Dil Eylemleri: Yazmak
Felsefeyi vareden dil eylemleri içerisinde okumadan sonra üçüncü durağımız yazmak olarak belirlenmişti. Yazmak, dil ve düşünme yetileriyle ilgili bir kavramdır. İnsanın doğuştan getirdiği dil yetisinin geliştikçe, önce konuşmaya sonra okumaya en sonunda yazmaya evrildiği görülür. Esasında okuma ve yazma edimlerinin gelişimi paralel ilerler ancak, insanın okurken zaten tamamlanmış olan bir dil eyleminin alıcısı konumunda olduğunu söyleyebiliriz. Bu tabiki okuma sürecinde zihinsel olarak pasif olduğumuzu göstermez. Ancak zihnimiz yazarken, okumadan daha aktif yaratıcı ve üretken hâldedir. Yazma eyleminin doğasını anlamak için, yazmanın tamamlayıcısı olan okuma ile ilişkisini anlamak önemlidir. Okumak-yazma arasındaki döngüsel ilişki tiyatro oyunu icra etmek ile tiyatro oyununun seyircisi olmak arasındaki farka benzer. Okumak, tiyatro seyircisi olmak gibidir; okumak istediğimiz kitabın sayfalarını açtığımız anda aynen zihinsel ve fiziksel olarak oyunu izlemeye hazırlanmış bir tiyatro izleyicisi gibi tüm dikkatimizle kendimizi yazarın dediklerine bırakırız. Buna karşılık yazar seyirci değildir, o, tiyatro oyunlarını çoğunu önceden izlemiş, oyununu prova etmiş artık sahneye çıkmaya hazır tiyatro oyununun icracısı olarak sahnede olan kişidir. Dolayısıyla okumak, ifade edilmiş düşünceyle karşılaşmak demekken, yazmak düşüncemizin açığa çıktığı bir eylemdir.
Bizler düşünme eylemimizi düşünceye çevirmek için yazarız ya da konuşuruz. Yazmanın bir anlamda düşünme egzersizi olduğunu söylenebiliriz. Çünkü yazma hâli düşünme sürecine birçok şey katmaktadır. Öncelikle insan yazarken, aklına gelen her şeyi yazmaz (yöntemsel olarak bu mümkündür ama yazı tamamlandığından bu tür detaylar yazıda bütünlüğe kavuşturulmuş olacaktır) çünkü düşüncelerini kendi çizdiği sınırlar içinde dile getirir. Bundan dolayı yazmak düşüncemize çerçeve çizmek demektir. Bu çerçeve, bize yazma konumuz hakkındaki genel zihin resmini verir. Bu resim sayesinde kavramlar arasında ve diğer düşüncelerimiz arasında bağ kurabiliriz. Dahası yazmak, düşüncelerdeki belirsizlik ve düzensizliğinde giderilmesini sağlar. Düşüncelerimizde anlam belirsizlikleri ve çelişkileri fark ederek yazma sayesinde düşünce kaosumuzu dindirir, düşüncelerimizi yeni bir düzende yeniden yaratırız. Dolayısıyla refleksiyonlu düşünebilmek ve yeni düşüneler üretmemiz için yazmak harika yollardan biridir. Son olarak yazma eylemiyle düşünülen şey içselleştirilir.Çünkü ele alınan konu hem yazar için anlamlı ve değerli bir şey hâline dönüşür hem de okuyucu için anlamlı kılınır. Yazma yazarın eylemiyken, yazı okuyucunun nesnesidir. Bu anlamda oldukça bireysel bir eylem olan yazmak, zamana direnir. Yazar olarak biz yazımızın yazarken oradayızdır, yazma eylemimiz bittiğinde okuyucuya ulaşmış bir yazıda yazarın varlığı okuyucunun yazara atfettiği değerle ortaya çıkarmaktadır.
