Kültürün Endüstrileşmesi, Endüstrinin Kültürleşmesi ikilemi!      

Felsefe

Kültür Endüstrisinin Kıskacında mıyız-2

Kültürün Endüstrileşmesi, Endüstrinin Kültürleşmesi ikilemi!                                                                                                                                                                                                                                
Ümit Yaşar Gözüm 

Giriş Niyetine, Okur İçin Kısadan Pay Çıkarmak!
Kültür Endüstrisi kavramını anlamak için, okurun öncelikle Frankfurt Okulunu, Max Horkheimer ve de Theodor W. Adorno’nun farkında olduğunu varsayıyorum. Kaygımız; ne yeniden anlamsız bir Kapitalizm-Marksizm tartışması açmak ne de var olan gerçeği yok saymak değildir. Ancak şunu bilmekte gerekir ki; altyapı-üstyapı kavramlarının kaynaştırılması fikrinin başlangıcı ile işler çığırından çıkmaya başlamıştır. Genel çerçevede karşı karşıya olduklarını farz ettiğimiz anlaşılma ve anlaşmayı imkânsız kılan toplumsal ya da evrensel öncüller. Okuduğunuz deneme; Kültür Endüstrisi ve Dijital Çağın Tanrıları başlıklarını irdelediğim dizinin ironik giriş yazısını besleyen bir metindir. 

Tartışma başlığı aynı eksende yürüyen küresel aktörlerin tavrına karşı bireyin düşünsel isyanıdır. Terminoloji bizi bireyin toplumsal yargılara feda edilemeyecek kadar önemli olduğuna inancımızı daha da güçlendiriyor. 

Bir önceki yazımda ifade ettiğim üzere, toplum Demokles'in Kılıcı gibi bireyin ensesinde ve önce onun düşün/düş dünyasını katlediyor. Bunun yaşandığı ortamlarda özgün düşünce ve özgür ifadeden bahsedilemiyor.  Bunu aşmanın yolu gelenekselden kurtulan bireyin, dijital çağın tanrılarına kurban olmaması/ edilmemesi!
  
Akademiya ve aydının çağdışı kalmışlığı büyük sorunumuz: Çok uzun zamandır umudu bireyde aramaya yönelmiş bir düşün insanı olarak bu uğurda onlarca yazdım, yazmayı sürdüreceğim. Aydınlanma kendine gelen bireyin toplumsal normları yeniden yazmasıyla aşılabilecek. Tatlısu balıkları gibi risk almayan aydınları varsa toplumların, orada gerçek/gerçeklik seyahate çıkar. Küresel sermayenin emrine teslim olan üst akıl diye tanımlanan şey, farklı işler yapmaya yönelir ve kendi tanrılarını yaratır. Orada birey olmaktan bahsedemeyiz.

İnsanlık yeni kuşaklar üzerinden yeniden- yeni genel geçer kurallar ortaya koymak durumunda. Bunu başarmanın yolu da her iki yazının da özünü oluşturan bireyin özgün düşünce üretebileceği ve toplumu yeniden yaratabileceği kıvama gelmesiyle ve kendine inanmasıyla olacaktır.
Kültür Endüstrisi Yaşamın Ayrılmaz Parçası Artık! 

Ahtapot gibi her kolu bir alanı kuşatmış küresel eşkıyalar gibi tepesinde insanlığın. Bir kaçış yolu arayanların handikapı klasik dönemin argümanlarıyla bundan kurtulmanın olası olduğuna inanmaları. Henüz çağın yolunu bile bulamayanların, Modern Çağ ve Post- Modern ve Post Truth çağı diye vaaz veren metinler ortaya koymaları.
Sürekli dillendirdiğim serzenişle “yaşamınıza büyük törenlerle ağır ağır giren yeni çağa siz de girin insan kardeşlerim! Aksi çağ dışı kalacaksınız! Bakın küresel sermaye, saflarına kattığı küresel akıl sayesinde yuttuğunuz lokmayı, attığınız adımı sayıyor. Her şeyi sizin yerinize düşünüp ayağınıza getiriyor. Böylesi büyük bir akla ve hizmete niçin nankörlük ediyorsunuz! Ki, sizden istenen sadece düşünmeyin, tüketin! Çünkü biz sizin yerinize de düşünüyoruz zaten, neden zahmet ediyorsunuz!” diye sesleniyorum… 
Küresel Sermaye ise “Yeterki insan/ birey olduğunuzu gösteren büyük yeti düşünceyi kullanıp toplumları, insanlık alemini uyandırmayın. Tek isteğimiz bu!” diye sesleniyor!
Endüstrinin dişlileri arasında yol alan bireyin, dönüşü olmayan serüvenine yüz yıllarca eşlik eden ve insanlığa kurtuluş reçetesi olarak sunulan ideolojilerin geçtiğimiz yüz yılda ömrünü tamamlama ve elleriyle gömdüğü ideolojilerin evirilmiş haliyle maddenin emrindeki yeni serüvenine göz atalım. 
Küresel aklın desteğiyle yeni teoriler ortaya koyan kimi düşünce insanları, 20. Yüzyılın ikinci yarısından başlayarak gelecek yüzyılın milliyetçiliğin yükseldiği bir çağ olacağını müjdelemişlerdi! 

