Sanat, Düşüncenin Eseri midir?

Felsefe

Sanat, Düşüncenin Eseri midir?

Ümit Yaşar Gözüm*

 

Bir sanat oturumunun orta yerine ilintisiz şekilde düşen ‘l’art pour l’art/ Sanat sanat içindir’ mavalına karşı, tepkisini  ‘sanat toplum içindir’ diyerek tepki koyanların savaşa giden Kızılderili kabilesi gibi harekete geçmeleri halinde tartışmanın nereye varacağını tecrübeyle sabitleyen üstat, dinleme konumundan çıkmaya karar vermişti!

Konuşmalar güncel sanatla birlikte yeniden alevlenen ‘sanatta düşüncenin rolünün varlığı ve yokluğu’ yüzeyselliğine hapsolmaya başladığında; konuşmaya müdahil olup, salondaki sessizliği yaran bir çıkışla; söyleyin insan kardeşlerim bağından koparılmış bu yersiz tartışmaya  bir izdüşüm yapmam gerektiğini sanırım sizlerde hissediyorsunuz diye seslenmişti!

Konuşmacılar tam o anlarda düşünce kılıcının zarif bir şekilde kınından çıktığını anlamışlardı!

Bakın ve görün lütfen insan kardeşlerim; mesleki bağnazlık ya da karşıtlığın tartışmayı nerelere taşıyabileceğinin belirgin örneklerinden birisidir bu yersiz ve zamansız algı.

Düşünen birey; ‘sanatın sanat için olduğuna ya da sanat olanın aynı zamanda toplum için olduğuna’ nasıl karşı çıkar! Karşı çıksa da bu söylemin düşünsel değeri olur mu, kısır kalmanın ötesinde!

Sanatçının yola çıkışında, ortaya koyacağı eserin, sanat değeri önceliklidir ki, bu kaygı sanatın sanat için olduğu ilkesinin kendisidir. Şayet böyle olmasaydı; yapılan iş sanatsal değer taşıyan bir esere dönüşmeseydi, ortaya çıkarak varoluşunu tamamlayamayan şeyler sanat eseri niteliği kazanamayacağından zaten yapılan şey sanat olamayacaktı. Söyleyin insan kardeşlerim olmayan bir şeyi, kendisine adamak ütopik bir sapma değil ise nedir!

Sanatçının ortaya çıkardığı, alenileşen eser, artık kişisel değil, aksine kendi kimliğiyle yaşadığımız evrene katılan yeni bir nesnedir. Günyüzü’ne çıkan her değer, artık kişisel ya da sanatçıya ait olmaktan çıkmış, toplumsallaşmıştır.

Sanatçı da bunun bilincinde olarak üretir. Sanatçı ve eser kavramları da bu ilkelere dayanmıyor mu zaten?

O zaman bu yanlış algıya konu olan asıl sorun; eser üzerindeki kurgu ve düşüncenin gücünün sanatçının kişisel saplantılarından arınıp arınamadığı ve sanat yapıp yapmadığıyla ilgilidir.

Özellikle özgün yapıtın; sanatçının özgürlüğünü, sanatsal kaygılarını, birikimlerini ve sanatın tanımladığı temel ilkelerden kaynaklanan öznelliğini taşıması başlangıçta belirlenmiş bir ilkedir.

Bu bir zorlama, değil, aksine sanatçının yolculuğa çıkarken yanında taşıması gereken değerlerdir diyerek, konuşmasını tamamladığında üstat, dinleyiciler arasından frekans ayarını tutturamamış radyo yayını gibi çıkan cılız bir ses:

Bir eseri değerlendirmenin belli başlı eleştirel başlıkları mı vardır diyorsunuz üstat. Konuşmacılar algının yanılsamasında, dinleyicileri mi yanılttılar.” Diye sorduğunda, o tek atımlık kıvılcım tartışmanın yeniden alevlenmesine yetecekti!

Üstat sakin bir gülümsemeyle: Evet insan kardeşlerim eseri değerlendirmenin birbirini tamamlayan eleştirel başlıkları vardır ki: Sanatın hangi alanında olursa olsun, ortaya çıkan işin öncelikle sanatsal değerinin olup olmadığına bakılır.

Bu aynı zamanda eser üzerinden oluşan estetik algıdır.  Bir diğeri de sanatçının fiziksel yetisi kadar, düşünsel yetisinin de esere yansıyıp yansımadığıdır ki, bu da eserin konusudur.