Yazmak denince aklımıza genellikle edebi yazılar ya da iletişim kanalları geliyor olabilir. Ancak yazmanın bir de felsefi boyutu vardır. Herhangi bir yazıya felsefi olma özelliği kazandıran ölçütler şunlardır; yazının üslubu, yazarın sorumluluğu ve özgürlüğü ile yazının gerçekliği ele alış şekilleri. Öncelikle yazarın üslubu, yazım biçimi ve içeriğiyle alâkalıdır. Felsefe genellikle düz yazı biçimini kullanır ama zaman zaman örneğin önermelerden oluşan ya da başka yazı biçimleri kullanmış yazılarla karşılaşmamız da olasıdır. Bu yazının konusu yani içerikle ilgili bir tercihtir. Üslubun içerikle ilgili bölümüyse yazarın dil kullanımı ve tercih ettiği sözcüklerle yani felsefi terminolojiyle ilgilidir. Üslubu belirleyen yazarın dünya görüşü, etkilendiği düşünceler, tarihsel ve sosyal koşulların yazar üzerindeki etkisidir. Felsefi deneme yazarının, düşüncesini ifade ettiği yazısında söylediklerinden sorumlu olduğu unutulmamalıdır. Sonradan söyleyecekleri önceden söylediklerinin aksi ise bu durum açıklanmalı ve temellendirilmelidir. Ayrıca yazarın konusunu özgürce seçmesi ve düşüncesini özgürce dile getirmesi yine yazıyı felsefi kılan yazar özelliklerinden biridir. Son olarak yazarın gerçekliğe yaklaşımı düşüncelerini kurgulamakla ilgiliyken bazen görünüşten bazen görünüşün arkasındaki gerçeklikten hareket edebilir. Burada edebiyat ve felsefeyi birbirinden ayıran keskince bir sınır bulmamız oldukça zordur. Özellikle 20. yüzyıl da varoluş filozoflarının eserlerinde bu iç içe geçmişlik görülmektedir. Kurgu her iki alanda verilmiş eserlerde de görebileceğimiz bir şeyken, edebi eserlerdeki kurgunun gerçek olanın değiştirilmesi şeklinde ortaya çıktığını, felsefi yazıdaki kurgunun ise gerçekliği değiştirmeden, sistematik ve düşünsel biçimde ortaya konulduğu söylemek, bu iki alanında birbirine yaklaştığı zamanlarda eserleri ayırt etmemizi sağlayacak bir rehber olarak kabul edilebilir. Yazıyı felsefi kılan ölçütlerden yazarın üslup ve gerçekliğe ilişkin tutumu okuyucu tarafından da bilinirken, özgürlük ve sorumlulukla ilgili ölçütler okuyucudan bağımsız yazarın benimsemesi gereken ölçütlerdir. Bunların yanında felsefi yazının olmazsa olmazı, felsefi soruya verilmiş felsefi cevap olarak iş görmesidir. Felsefi denemeden beklenen sorunun analiz edilmesi, kavramsal olarak dile getirilmesi, argümanın oraya konulması, temellendirme yapılması, kanıtlar ileri sürülmesi, gelebilecek olası eleştirilerin göz önünde bulundurularak cevaplar verilmesi ve yeni sorular sorulan sormasıdır. Özellikle temellendirme, kanıt ileri sürem ve argüman oluşturma felsefi yazının da dışında felsefi eylemin doğasında bulunan özelliklerdir.
Felsefi yazma eleştirel, yaratıcı ve özenli düşünmeyle ilgilidir. Yazarken düşüncenin nasıl ifade edileceğine ilişkin seçimler yapmamız, düşüncemize yeni düşünceler eklememiz ve metaforikdüşünmemiz yaratıcı düşünmeyle; yazı konusu hakkında yargıda bulunmamız, ele aldığımız problemi tartışmamız, argümanlarımızı sıralayıp, temellendirme yapmamız eleştirel düşünmeyle; en sonunda yazı konusuna atfettiğimiz değerden yola çıkarak değerlendirmek yapmamız ise özenli düşünmeyle ilgilidir.