Her toplumun çekirdeğini koruma iddiasıyla hareket eden milliyetçi bir kitlesi vardı. Bunların varlığı ırkların, renklerin, dillerin vb. açısından kitleleri öze davet misyonu ile sınırlı kaldığı sürece zararsızdı. Hatta toplumun ipini eline geçirdiğinde onu yolundan saptıran ideolojik yönetimler karşısında gerekliydi de! 
Dijital Çağ ile ırkların ve toplumların farklılıkları her zamankinden daha çok desteğe muhtaç. Kaybolan diller, karışan ırklar, rafa kalkan kültürler, değerler vb. Topluluklar-toplumlar uluslararası kuruluşlar destek projeleri açıklıyorlar. Ancak çok geç artık, çünkü küresel aklın cambazlarının tanımladığı milliyetçilik çağı, farklı bakışın bir parçası olmaya çağrı: İdeolojileri diriltiyoruz yeniden, siz safınızı seçin yeter!

İdeolojiyi bir toplumsal harç/birleştirici olarak görmeye başlamanın riskleri üzerinde durmak artık kaçamayacağımız bir önceliğimiz! İdeolojilerin insanlık tarihinde kan, kin, nefret, gözyaşı ve insan hayatına mal olmanın ötesinde dişe dokunur bir katkısı olduğunu söylemek neredeyse imkânsız. Dönüp Düşünce Tarihi’ne bakın ve çağlar serüvenindeki yaşanmışlıklara göz atın; yeterli olacaktır sanırım!

Peki bütün bu bilinenlere rağmen, küresel sermaye ideolojileri neden toplumları kaynaştırma harcına dönüştürme çabasında! İrdelememiz gereken hususlardan birisi budur: 
İki kutuplu dünyadan çok kutuplu siyasal kutuplara başı boş akmakta olan toplumlar batmış ideolojilerin okyanusa dökülen yolcuları gibi tutunacak yeni dallar arama çabasında. Henüz çift kutuplu dünyanın neden dağıldığını, buradaki kurtarıcı harç, ideolojilerin neden farklı toplumları bir arada tutmaya yetmediğini henüz anlamakta zorlanırken büyük savruluş yaşamalarının doğurduğu boşlukta çaresizce debeleniyorlar. 

Dünyanın ve ülkelerin içinde bulunduğu duruma dönüp baktığınızda bunu görebiliyoruz. Ancak şayet gerçekte varlığı bir anlam taşıyorsa, insanlık ailesinin ekseriyeti henüz bu sosyal dönüşüme ivme kazandıran küresel aklın fiziki varlığını göremiyor. Bundan dolayı da durumun farkında olanları çağ dışı ya da hain olarak ilan edebiliyor. Oysa gerçekte olan biten, küresel aklın yaratmaya çalıştığı tekdüze Sınırsız Toplumlar Ailesi! Anlaşılacağı üzere soğuk savaş dönemi iki kutuplu dünyaya razı iken, dijital çağın buna da hoşgörüyle bakmadığını fısıldıyor medya tanrısı üzerinden!

