Felsefe ve Eğitim Üzerine

Felsefe

Felsefe ve Eğitim Üzerine

Doç.Dr. Fahri Atasoy

 

Felsefe, doğrudan insan ile ilgili zihinsel bir faaliyet alanıdır. Düşünmesi, sorgulaması, eleştirmesi, araması, anlama ve bilme çabası insanı biraz daha geliştirmek amacını taşır. Bir anlamda insanın sadece beden ile sınırlı bir hayat sürmek yerine, zihinsel gücüyle yaratacağı bilgi ve kültür ile hayatını zenginleştirmek isteğini gösterir. Felsefe ile sistematik hale gelen düşünme eylemi, insanın en önemli ve güçlü yönünü oluşturur. Düşünen insan, tarihi süreçte insanoğlunun bütün başarılarının temelinde yer alır. Problem çözme, tasarım yapma, bilim ve sanat ile uğraşma, teknoloji yaratma gibi bir dizi insani başarı sistematik düşünmenin sonucudur. Dolayısıyla insan yetiştirirken düşünme eğitimini merkeze almak elzem ve zorunluluktur.

Eğitim insan yetiştirme sürecini ifade eder. Toplum halinde yaşayan insanlar, önce mensup oldukları toplumun kültürel birikimlerini kazanırlar. Adeta kültürün içinde yoğrulur ve kişilik kazanırlar. Böylece bir sosyal kimlik oluşur. Kendiliğinden meydana gelen bu süreç için kültürlenme ve sosyalleşme kavramlarını kullanırız. Buna ilave olarak toplumun yeni bireyleri için seçilen bilgi ve beceri demetleri oluşturulur ve sistemli bir şekilde öğretilir. Bu süreci okul kurarak ve müfredat programı hazırlayarak sürdürdüğümüzde karşımıza örgün eğitim kavramı çıkar. Bu eğitim sürecinde devleti yöneten iktidarların geliştirdiği eğitim politikaları etkili olur. Ülkeyi yönetmeye aday bir siyasi partinin bu bağlamda iyi çalışmış ve güçlü eğitim politikaları geliştirmiş olması beklenir. Eğitim üzerine hiçbir hazırlığı ve düşüncesi olmayan bir kadronun yönetime gelmesi o ülkeye çok şeyler kaybettirir.

Eğitim politikası geliştirebilmek için bu konuda bilgi birikimi sağlamış ve çözüm yolları üzerine düşünmüş olmak gerekir. Bizim siyasi uygulamalarımızdaki gibi akşam haberlerde bakan olduğunu duyan bir zatın sabah Milli Eğitim’de devrim yapmaya kalkması ne durumda olduğumuzun en çarpıcı işaretidir. Bu satırların yazarı olarak eğitim ve felsefe ilişkisini bizzat okuyarak ve yazarak içselleştirmiş birisi olduğumu düşünerek görüşlerimi paylaşmak isterim. Öğretmen Okulları kapandıktan bir sene sonra Öğretmen Lisesi kazanarak Hasanoğlan Atatürk Öğretmen Lisesi’ni bitirdim. Bu vesileyle Türkiye’nin öğretmen yetiştirme hikayesine vakıf oldum. Üniversiteyi bitirdiğimde beş yıl MEB okullarında sınıfta bizzat felsefe grubu dersleri verdim. Araştırma görevlisi, öğretim görevlisi, öğretim üyesi statülerinde uzun süre muhtelif dersler verdim. Akademik çalışmalarımda öncelediğim konuların başında ülkenin nasıl gelişeceği sorunu var ve sürekli zihnimi meşgul etmekte. Burada (Zorba Tv + dergi) ülkenin gelişmesi için gerekli gördüğüm, önem verdiğim, olmasını düşündüğüm konuları ele almaya çalışıyorum. Eğitim ve felsefe ilişkisi de bu bağlamda çok önemli gördüğüm bir konu.