Yazmanın düşünmeyle böylesi ilişkili olması ve düşünme sürecine katkıda bulunması, onu felsefenin en değerli araçlarından biri haline getirir. Ayrıca felsefe tarihinde düşüncelerin birikimi ve geleneklerin devamlılığı için yazma eylemi sonunda ortaya konulmuş yazıların varlığı gereklidir. İnsanlık tarihine baktığımızda yazının icadından önce herhangi bir felsefeden bahsedemeyişimizin nedeni budur. Sokrates gibi insan felsefesinin başlangıcına koyduğumuz bir filozofun hiç yazmadan günümüze bu kadar etki etmesinin en büyük nedeni, öğrencisi Platon’un onun hakkında yazmış olmasıdır. Bu ve benzeri nedenlerden ötürü yazma felsefi eylemler içerisinde en değerli olanıdır. Bu noktada diyalog kurmak ve yazmak öğrencinin felsefi deneyimi yaşayabileceği kanallar olduğundan felsefe eğitiminde yer bulmalıdır. Felsefi yazı bilme ve anlama isteğinden doğar. Öyleyse derslerde öğrencinin merakını uyandıracak ilgilisi seçecek konular belirlenmeli ve yazı konusu yapılmalıdır. Felsefi denemede konuyu bütünlük içinde ortaya koymalı ve ilişkileri açıkça göstermemiz gerekir. Bunun için felsefi denemeler genellikle probleme tanıtıldığı bölüm olan giriş, problemin çözümlendiği, argümanın ortaya konduğu ve temellendirmenin yapıldığı bölüm olan gelişme, problemin yorumlanıp değerlendirildiği ayrıca yeni tartışma sorularının ortaya konduğu bölüm olan tartışma ve sonuç bölümünde oluşmaktadır.
Felsefe eğitiminde öğrenciler felsefi denemeye yazmaya teşvik edilmesi, onun filozofunzihinsel deneyimini yaşamasını sağlayacaktır. Örneğin öğrenci Camus’un SisifosSöylenikitabını okurken yaşamın anlamı hakkında zihninde birtakım düşünceler uyanabilir ama bu konuda hakkında gerçekten düşünmesi için onu bu konuda yazmaya teşvik etmek gerekir. İlk denemede öğrencinin tam anlamıyla mükemmel bir felsefi deneme yazmasını bekleyemeyiz çünkü yazmak aynen okumak gibi öğrenilecek bir eylemdir. Alfabeyi öğrenmiş herkesin okuma-yazmayı kendiliğinden öğrendiğini varsaymak iki eli olan herkesin piyano çalmayı bildiği varsayımı kadar yanlıştır. Aynen yöntemli okumayı öğrenmenin birden çok yolu olduğu ve her yolun aşamalarıyla öğrenip benimsenebileceği gibi doğru felsefi deneme yazmanın da yolları vardır. Tercih edeceğimiz yollar kişisel farklılıklarımıza göre değişebilir. Öğretmenler derslerde bazı yollar önerebilir ve bunları uygulamasını yapabilir. Örneğin bir konu hakkında doğrudan felsefi deneme yazmaya girişmeden önce herhangi bir eser hakkında değerlendirme yazısı yazarak işe başlanabilir. Böylece yazma, okuma ile desteklenir. İkinci aşamada okuma nesnesi yerini herhangi bir düşünmeye bırakabilir. Bu aşamada okuma kitabı yerini, herhangi bir konu hakkında belirlenen argümana bırakabilir ve öğrenciye verilen bir argüman üzerine yazması istenebilir. Görüldüğü gibi yazmayı öğrenmek yürümeyi öğrenmek gibidir. Her aşamada destek aldığımız nesneler biraz daha küçülür. En sonunda ayakta durup durmayacağımızı anlamak için destek olmadan yürümemiz beklenir ve öğrenciden doğrudan herhangi bir konu hakkında yazması istenir.Gerek felsefe eğitiminde gerek günlük yaşamlarımızda yazar olabilmek meşakkatli bir iştir. Yazmayı öğrenmek sabır isteyen, alışkanlık kazanmayı gerektiren uzun bir iştir. Ama her yazı yeni bir deneyimdir ve her yeni deneyimle “kendimi ve zihnimdekileri nasıl ifade etmeliyim?” sorusu ile yüzleşen bizler, düşüncelerimizi ortaya koyarken hem kendimizi ve düşüncelerimizi daha yakından tanırız hem de onlarla her seferinde yeniden yüzleşiriz. Kendimizle ve düşüncelerimizle yeniden yüzleşmemizi ve düşüncelerimizi dünyaya açmanın bir diğer yolu olan konuşmak (diyalog) diğer yazımızın konusu olacaktır.
Prof. Dr. Mehmet Ali DOMBAYCI
Yeni yorum ekle