Bunu yaparken kullandığı temel argüman Kültür Endüstrisi! Çünkü, Kültür Endüstrisi, yeni sistemin hem maddi hem düşünsel gerçekliğidir. Ki, küresel akıl önce kültürleri dönüştürme yerine, endüstrisinin kültürleşmesi sonucunda ortaya çıkan ürünler üzerinden evrensel bağımlılık yaratma yöntemini kullanmayı seçmiştir. 
Aklın önermeleri de bunu emrediyor. İp üstündeki cambazın kitlelerin büyülü bakışını bozmadan hedefine varması gerekiyor. Yöntem basit hem düşünsel hem maddi olarak önce sistemin varlığını teminat altına alıp, ardından kendine bağımlı kılmaktan geçiyor. İkinci Dünya Savaşıyla biçimlenen bu süreç henüz bir yüz yılı bulmadan arzulanan sonuca ulaşacak gibi duruyor. Dijitalleşme bu hızla ilerlemesini sürdürüp gerekli kültürel argümanları üretmeyi sürdürebilirse bunun gerçekleşmemesi için bir sebep kalmayacaktır.
Frankfurt Okulu sonrasında kültür alanındaki tartışmaların hemen tamamında karşıt veya destekleyici politik/ teorik tezlerin ortaya çıkmasını Kültür Endüstrisi kavramına borçluyuz.

Popüler Kültür, Kitle Kültürü, Egemen Kültür, Yüksek Kültür, Pop Kültürü vb. 
Kültürün Endüstri Sayılması, Ürünlerinin de Meta Olarak Görülmesini Sağlar Mı! 

Bir diğer başlık Kültür: Kültürler doğar, gelişir, yaşar ve ölürler. Geçmiş uygarlıkları düşünmemiz yeterli. Günümüzde hiç kimse, örneğin tarihin büyüklerinden birisi Hitit Uygarlığı’nın kültürel değerleriyle dinsel ayinler yapmıyor, sofra kültürünü kullanmıyor, giyim kuşamı vb. ile dolaşmıyor ortalarda. 
Kültürler canlı organizmalar gibi, yaşandıkça, yaşatıldıkça var olan ve uzaklaşınca da unutulan, yok olabilen değerler bütünü. Yaşanmış ve tarihin derinliğine çekilmiş hiçbir kültürün yeniden yeşerdiğine tarih tanık değil. Ancak insanlığın zaman zaman yaşadığı geriye gidişler olmuş ise de bunlar insanlığın karanlık çağı olarak adlandırılmışlar. (Aykırı düşünen azınlık hariç, onların da tarihte izleri yoktur.) 

Henüz yolun başında ulaşılan nokta etkinin hakimiyeti. Kültürel yaşamın her alanında bunun izleri var. Uzun süre kültürel yaşamın farklı alanlarında politikalar oluşturmada aktif yönetimde bulunduğum kültür, sanat ve edebiyat alanlarında; öncelikle yazarın, sanatçının veya kültür insanlarının dışa açılma çabalarını yakından izledim. Büyük çoğunluğun kültürün endüstriyel herhangi bir ürüne dönüşmesine karşı tepki veya görüş ortaya koymak yerine çarkların arasında dönmeyi başarı saydıklarına tanık oldum. Meşhur olan yalanın, bilinip tanınmayan doğruyu unutturması gibiydi her şey. O zaman anladım aydınlar üzerindeki etkinin hakimiyetini ve kitlelerin kaçınılmaz çaresizliğini!
Bireyin günlük yaşamın sıradanlığından ve sıkıcılığından zihinsel kaçışının yarattığı boşluğun doldurulması sistemin görevidir. Şayet sistem, alanda oluşan boşluğu dolduracak yeni kültürel projeler ortaya koyamazsa yerini rakibine ter ketmiş olur. 

Kültür Endüstrisi tam da bu noktada devreye girerek, yarattığı hayal dünyası ile bireyi ele geçiriyor. Bireyin yeniden gerçeğin farkına varması imkansızlaşıyor. Başka oyalayıcı unsurlarla yeniden kültür endüstrisinin kıskacına düşüyor. Bununla da kalmayıp yeni ortaklar bulmaya ve onlarla çoğalmayı, birlikte yürümenin yolları arıyor. Serüvene katılımlar, yaratılan etkinin alanı kuşatmasıyla son buluyor. Ki, sistem teslim alındığında yönetimlerin de bu hayal dünyasının dışında kalması olanaksızlaşıyor. 