Eğitimin sistemli hale gelmesinin örneklerini insanlığın düşünce, siyaset ve dinler tarihinde bulmak mümkün. Düşünce tarihinde sanırım ilk eğitim sistemi Sofistlere atfedilebilir. Sofistler İlk Çağ felsefesinde Sokrates’in hışmına uğramış ve şiddetle eleştirilmiş o dönemin bilgeleridir. Kendilerinin bilge olduklarına inanırlar ve ona göre ders verirler. Sokrates de onların doğru bilgilere sahip olmadıklarını, hatta doğruluk diye bir kaygı taşımadıklarını fark eder ve eleştirileriyle ortaya koyar. Mevcut düzen eğitimiyle, hakikat derdindeki felsefenin ilk kırılma anı burasıdır. Yerleşik düzen savunucuları, sorgulama ve eleştiriyi temel yöntem olarak kullanan felsefeden pek hoşlanmazlar. Sofistler de felsefeden pek hoşlanmadıklarını zaten agnostisizme (bilinemezcilik) dayanarak göstermişlerdir. Fakat eğitim alanında iddialıdırlar. Neyi, ne kadar, kime, nasıl anlatacaklarını iyi bilirler. Öğrencileri aristokratların çocukları gençlerdir. Gençler aristokratların imtiyazında olan yönetime katılabilmek için bu bilgelerden retorik (hitabet), mantık (ikna etme), siyaset (yönetme) gibi dersler alırlar.

Eğitimin sistemli hale gelmesinde siyasi yapılanma bünyesinde kurulan ordular önemli rol oynar. Savaşa hazırlık belli bir eğitim süreci gerektirir. Talim ve terbiye bir devletin silahlı güçleri için elzemdir. Toplumların devlet haline gelmesiyle birlikte düzenli eğitimler başlamıştır. İlk dönemlerde bireylerin yetiştirilmesi için kurumsal ve sistemli bir eğitim söz konusu değildir. Semavi dinlerin toplumsal hayatta kökleşmeye ve kurumsallaşmaya başladıklarında asıl okul eğitimleri başlar. Bizde medreseler, Batıda üniversiteler dini eğitim için kurulmuş eğitim kurumlarıdır. Üniversiteler Avrupa’daki sekülerleşme ve modernleşmeyle birlikte dönüşüm yaşayarak günümüze farklı boyutta gelmişlerdir. Hem medreselerde hem de üniversitelerde verilen eğitimde egemen olan zihniyet bir felsefe anlayışına dayalıdır. Orta Çağ dönemindeki zihniyet yapılanmasını Aguste Comte metafizik hal olarak adlandırsa da bu dönemde egemen olan Katolik Kilisesi’nin öğretileridir. Protestanlık bu zihniyeti tamamen değiştirerek yeni bir zihniyet oluşturmuştur ve okullarında bu zihniyet öne çıkmıştır. İslam ise Hıristiyanlık ve Yahudilik dininin öğretilerini tamamen reddederek yeni bir dünya ve ahiret anlayışı getirmiştir. İslam dünyasında kurulan dini kurumlarda ve okullarda yeni dinin öğretisi etkili olmuştur. Semavi dinlerin etkisi modern çağa kadar başat şekilde sürmüş ve Yeni Çağ ile mesafe konulmaya ve yeni bir anlayışın gelişmesine şahit olunmuştur. Avrupa’da bilim ve teknoloji devrimi, sanayileşme, siyasal dönüşüm, kapitalizm gibi süreçler yeni eğitim kurumlarının şekillenmesini sağlamıştır.

Gelenekselleşmiş skolastik felsefe yerine modern felsefenin doğuşu ve yayılışı ile Avrupa’da pek çok şey değişmeye başlamıştır. Modern bilim ortaya çıkmış, yeni buluşlar, yeni icatlar, yeni süreçler ardından gelmiştir. Adeta yeni bir dünya şekillenmeye başlamış ve dünyevi okullar çoğalmıştır. Burada yeni felsefe yaklaşımlarının, yeni bilimsel buluşların, yeni teknolojik araçların rolü büyüktür. Bu süreçte uzmanlaşma ve iş bölümü gittikçe artmış ve toplumsal yapı gittikçe karmaşık bir hal almıştır. Cemaat tarzındaki köy topluluklarında her şey basit yollarla halledilirken, yeni durumda bu karmaşık hal içinden ancak profesyoneller çıkabilecektir. Modern toplumda artık şamanlar ve şifacılar yerine tıp fakültelerinde yetişen hekimler yer almaktadır. Mühendislik artık ustalardan öğrenilen bir iş kolu olmaktan çıkmış ve eğitim kurumlarında yetiştirilen profesyonel bir meslek haline gelmiştir. Bu gelişmeler modern eğitim kurumlarının oluşmasında ve insan yetiştirmenin temel ilkelerini belirleyecek felsefi yaklaşımların seçilmesinde etkili olmuştur. Dünya artık modernleşme adı verilen sürecin içinde dönüşüm yaşamakta ve eğitim buna paralel olarak dinamik bir yapı kazanmaktadır.

