Düşünme Eğitimi
Fahri Atasoy
Eğitim ile ilgili ezberlemek zorunda kaldığımız pek çok tanım oldu. Tanım yapmak mantığın kullanılmasının bir sonucudur. Mantık ise insan zihninin çalışma sistemidir. Bu zihin kullanma işi aslında bir tür düşünmedir. Düşünme ile ulaşılan bir sonuç unutulmaz ama ezberlenen bilgi unutulur. Bu durumda öğrenciye hazır tanım öğretmek yerine, onu tanıma ulaştıracak yolu göstermek gerekmez mi? Yani düşünme becerisini güçlendirmek daha önemli değil mi?
Eğitim sertifikamı, felsefe öğrenciliğim zamanında Hacettepe Eğitim Fakültesi’nden almıştım. Düşünme eğitimi konusunda yazmaya başlayınca nedense ilk aklıma bu dönemde bize öğretilmeye çalışılan şablon “eğitim tanımı” geldi. Tanımın içinde ne yazdığını şimdi hatırlamıyorum. Ama ben yıllar içinde eğitimin ne olduğunu yaşayarak öğrendim. Tanımdan öğrenmedim. Konuyla ilgili pek çok metin okudum, tecrübe kazandım, eleştiriler geliştirdim. Eğitimin bir parçası oldum.
İnternette eğitim tanımı yazınca hemen karşınıza meşhur tanım çıkıyor: “Eğitim, bireyin davranışlarında kendi yaşantıları yoluyla ve kasıtlı olarak istendik değişme meydana getirme sürecidir” (Ertürk, 1984: 12).” Bu tanım Prof. Dr. Selahattin Ertürk'e ait. Bu tanımı hoca hangi teoriye göre yapmıştır bilemem. Burada düşünme gücünü göremezsiniz. Şartlı reflekse dayalı hayvan terbiyesi çağrışımı yapıyor. Pavlov’u hatırlatıyor. Elinde kamçısıyla aslan terbiye eden bakıcılar canlanıyor gözümün önünde.
İnsan çok karmaşık bir varlık. Bazı davranışları şartlı refleks halinde şekillenebilir. Bu düzey hayvanlarla benzeşen bir seviyeyi gösterir. Ama insan davranışlarında zihin devreye girdiğinde bambaşka bir dünya karşımıza çıkar. İnsan düşünür, hayal eder, kurgular… Hatta problem çözer. Bunları zihin denilen bir güçle yapar. Zihnini kullanarak bilgiye ulaşır ve kullanır. Bu vasfı insanı ayrıcalıklı kılar. Hayvanlardan farkı burada ortaya çıkar. Ezber de zihinsel bir eylemdir ama düşünmenin en aza indirilmiş halidir.
Ezber bilgilerin kalıcı olmadığını ve faydalı olmadığını zamanla daha iyi anladık. Unutamadığım bir anımı paylaşmak isterim. Üniversiteyi zor şartlarda okuduğum için çok çalışarak derslerimi hemen geçmem gerekiyordu. Bir sosyoloji tarihi dersine şimdi rahmetli olan bir kadın hocamız giriyordu. Ben sosyolojiye ilgi duyan bir felsefe öğrencisi olarak dersleri anlayamadığımı fark ettim. Hoca masaya oturur, çantasından kartlara yazılmış notlarını çıkartır ve okumaya başlardı. Biz de harıl harıl not almaya çalışırdık. Buna dikte ettirmek diyorlar. Bir eğitimci hocamız bu tarz eğitimi sünger modeli olarak adlandırmıştı. Öğrenci sünger gibi bilgi emer ve sonra bu bilgiler akar gider. Ona bir faydası olmaz. Benim için de öyle oldu. Bilgiler akıp gitti. Sınava girdik ve ilk olarak bir dersten bütünlemeye kaldım. Korktum tabii… Bütünlemede oturdum ezberledim, notlar hazırladım, gerekirse kopya çekmeyi göze aldım. Neyse ki hafızam beni mahcup etmedi ve satır satır hocanın yazdırdığı cümlelerle cevap verdim ve yüz alarak geçtim. Bu durumda o dersi ben çok iyi mi öğrendim? Hayır. Konular üzerine düşündüm mü? Hayır.
Ezber, düşünmenin en büyük düşmanı. Sonuçları hafızanıza kazımak ve bunlara göre davranmak zorundasınız. Zihniniz küçük bir çıkıntılık yapsa ve bir soru sorsa sihir veya ezber bozulur. Şimdi geriye baktığımda bize sosyoloji tarihi anlatan hocaya ne kadar çok sorum olurdu. Sosyoloji problemleri üzerine düşünerek öğrenmek isterdim. Sosyolog neyi kendisine problem olarak seçmiş, seçmesinin sebepleri neler, nelerden etkilenmiş, nasıl bir düşünme serüveni yaşamış, hangi yönleri zayıf, hangi yönlerden haklı gibi pek çok soru geliyor aklıma. Ben de o sosyolog gibi düşünmeyi denemek isterdim. Onun için felsefeye giriş derslerinde öğrencilerime ilk önerdiğim konu düşünme olur. Düşünmeyi deneyin derim. Neyi, nasıl düşüneceklerini bilmedikleri için önce şaşırırlar. Sonra örnekler ile belli konularda düşünme denemeleri yaptırırım. Örneğin, kendinizi doğa filozofları yerine koyun ve doğa üzerine düşünün diye başlarım. Yaptığım doğru mudur bilmiyorum ama düşünme eğitimi için yol arıyorum. Bu yazının amacı da bu aslında.