Tam bir kısır döngü, bireyi mi yoksa toplumu mu kurtarma çabasında olmalı! Herkesin bu kısır döngüde olduğu toplumların yeniden dönüşümünü kimin sağlayacağı, çağın büyük sorunu… Önceden aydınlar, insanlığın ilerlemesinin rehberi olarak anılırdı. Günümüz aydını ise yaşadığı akıl karışıklığı-yabancılaşma hatta saf değiştirmenin egemen olduğu toplumsal yapıların mimarı olarak anılıyor. Bu görevlerini eksiksiz yerine getiren aydınları olan toplumlarda gerçekleri dillendirmek, delilik gömleğini giymek değilse nedir! 
Sosyal ve Kültürel Sermaye kavramları ilerlemenin ve insanlık adına değişimin sürükleyicisi dirler: Bu iki temel kavram günümüzde de, dijital çağın birincil öncülleri.  İşte sorun tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Küresel sermayenin, kültür endüstrisi üzerinden ele geçirmeye çalıştığı iki temel alan Sosyal ve Kültürel Sermaye... Aydınlar bu anlamda sosyal ve kültürel sermayenin yaratıcısı, taşıyıcısı, aktarıcısı olmakla yükümlüdür, en azından vicdanlarına, içine doğdukları topluma ve insanlık ailesine karşı. 

Kültür Endüstrisi; sağladığı imkanları sonuna kadar kullanan birilerinin kişisel korkusu olamaz. Yazma eylemini tanımlarken sıraladığımız ölçütler "Aydın/ aydın olma” nın ölçüdür. Aydının kim ne der kaygısı, korkusu olamaz, olmamalı! Çünkü aydın "özgür düşünüp özgün düşünce ortaya koymakla kendine, topluma ve nihayet insanlığa karşı sorumluluk hissedendir." Dolayısıyla aydının ve entelektüelin kaygısı kişisel değil, duruma göre toplumsal ve de evrenseldir.

Yaşam artı eksi herkese bir şans verir: Fakat kimin o şansı nasıl kullandığı ya da kullanmadığıyla ilgili bir tasası yoktur. Herkes düşüncelerini ifade hakkına sahiptir, ancak herkes yazdıklarının bir karşılığı olduğu veya olacağı inancını kült haline getiremez. 

Öyle olsaydı, her insan bir yazar veya sanatçı olurdu, olması gerekirdi. İnsanlığın bilinen tarihi bugüne kadar böyle bir dönem olmadığını, olamayacağını bize söylüyor. 

Yaşamı sosyal medya postlarına bağlayarak herkes özgürce yazsın deme lüksü olamaz toplumun, insanlığın... Ama herkes düşüncelerini açıklamak, yazmak, duyurmak hakkıyla donatılmıştır demokrasilerde. 

Yazarın ve sanatçı aydının konumlanması bütün bunların üzerindedir.

Yorum

Erkan YAZARGAN (doğrulanmamış) Çar, 16 Şubat 2022 - 15:08

ALGORİTMALAR

Aslına bakarsanız son kanıyı iletip "önerilerin hiçbirinin yerine getirilememesinden" dolayı "meşgale evreninin boş/karşılıksız" işleri bunlar demiştim.

Ama

-Bireyin toplumsal norm oluşturması,
-Üst Akıl,
-Genel Geçer,
-Toplum Yaratmak,
-Kültürel Proje…

İle bağlantılı kavramların içlerinin daha iyi, parlak, çekici ve doğru dolması gerektiğini düşünüyorum.

Kültürlerin ölümü ısrarınızı bir yana bırakarak; birey dediğimiz şey insan için ele alınacaksa bütün varlığı, oluşumu, süreci, hedefi, proğramı, yapabildikleri veya yapamadıklarıyla birlikte salt kendi çeperi içinde bireydir. Bütünüyle kendine ait, saf, arıduru, damıtılmış, enerjik, etkili, etken, yaratıcı, eksi ve artı sonsuzu bünyesinde hissedebilip kavrayandır birey. Yolun kıyısındaki bir çakıl taşının belki milyonlarca yıllık bir geçmişi olup oraya öylesine yuvarlanmış olabilir ama ona birey diyemeyiz. Dolayısıyla bireyden -ÖZELLİKLE toplumsal norm istemek, beklemek (eski ilkel toplumcu yaklaşımın bir tuzağı olacağından) onu yolundan saptırıp imha edecektir.