Algının yanılgısı, tek taraflı bakışın yarattığı körlükten kaynaklanmaktadır. Düşüncenin ortaya çıkardığı şey yeni bir kurgudur. Bu ister doğayı olduğu gibi, kopyalama olsun, isterse en uçtaki fantastik soyutlamalar olsun, düşüncenin bir yansımasıdır. Birinci de duyunun yarattığı algı, ikinci de daha çok düşüncenin oluşturduğu kurgusal soyutlama ağırlıktadır. Ama her ikisinin dayandı şey düşüncenin gücünün beceri ile bütünleşip esere dönüşmesidir!

Bu arada konferans salonunda sanki kitleler bir aydınlanma bekliyormuşçasına soluk almadan üstada kulak kesilmişlerdi! Tam o anda dinleyicilerin arasından bir elin havaya kalkması, dinleyicilere göre işgüzarlıktı. Ancak elin kalkmasıyla “Üstat, asıl sorulması gereken konuya gelelim! Yalnızca sanat için üretmek ve sanatsal açıdan değerlendirmek sanatçının ve toplumun beklediği de bu değil mi sizce de!”  sorusunun ortalığa dökülmesi öylesine hızlı gerçekleşmişti ki, salondakiler ne olup bittiğini anlayamamışlardı bile!

Zaten üstat da, sanatta en büyük becerinin düşüncenin gücü olduğu üzerine izdüşümler yapacaktı. Böylece soru taşın gediğe oturtulması olmuştu. Salondakileri bakışlarıyla sakinleşmeye davet eden üstat, diğer konuşmacılara dönüp; zorlayıcı bir gruba konuştuğunuzun farkına vardınız sanırım, diye uyararak sürdürdü konuşmasını:

Dinleyin insan kardeşlerim; sloganlaştırılmış bu iki önerme tek başlarına aslında yok hükmündedirler düşüncenin nazarında. Sanatçı tanımı aynı zamanda toplum tarafından tanınan, içine doğduğu toplumun ve insanlığın bir parçası olarak, toplumsal olaylara başta doğa, insan ve düşler anlamında olumlu veya olumsuz bir tavrı olmak demektir. Bu tanınırlık, bilinirlik veya aydın olarak topluma karşı istekli veya isteksiz bir sorumluluk oluşturur.

Sanatçı içinde bulunduğu ruh halinin sağladıklarıyla düşler ve bunu esere dönüştürür. Duyularının oluşturduğu her algının, kitleye aidiyetini dikkate aldığımızda; duygulanım sanatçının akıl-yürek bağını kurduğu soyutlamalardır.

Bu açıdan sanattan tek anlamlılık ifade etmesi beklenemez. Sanat çok sesliliğin, çoklu anlatımın ve çoklu coşkunun kendisidir. Dolayısıyla sanatın sanat olması savı, eserin sanatçı için olduğu ya da soyut bir kavram olarak sanata ait olabileceği düşünülemez!

Ancak sanatçı kendi dışında olanları, farklı duygulanımlarla biçime büründüren bir sihirbazdır. Toplumun bireylerden oluştuğunu düşünürsek, biçime ulaşan her eserin en az bir kişi tarafından kayda değer bulunması onun toplumsallaşması anlamını taşır.

Bu yanıyla da toplumun, en az bir bireyine fayda sağladığını düşünürsek, toplumsal değere istese de istemese de katkı vermiş demektir. Her eser ister soyut-isterse gerçekçi anlayışla ortaya konulmuş olsun sanat-sanatçı ve toplum bağıtından ayrı düşünülemez.

Sorunun kaynağında; bir kesimin mesleki taassubu ile sanatın ideolojilere hizmet etmesini isteyen siyasal erkin zorlamaları yatar.

Bu algıyı destekleyen bir başka tavırda sanatı mesaj panosu olarak algılamaktır! Sanat eserine mesaj verme görevi yüklenilemeyeceği ne kadar açıksa, yaşanılanlardan hareketle sanatçının eserine bir görev yüklemesi de o kadar olağandır. Sanatçının neyi hedeflendiği ve hangi amaçla yola çıktığı hatta eseri sipariş edenin beklentisi ile sanatçının düşselliğine bağlıdır!

Sanat toplum içindir yaklaşımının tek başına ne büyük yanlışlık olduğunu, ideolojiler için yapılan işlerde görürüz. Öyle ki, egemen siyasal otoriteler tarafından hangi övgü veya sınıfa konulursa konulsun, gerçekte sanatsal bir değer taşımadığını bize anlatan en kötü örnekler yine sanatın karanlık çağı diye adlandıracağımız o dönemlerdir.