“Düşünme eğitimi nasıl yapılabilir” sorusunun cevabını aslında torunlarım büyürken gördüm dersem yanlış olmaz. 3-5 yaş arasındaki çocukların çevreleriyle kurmaya başladıkları ilişki bize çok önemli ipuçları veriyor. Çocuklar saf bir sorgulama ve muhakeme gücü kullanıyorlar. Felsefenin temel sorusunu, yani “bu nedir” sorusunu korkusuzca soruyorlar. Sonra biz o çocukları korkutuyoruz ve soru sorduklarına pişman ediyoruz. Okullarda ders anlatan hocaların en çok kullandıkları “anladınız değil mi?” veya “konuyu anlamayan var mı? soruları buna en güzel örnektir. Sıkıysa “ben almadım” deyin bakalım, nasıl muamele göreceksiniz. “Sen geri zekalı mısın çocuğum” hitabı en büyük zulüm değil mi? Çocuğun yüreğine korku böylece yerleşir. Soru sormaktan korkar ve verileni anlayabildiği kadarıyla ezberlemeye çalışır. Final sınavlarında gece gündüz çalışmalarının sebebi budur.
Düşünme, sistematik bir şekilde yapılırsa insana faydalı bilgiler kazandırır. İnsan düşünerek bizzat kendisi öğrendiği bilgileri içselleştirir ve kendisine ait olarak kullanır. Ezber bilgiler emanettir ve kullanıma uygun değildir. Kullandığını zannedenler dikkat etsinler sadece ezbere dayalı şablonlarda tekrar ederler. Şablonun dışına çıktıklarında sudan çıkmış balığa dönerler ve ne yapacaklarını bilemezler. Düşünme yeteneğini kullananlar ise öğrendikleri bilgileri en uygun yerde kullanmayı başarırlar. Problem çözerken, yorumlama yaparken, eksikleri tamamlarken kullanılan bilgiler düşünmeye dayalıdır. Hatta bilgi yetersizliklerini bile düşünme ile fark ederler ve yeni bilgiler edinmek için mücadeleye devam ederler. Düşünmeyi temel bir yetenek olarak kullanmaya başlayan kişilerin öğrenme süreci hiç bitmez. Ömür boyu öğrenme dediğimiz ilke buraya dayanır.
Düşünmenin temel dinamiği soru sormaktır. Soruya cevap aramak için düşünmeye başlarsınız. Felsefenin temeli de buraya dayanır. Sanırım ikinci dinamik “ben” olduğunun farkına varmaktır. Ben düşünebilirim, anlayabilirim, öğrenebilirim, çözebilirim, keşfedebilirim, tasarımlayabilirim duygularını ancak “düşünen ben” yapabilir. Bu durum muazzam bir özgüven yaratır. Batı modernleşmesinin arkasındaki sır burada saklıdır. Descartes bunu formüle ederek bir ontoloji kurmuştur. Onun ontolojisinin temelinde “düşünen ben” vardır. Halbuki İslam dini insanları zaten tür olarak değil birey olarak muhatap aldığını gösterir. Bir Müslüman zaten “düşünen ben” olmak zorundadır. İman edecek olan bu ben’in idrakinde olan bireydir. Bu idraki kaybettiğinizde düşünmeyi de kaybediyorsunuz. Maalesef çağımızın Müslümanları sanki düşünme haklarını başkalarına devretmiş gibiler.
Düşünme, insana insan olma karakteri verir. İnsan karar veren bir varlıktır. İrade sahibi olmak bu karar verici olmasındandır. Eğer siz kendiniz karar veremiyorsanız bilin ki özgür değilsiniz. Düşünmenin en önemli dinamiklerinden birisi de bu bağlamda özgür olmaktır. Düşünme ile özgür olma bir madalyonun iki yüzü gibidir. Biri olmadan diğeri zor olur. Düşünme engellenemez ama saptırılabilir. İnsan her zaman önündeki engeller aşmayı ister. Düşünmenin önüne çıkan engeller için de aynı şeyi dener. Eğer doğru bir mantık çerçevesi olmazsa emekleri boşa gider. Düşünmenin özgürlüğüne mantık yol gösterici olduğunda verimli olur. Onun için düşünmenin mutlaka sistematiklik içinde yürütülmesi tavsiye edilir. Düşünmenin işlerlik kazanması için mutlaka mantık eğitimi vermek gerekir.