Üst akıl korkularını bir türlü anlamam. Üst aklınız yoksa korkmakta belki haklı olabilirsiniz ama bu gerçeklik -inanın milyonlarca yıllık insanlık birikiminin gerçekliğidir. Bizdeki doğru dürüst kendi dilini bile bilmeyen toplumcu liderler (sürülerin lideri olur. İnsan öncüdür) dışlarıdaki iyi eğitimli, çok dilli birey karşısında ezim ezim eziliyorlar. Ezilsinler de. Hakettikleri yer eziklik makamıdır ve bu makam onlara çok yakışıyor. Yedi, sekiz dili bilip bilimsel makale üreten gepegenç insanların önündeki bu kütük yığınları, selin sürükleyip götürdüğü çürümüş çöplüklerden farksız. Çektikleri acı kendi geri kalmışlıklarının acısı. Kendileri gibi bir sürü kütük yığınını bir araya toplasalar da dışarıdaki iyi eğitimli, çok dilli, bilimsel makale üreten bir tek birey kadar özgül ağırlıkları, yoğunlukları yok, değersizler. Ömür boyu istismar ederek edindiklerinin de hiçbir değeri yok. Bu durumda üst akıldan neden korkalım ki? (!)

Genel Geçer oluşturma çabası dogmanın gücüne sarılan kilisenin bulduğu kurnazlığın bir yansıması, devamı olsa gerek çünkü şuanki bu yazının bile okunduktan sonra geride kaldığını anlamak için çokta zeki olmaya gerek olmamalı. Bu denli hızlı, sürekli, canlı bir yaratım hakim günümüz dünyasına yani genel geçeri imkansız.

Kültürel Proje yapabilmek için öncelikle kültürün ne olduğu bilinmeli. Kültürün ne'liğinden habersiz lise seviyesi müsamere çocuklarına proje yaptırırsanız "üzerine Yasin okunmuş kuru fasulye projeleri" ile tarımı geliştirmeyi projelendirebilirler. Konjonktür onları saygın sayabilir. Kendi aralarında, kendi kendilerine ödüller de verebilirler. Bir ara sosyal medyada ilginç bir paylaşım görmüştüm. Film yapan bir arkadaş kendi yaptığı filme bütün ödüllerini verip kendi kendini ödüllendirmişti. Böylesi vak'alar ülkemiz gibi aşırı sömürge ülkelerde sıkça olur

Ama

Üstakıl için burada olup bitenler hiçbir anlamı ve değeri olmayan, saçma sapan, komik ŞEYLERDİR.

Erkan YAZARGAN (doğrulanmamış) Çar, 16 Şubat 2022 - 19:06

İSYAN

Siz değerli insanların ve çevrenizdeki profesörlerin ki onlar sayesinde binlercesine daha ulaşabilirsiniz, daha net anlamaları için bir soru sorup kendimden kısa örnekler vereceğim.

Arzuladığınız ve olmadığı için yaratmak istediğiniz YAPIYI yarattığınızda neler yapacaksınız?

(...)

Ben, ben bir işçi çocuğu olarak eğitimli bir ailede büyümedim ama ilçenin en iyi ilkokul öğretmeninden eğitim aldım. Şansım bu. Yedi, sekiz yaşımdayken bana kendi ayaklarımın üstünde durmayı öğretti. Evdeki oyuncak, kitap, dergi v.s. şeyleri bankalar caddesinde yere serer satardım. Ailem de kazandığım parayı elimden almaz, "senin paran, istediğin gibi harca" derdiler. Dördüncü, beşinci sınıftayken kantin sorumlusuydum. Mısır, Rusya, Amerika radyolarının Türkçe yayınlarını dinlerdim, o yaşlarımda. On sekiz yaşıma geldiğimde Hollywood'a senaryo göndermeye başladım. On sene geçtikten sonra onlar bana senaryo gönderip "konu yazımı ve uyum" istemeye başladılar. O günden bugüne binlerce senaryo gördüm. YÖK' ÜN bütün tezlerini taradım. Binlerce gerçek sanatçı dost edindin. Onlarca internet sitesi kurdum. 2015-2016 yıllarında üstüste 30 milyon Web sitesi arasından 1. oldum. Hiçbir zaman, hiç kimseye ispat gibi bir derdim olmadı. Yaşım 55. Yaptığım bütün işlerimi gönül rahatlığıyla öğrencilerime bıraktım. Ara ara girip dışardan biri gibi izliyor ve zevk alıyorum. Kendime sorduğum soru, "benden sonra ne olacak" sorusunun yanıtını yaşarken alıyorum.

