birilerine su ikram etmek. ‘’Su gibi aziz ol’’Su verenin çok olsun' sözünü söyleyenlere başka bir duygusallıkla bakarız. Bir yere gittiğimizde orada bulunuyorsa çiçek saksılarının suyuna izleriz, göz ucuyla da olsa kontrol ederiz. Her birine bir can gözüyle baktığımız için. Bizi anlayacaklarına inandığımız yerde mutlaka uyarırız, ‘’Çiçekleri susuz yaşamaya mı alıştırıyosunuz’’ deriz. Bizim ta yüreğimizdedir; Şaman Atalarımızın, Kızılderililerin, Zerdüştlerin-Aura-Mazda inancının ‘’Havayı, suyu, toprağı ve güneşi kirletmeyeceksin’’ inancı yanında elbette bol keseden, mirasyedice kullanmayacaksın düşüncesi. Bir can için tek damla suyun bile bir kurtarıcı olduğunu anlayabilme bilinci.

*

İvriz’de öğrenci iken her kıraç yere ağaç dikme imeceleri yapılırdı. Yerine göre kayısı ya da diğer meyvelerden. Bir karış çorak yer bırakmamak için. Herkes kendi diktiği fidenin çok çabuk büyümesini

gözlerdi. Biz, bir iki arkadaş diğer arkadaşlarımızdan gizli olarak gündüz mutfaktan zeytin, peynir tenekelerinden hazırlık yapardık. Gece herkes belli saatte yattığı için sesizce kalkar, nöbetçi öğretmene yakalanmadan tenekelerimizi alıp okulun epeyce uzağındaki foseptik çukurundan doldurarak fidelerimizi sulardık. Bizim fideler herkesten önce büyüsün diye. Bunu test etmiştik, çukurun sağında solunda bulunan ağaçlar diğerlerine göre çok gür oldukları için. Kim bilir belki başkaları da bizim haberimiz olmadan benzer uygulamaları yapmıştır; hepimizin diktiğimiz fidelerimizin kurumadığını da eklemeliyim. Bu gibi çabalarla her öğrencinin çok sayıda krizma kazıp ağaç diktiğini ve bunun bir gelenek halinde 1940’lardan bu yana devam ettiğini belirtmem gerek. Bir tutku ile Torosların yamacında, bu okul kurulurken köylülerin ‘’burada ot bile bitmez’’ dedikleri Hakvermez Yaylası köy çocuklarının emekleri ve alın terleri ile yemyeşil ağaçlıklar, meyveliklerle bir ayddınlanma ocağı haline gelmiştir.

*

Yıllar sonra Arifiye Öğretmen Okuluna atandım, Okuduğum İvriz’in kardeşi eski Köy Enstitüsü geleneğinin, ritüellerinin az-çok devam ettiği yıllardı. Kısa sürede yönetici seçildim. Her yıl coşku ile kutlanan 16 Mart Öğretmen Okullarının kuruluş yıldönümünde eski mezunları okula davetle misafir etme uygulamaları başlattım. Bir anlamda onların anılarını tazeleme, eski okullarının havasını koklama fırsatı yaratma.Bir yandan da onların nasıl sağa sola koşturup eski günlerinin geçtiği yerleri duygu yoğunluğuyla aradıklarını izlerdim. Çoğu ağaçlarını arıyor, bulunca da sarılıp kucaklaşıyor; yıllar, yıllar önce bir fide olarak diktikleri kocaman ağaçlarını öpüp kokluyorlardı. Bir sonraki kuşaktan biri olarak foseptik çukurundan üstümüze başımıza döke saça fidelerimizi daha gür, daha güzel büyüsün diye çabaladığımız günler geliverirdi gözlerimin önüne. Benzer duygu fırtınaları içinde. Hayatı anlamak, anlamlandırmak neden, niçin yaşadığının sorgulamasını doğru yapmaktan geçer.

*

Sıfır altı yaş ve bluğ çağı dönemi izlerinin altı sıfırlı, yedi sıfırlı yaşlarda bile nasıl etkili olduğunun yaşanmış anılarıdır bunlar. Her insanın yaşam çizgisini belirleyen binbir çeşit çentiğin kalıcı izleri.

 

Hasan Pekmezci.2003/01. Nisan. 2024

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.