Mantık, insandaki sistemli düşünme yeteneğinin tespit edilmesinden doğan bir bilim alanıdır. Tıpkı matematik gibi soyut bir bilimdir. Felsefe ile iç içe kabul edilir ve kullanılır. Olgusal bilimlerde de problem çözerken ve teori oluştururken mutlaka kullanılan bir alettir. Örneğin sosyoloji kuramları tamamen mantık örgüsü ile oluşur. Kavramlar önermelere, önermeler sonuçlara dönüşürken birbiriyle mantıksal olarak bağlıdır. Bunun anlamı mantıksal bütün içindeki önermeler birbirini destekleyerek tamamlayıcı niteliktedir ve aralarında çelişkiye yer yoktur. Kendi içinde tutarlıdır. Teoriyi kurarken de anlamaya çalışırken de düşünme gereklidir. Bunu ancak soru sorarak yapabilirsiniz. Ezberleyerek değil. Sorular sizi itiraz etmeye, eleştirmeye ve hatta reddetmeye bile götürebilir. Asıl olan budur.
Düşünme eğitimi şöyle yapılır diyemem ama düşünme melekesinin mutlaka teşvik edilmesi gerektiğini söyleyebilirim. Felsefe eğitimi bunu destekler. Burada bir uyarı yapmak zorundayım. Felsefe eğitimi eğer filozofun sorgulama ve düşünme yöntemini öğretiyorsa faydalıdır. Aksi takdirde bir yığın felsefe tarihi bilgisi ezberlemek anlamsızdır. Bir çocuğun saflığında “X nedir” sorusu üzerinden bir konuyu/varlığı/durumu düşünme objesi haline getirdiğinizde düşünme başlar. Doğa nedir, Tanrı nedir, Toplum nedir, İnsan nedir, Erdem nedir gibi sorular zihnimizi açıcı öncü sorulardır. Düşünme yoluyla öğrenme en etkili ve kalıcı öğrenmedir.
Yorum
Hocam önemli bir başlık. En…
Hocam önemli bir başlık. En çok ihtiyaç duydugumuz alanlardan birisi hatta başında geliyor.
Eğitim sistemine buradan başlamalıyız.
Saygılar
Teşekkür ederim
In reply to Hocam önemli bir başlık. En… by Selma Kaya (doğrulanmamış)
Teşekkür ederim
Hocam derinlikli bir yazı. …
Hocam derinlikli bir yazı. İlginç olan düşünme eğitimi öneriniz. Yonte. Olarak tartışılması gereken bir başlık. Sağlıkla
Teşekkür ederim
In reply to Hocam derinlikli bir yazı. … by Konuk (doğrulanmamış)
Teşekkür ederim
Emeğinize sağlık hocam
Yine geç kalarak yazınızı okudum hocam ama biliyorsunuz finaller peşi sıra bayram ve ancak kendime vakit ayırabildim. Benim için kendime vakit ayırmak okumak anlamına geliyor özellikle ilgiyle takip ettiğim yazılarınızı okumaktan büyük keyif alıyorum. Bu yazınız beni yıllar öncesine götürdü. Lise 1. sınıftaydım ve bir matematik hocamız vardı, dersi anlatırken örnekleri tahtaya yazar diğer elinde silgi bir taraftan silerdi sonrada anlamayan var mı derdi. eğer anlamadım dersek, anlayanın biri anlamayanlara anlatsın der geçerdi. Bu nedenle matematik hayatım boyunca ben de hiç netleşmedi ve hiç sevemedim çünkü anlamamıştım. İnsan anlamadığı üzerinde düşünemediği şeyi sevemiyor ve sevmediğinden de korkuyor maalesef ki, o insana yabancı kalıyor.
''Maalesef çağımızın Müslümanları sanki düşünme haklarını başkalarına devretmiş gibiler. '' Evet aynen öyle çünkü düşünüp anlamak yerine hazır olan düşünceye konmak, sorgusuzca kabullenmek daha kolay geliyor. Bu durum gerek dini cemaatlerin gerek siyasilerin ekmeğine yağ sürüyor. Sorgulayan zihinler gerçeğe ulaşanlardır ama doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovarlar.
Düşünen varlık olarak BEN olmayı sizden öğrendik ya da farkına varmamızı sağladınız. Sokrates yöntemi diye bildiğimiz tekniği bizlere uygulamanız ufkumuzu açtı sayenizde daha akıllıca mantık yürütebiliyorum, bunun için her seferinde teşekkürü bir borç bilirim. Daha da iyi anlamak adına sizi takip etmeye devam edeceğimden emin olabilirsiniz.
Bayramınızı kutlar sonsuz saygılarımı sunarım.
Teşekkür ederim Selma hanım…
In reply to Emeğinize sağlık hocam by Selma Pekşen (doğrulanmamış)
Teşekkür ederim Selma hanım ben de geç baktım yeni gördüm mesajınızı. Selamlar, sevgiler
Elinize sağlık hocam çok…
Elinize sağlık hocam çok faydalı bir yazı olmuş
Yeni yorum ekle