Türkiye’de geleneksel eğitim dini alanda faaliyet sürdüren medreselere dayalıdır. Yenileşme çabalarıyla birlikte ilk mektepler açılmaya ve çocuklara temel eğitim verilmeye başlanır. Modern okulların açılışı da bu döneme rastlar. İlk tıp okulu, mühendislik okulu, muallimlik okulu, baytar okulu 19. Yüzyılda açılır. Türkiye’nin ilk üniversitesi Darülfünun adıyla İstanbul’da 1900 yılında açılır. 1933 yılında İstanbul Üniversitesi adını alır. Bu üniversitede Avrupa’da gelişmiş olan bilim alanları ve mesleklere yönelik modern eğitim yapılmaya başlanır. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra daha önce başlayan çağdaşlaşma faaliyetleri hız kazanır ve yenileri eklenir. Avrupa ile aramızdaki sosyal-kültürel mesafe kapatılmaya çalışılır. Mustafa Kemal Atatürk bu mesafeyi hızla aşmak için “muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkmak” hedefini bütün millete bir görev olarak verir. 100 yıllık süreçte bazı başarılı işler olsa da eğitim sistemi bir türlü istenen seviyeyi yakalayamaz. Sürekli devrim mantığı veya acemi nalbant hesabı deneme tahtasına çevrilen bir eğitim süreci ortaya çıkar. Eğitim sistemi bir türlü sistem haline gelemez ve herkesin şikayet ettiği ve sürekli kanayan bir yara halinde hayatımızın içinde varlığını sürdürmektedir. Cumhuriyetin ilk yıllarında başlayan yaratıcı hümanist kültür politikası içselleştirilemeden rafa kaldırılmış ve sonrasında rotasını kaybeden bir sürece dönüşmüştür. Türkiye’de eğitim sürecinin ne felsefesi vardır ne de felsefeden faydalanma kaygısı vardır. Felsefesiz bir eğitim nasıl yapılacaktır bilinmez ama eğitimin başına gelen her bakan bir devrim denemesi yapmaktadır.

Dünya hiçbir zaman eskisi gibi kalmamaktadır. Sanayi Devrimi sonrası ortaya çıkan yeni durum dünyada yeni bir sistem oluşturmuş ve bu sisteme göre yapılanmalar gerçekleşmiştir. Kapitalizm olarak adlandırılan bu yeni ekonomik ve siyasi sistem başta Avrupa olmak üzere bütün dünyaya egemen olmaya başlamıştır. Fakat buna muhalefet eden ve alternatif üreten bir sistem olarak sosyalizm 20. Yüzyılda etkili olmuştur. Bu durum ikili bir dünya sistemine yol açmış, pek çok sosyal ve siyasi olaya sebep olmuştur. 20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren dünya yeni bir çağa girdiği konusu gündeme gelmiş ve bu yeni dönem için farklı isimler teklif edilmiştir. Bilgi çağı, uzay çağı, teknoloji çağı, post-modern çağ, sanayi sonrası çağ gibi adlandırmalar dünyanın artık yeni bir döneme girdiğinin göstergesidir. Küreselleşme ve dijitalleşme kavramları bu yeni çağı adlandırmakta en sık kullanılan isimlerdir. Hiçbir şey artık eskisi gibi değildir. Dolayısıyla bu durum eğitimdeki politikaları ve yapılanmaları etkilemektedir. Fakat Türkiye’de değişimi yönetmek konusu maalesef başarılı bir sınav vermediği için yapılması gerekenler sadece yüzeysel kalmaktadır. Yeni çağın yeni bireyleri şu sıralarda kendi doğal seyrinde kendilerine yol aramaktadır. Sistemsiz eğitimimiz bu konuda da maalesef öncü olmaktan çok uzak durmaktadır. Fatih projesi gibi sadece israfa yol açan palyatif çözümler eğitimin yeni dönem felsefesinden maalesef çok uzak kalmaktadır.