İdeoloji veya din batağına saplanıp kalanların yaptığı en büyük hata sürekli yeniden bir şey yapma arzularıdır. Yıkıcı oldukları için, hiçbir şey beğenmediklerinden sürekli baştan başlayıp dururlar. Kendi ayakları kendi ayaklarına çelme takıp durur. Her gün doğup her gün yok olur, yok olmaya doymazlar. Dolayısıyla çevrelerinde ne var ne yoksa onları da yok ederler. İnsanlık bunlardan nefret ediyor. Bulaşıcı hastalıktan kaçar gibi kaçıyor bunlardan.

Soru basit: Nerede o insanlar, bir tek doğru soru sorabilen, neredeler?

Erkan YAZARGAN (doğrulanmamış) Per, 17 Şubat 2022 - 16:23

ENGEL TANIMAMAK

Bir durum tespitine yanıt:

"Hocam,sürekli engelleniyoruz. Bastırılıyoruz" diyenlere çok sevdiğim bir örneği vermek istiyorum. İnanın bu örnek gibi sanat tarihinde milyonlarca örnek olduğu gibi "belki de sanat budur. Sanat engel tanımamaktır" diyebiliriz. Sanat insanı insan yapar derken de lütfen bu örnekleri kullanın.

Asgar Ferhadi. İranlı film yönetmeni. En etkili 100 isimden birisi olarak tanınıyor günümüzde. Pekiyi, Ferhadi'ye sorulan soru neydi ve O ne yanıt verdi?

Yabancı Film Dalında Oscar ödülleri kazanan Asgar bir sunum esnasında izleyicilerden gelen "İran gibi baskının hakim olduğu bir ülkede sanat yapmakta zorlanmıyor musunuz" sorusuna; "sanat, hiçbir baskı ve engellemeyle durdurulamayacak kadar güçlü, şeffaf, geçen, aşan, yoğun duygunun neticesidir ZATEN. Baskının olduğu yerde sanat yapmaktan daha çok haz duyuyorum".

Şimdi bu harika anegdotu alıp nasıl kullanır, değerlendirirsiniz sorusu bir başka harika sorudur!

Dikkat ederseniz içine girmeden genel olarak bir durum tespiti üzerinden harekete başladık. Ortada duran bir küre var ve ona hepimiz kendi gözlerimizle, durduğumuz yerlerden bakıyoruz. Ortamın diğer unsurlarının etkisi ile belki parfümlü, güzel kokulu, sıcak veya ılık bir atmosferde olabilir. Kaosun hakim olduğu, kimsenin diğerini dinlemediği, sadece yenmeye odaklanmış, kavgacı, talancı, ganimetçi, kapıp kaçmacı, üzerini örtmeci hatta baya bildiğimiz neticede boğuşarak tıpkı vahşi hayvanların yaptığı gibi hayatta kalanın küreyi alacağı bir ortam da olabilir. Tercih sizlerin. Hangisini tercih ederseniz ona göre muamele göreceksiniz.

Toplumların TOPLU cezalandırılması gibi bir uygulama vardır. Kabul edilmesi zordur ama vardır. Bu noktada bizi en iyi bakış açısına götürecek şey Hukuk Felsefesi olabilir. Kanun nedir dedikten sonra hukuğa girer ve devasa ulusal ve uluslararası anlaşmaların içinde buluruz kendimizi. Anlaşmalar istismar edilir, edilebilir ama istismarın varlığı gerçeği yoketmez. İnsanlığın bütün kıvranmaları gerçeği bulabilmek içindir. Hiç ummadığımız bir yerde bir sancı varsa orada kanunsuzluk egemen demektir. Tıp literatürü buna hastalık der. Her disiplinin kendi kavramları vardır. Manifesto dediğinizde siyaset disiplininde hareket ediyorsunuz demektir. Estetik dediğinizde cerrahi alan da olabilir.

Sanata bu denli değer verilmesinin nedeni işte bu bütün bilinen kavramların üstünde duygu olmasıdır. Engellenemez. İçinizdeki sanatı ve sanatçıyı keşfettiğinizde öyle şakalar yapar ki şaşırıp kalırsınız. Tıpkı ışığın zerreciği FOTON gibi Quantum şakaların bizzat kendisi sanattır.

Sanattan ayrılmayın. Sanat ışıktır.