Yeni dönem aslında Rönesans ile başlayan Yeni Çağ’ın ürünü modernizmin devamı niteliğindedir. Modernizm ise insanı merkeze alan ve bilginin öznesini bireyde temellendiren bir anlayışa dayanır. Akıllı insan hem bilme edimine hem de yapma edimine sahiptir ve sanayi çağına böyle damgasını vurmuştur. Doğanın sırlarını bilim ile çözerek geliştirdiği araçlarla egemen olmaya başlamıştır. Bu başlangıç aynı zamanda dünya egemenliği yolunu açmış ve öncü toplumlar kendilerine koloniler edinmişlerdir. Anlaşılacağı üzere akıl ve bilim aynı zamanda emperyalizmi de üretmiştir. Buradaki aslı sır bireyin akıl kudretinin harlanmasıdır. Filozoflar, bilim adamları, mucitler, sanatçılar, girişimciler, devrimciler, öncü liderler ve hatta isyancılar birey gücünün göstergesi gibidir. Toplumları ileriye taşıyan bu çözümcü, yaratıcı, tasarımcı öncülerdir. Dolayısıyla eğitim bireyin içindeki koru, potansiyeli, gücü ortaya çıkartacak ve yön verecek bir anlayışa dayanmadığı müddetçe bir toplumda gelişme olmaz. Bizim toplumumuzda yeteri derecede gelişme olmamasının sırrı burada saklı. Bastırılan, ezberletilen, engellenen, görmezden gelinen, grup kolektifliği muamelesi gören bireylerin başarılı olma şansı çok azalmaktadır. Sınıflarda soru sorması, farklı görüş bildirmesi, itiraz etmesi engellenen bireylerin (öğrencilerin) yaratıcılığını nasıl beklersiniz? Neyi nasıl yapacağını otorite olan öğretmenin belirlediği ve onun gibi yapmayanların cezalandırıldığı sistemde öğrenci nasıl düşünsün? Yeni gelişmelerden haberdar olmayan bir öğretmenin, çocukluğundan beri bilgisayar ve internet içinde hemhal olmuş bir gence ufuk açması mümkün olabilir mi? Soruları artırabilirsiniz.

Sonuç olarak bireyi güçlendirecek tek güç düşünmesini sağlamaktır. Düşünmenin önündeki engeller kaldırılırsa, sorunlarla karşılaşan bireyler çözüm yollarını aramayı öğrenirler. Felsefenin içinden elde edilecek düşünme eğitimi yeni çağın bireyleri için hayati öneme haizdir. İlk öğretim çağından itibaren bütün dersler, çocuğun düşünmesini ve yaratıcılığını destekleyecek şekilde verilmelidir. Bunu uygulayabilecek öğretmenler ise mutlaka kendi alanlarının yanında düşünme yönteminin ayrıntılarını öğrenmelidir. Öğretmen adaylarına ezbere dayalı bir felsefe tarihi dersi değil ama felsefenin düşünmeye dayalı özellikleri mutlaka öğretilmelidir. Felsefe adıyla değilse de muhtevasıyla eğitim sistemi içinde olmalıdır. Aksi taktirde yeni gelişmeler karşısında diğer güçlü devletler karşısında yenilmeye devam ederiz. 

 

Yorum

Selma Pekşen (doğrulanmamış) Sa, 27 Şubat 2024 - 00:28

Yoğun tempo içinde yazılarınızdan bir süre mahrum kalmışlığımı telafi etmek adına kaçırdığım tüm makalelerinizi okumayı kendime vazife bildim. Yine ülkenin kanayan bir yarasına parmak basmışsınız ve her zaman ki gibi tespitlerinizi felsefe ile harmanlamışsınız, okurken keyifli ama düşününce hazin bir yazı olmuş. Türkiye'de eğitim sisteminin en büyük eksikliği öğrencilerin bireysel yetenek ve kapasitelerinin göz ardı edilmesi ya da bunları keşfetmelerine fırsat verilmemesidir. Tabiri caizse birer yarış atına döndürülen çocuklarımız sadece sayısal ve sözel alanda başarı sağlamasını umarak ve elde edeceği başarısını bir kaç saatlik bir sınavla belirleyerek geleceklerini şekillendiriyoruz. Bu birey sanata, müziğe, spora ya da zanaata eğilimli mi bakmıyoruz bile. Çünkü istihdam konusunda ciddi sorunları olan ve gelir getirecek meslek sahibi olma konusunda yeterince saha açılmayan belki de açılmak istenmeyen bir Türkiye var. Bu genç bireylerimizin gelecek kaygısı ve sınav stresi yaşaması doğru adımlar atmalarını maalesef kısıtlıyor. Eğitim sisteminin müfredatını oluştururken kişisel yetenekleri üzerine gidilip o alanda gelişmesine öncülük etmeleri gerekir. Ama aileler bile artık iyi gelir getirecek bir mesleğe sahip olmasını istiyor çocuklarının ve onların mutlu olmasını değil sadece iyi para kazanmasını hedefliyorlar. Bunun en büyük nedeni ekonomi maalesef ve Marx' alt yapıya ekonomiyi yerleştirmesi haklılığının göstergesi oluyor. Sonuç olarak birçok diplomalı işsiz ve mutsuz bireyler oluşuyor.
Saygılarımla...

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
Dergi Sayısı