Erkan YAZARGAN (doğrulanmamış) Per, 17 Şubat 2022 - 22:18

HAKKI TESLİM

Israrlı bir soruya yanıt

Kapitalist dünya düzeninde yoksul/varlık sahibi olamayanların ne yapmaları lazım ki pastadan hakettikleri payı alabilsinler?

Dünya savaşlarına sebep olan bu soruyu bir çırpıda çözmeyi düşünmüyorum ama birkaç ipucu vereceğim, izninizle. Makalenin ilk bölümünde irdelenen "sermaye" kavramını yerli yerine oturtamadıysanız ve "vatandaşlık bilincine" sahip değilseniz böylesi maksatlı sorularla kendinizi bir gerilla kampında bulmamanız işten bile değildir.

O halde

Sinema endüstrisi örneğiyle devam edersem; 1:20/50 dakikalık bir film için 60.000 kadrolu eleman çalışıyor ve cironun tamamı resmi hukuki sözleşmelerle %1-1,5 aralığına kadar paylaşılıyorsa öncelikle buradaki KURUMSALLAŞMAYI çok iyi anlamanız gerekiyor. Senelik binlerce film ve bazısı milyar doları geçen ciroları "uzaktan gazel okuyarak, bilip bilmeden" eleştiremezsiniz. Sözleşmelerin gizliliği de hesaba katılırsa bu makalenin amacına ulaşabilmesi imkansızdır.

Elon Musk'a Twitter ortamından bir karşı kampanya başlatılıp "servetinin 130 milyar dolarını bağışlasa dünyada açlık sorunu çözülür" dediler. Musk bekledi. Bir süre sonra "söylediğinize inanıyorsanız bağışladım AMA böyle bir şeyin olabilmesi imkansız çünkü AÇLIK da üreyen bir şeydir". İnsan ürer, canlı ürer, yoksullar da ürer. İnsan tarihi boyunca varolan bir gerçekliktir bu ve acı olan gerçek insan var olduğu sürece de var olacaktır. Tıpkı gayrimeşru gibi… Doz düşebilir ama sorun olmaya devam eder.

Bizdeki safdil mü'min veya ideoloji kurbanları hayali ütopik alemlerinde aslında distopyanın egemen olduğunu kabul edemezler nedense. Hayal kurmak insanın hoşuna gider. Hayal kurmak bedavadır. Aslında iyi ve güzel bir beyin faaliyetidir de ama hayal olduğu akıldan çıkarılmamalı büyüsüne kapılmamalıdır. Gerçeklerden kaçmak bir süre mutluymuş gibi hissettirebilir ama Tolstoy gibi (en basit örneği) önünde sonunda istisnasız herkes ama herkes gerçeklerle bir şekilde yüzleşmek zorunda kalır. Toplumlar hayallerini biriktirdikçe patlama düzeyleri yükselir, çektikleri/çekecekleri acı katlanır.

Attila Hun' un çok sevdiğim bir sözü vardır, "gerçeği kabullenemediğiniz için…" Yüzlerce yıl öncesinden söylenmiş bu sözlerin anlaşılamaması ve tekrarlanması bizin kabahatimizdir. Hakkını teslim etmiş olsaydık şimdiye kadar çoktan uzayın derinliklerine açılabilmiş olurduk. Buradaki hayal "uzaya açılmak mıdır, açılmamak mı", gerçek hangisidir sorusunun yanıtını endüstriyi, kapitali, sermayeyi, sermaye birikimini, sözleşmeyi, hukuğu, hakkı, paylaşımı, adaleti, değeri, değerliyi, ölçüyü, değerlendirmeyi, kurumu ve kurumsallaşmayı anlayıp içselleştirmeden çözemezsiniz.

Bir soru ile tamamlamak isterim; "bizim çocuklarımızın da eğitim alıp çalışabildiği bütün uluslararası akademi, sanat merkezi veya en önemlisi bilim merkezlerinin masrafları nereden ve nasıl karşılanıyor?"

İyi düşünün ve vicdanlı olun!

zorbatv Cu, 18 Şubat 2022 - 11:14

Sevgili Erkan Yazargan

Dört değerli bulduğum eleştirel yorumunuz için teşekkür ederim. Her biri yeni bir yazının tetikleyicisi. Cevaplamaya zaman kalmazsa şayet 3. Yazıda karşılıklarını bulacaklar. Sevginin,sanatın  ve yazının aydınlığında buluşalım.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.