Üstat son sözcüğünü gök kubbeye bıraktığında, salonda yankılanan başka bir ses o sözcüğü kuyruğundan yakalamıştı bile:

“Ne kadar az bildiğimizi söyleyerek, fırtınalar estiriyorsunuz üstümüze. Oysa biz ne kadar da eminiz kendimizden ve ne kadar çok bildiğimizi sanıyoruz. Sadece kendimizi kandırmakla kalmıyor, başkalarını da yanıltıyoruz.

Farkında mısınız üstat, bir yamacın ucundan savrulan zerrecikler gibi, arınıyoruz bilgisizliğimizden.

Lütfen söyleyiniz üstat, sanatı düşünceden arındırırsanız ne kalır geride!”

Üstat, dinleyicinin durumu yorumlayan bakış açısı ve sorusundan bir hayli keyif almıştı. İçinden demek ki, insandan hiçbir zaman umudu kesmemek lazım! En olmadık zamanlarda düşüncenin gücü kendini hissettiriyor evrenin her köşesinde, diye geçirerek, bıraktığı yerden sürdürdü konuşmasını:

Düşünce; kâhinlerin puslu düşlerini perdelediği, öngörülemeyen bilinmezlikte değil, doğaya uygun yaşanan eylemlerdedir insan kardeşlerim. Salondaki örneklere akın nasıl da hissettiriyor varlığını!

Asıl sorun insana inanmakla düşünceye inanmak arasındaki ayrımda yatıyor. İnsanın duyuları, algıları, duyguları ve nihayet kişiliklerin yalanı bir kurtuluş kapısı sayması, insana inanmanın doğuracağı engeller.

Düşünce asla yanıltmaz ama düşünür yanılsamalar yaşayabilir! Eğer bir yanılsama yaşamışsa düşünür, insani zaaflarının onu taşıdığı bilinmezlik boyutu üzerinde yazdığı kalıplardan kaynaklanır. Düşünce insanın gerçekle yüzleştiği ilk kapıdır ki, sürekli yeni kapılar aralamayı öğretir insana!

Fikirler, düşünme yetisinin eseridir ki, evrene aittirler. Var olan üzerinden fiziki alandan, metafizik alana yöneldiklerinde soyut bir biçime bürünürler. Gözümüzün sağladığı gerçeklik ile düşünme yetisinin sağladığı şey elbette aynı şey olmayacaktır. Birisi varlığın nesnelliğinin yansımasıdır, diğeri öznelliğin yaratısı!

Şayet fikir yoksa genel geçer bilgi ve tanımlar da yok demektir ki, bu da çok doğru bir sav olamaz!

Şimdi sorabiliriz, sanattan fikri çıkarabilir miyiz ya da fikir olmadan sanat olabilir mi? Düşünce tarihinin yerleşik ilkelerinden birisi; fikir tek başına bir ütopyadır, ne zaman ki, eylem işin içine girer ve bir biçime kavuşursa o zaman fikir ürünü, başka bir deyişle eser niteliği kazanır!

Öyle ki, günlük yaşantının sıradanlığından biliyor olmalıyız; “İyi fikir değildi!” deyimi bize işin perde arkasını da gösterir. Ki, düşünülmemiş, düşüncenin süzgecinden geçirilmemiş, olaylar, ortamlar, şartlar, bilgi-gözlem ve deneye dayanmadan yola çıkılmışsa, sonucun hüsran olması, emeğin ve zamanın boşa gitmiş olduğunu er ya da geç mutlaka gösterir.

Sıradan olanda bile fikir bu denli vazgeçilmez ise, sanatta fikir olmadan insan fırça-kalem vb. oynatamaz! Kaldı ki, sanattan fikri çıkardığınızda geride kalan, evrene bıraktığımız anlamsız ve yer kaplayan bir nesne olmanın ötesine geçemez.

Öyle ki, zanaat üretmekse, o bile bir fikrin, bir ereğin ürünüdür! Kaldı ki, bir sanat eseri ister gerçekçi, ister soyut olsun kurgunun ve düşüncenin yaratısı olmalıdır. Çünkü önce fikir vardır, sonra da fikrin esere dönüşmesini sağlayacak yeti!

Zanaatta el yordamıyla her şey birbirine benzetilerek ortaya çıkarken, sanatta tam tersidir. Aynı konu- dizi içerisinde bile olsa, her eser ortaya konulmuş olandan bağımsız ve farklı olmayı, bir şeyin kopyası veya tekrarı olmamayı gerektirir. Bütün eserler bir araya geldiğinde bile, aynı veya farklı konulara dikkatimizi yönelten işler olarak gösterir kendini.

Sanat adına popülist yaklaşımla ortaya konulan her nesne, özünü reddeder. Gerçekçi anlayıştan, post gerçekçiliğe uzanan süreçte fikrin önemini en güzel anlatan kavramsal sanattır. Sanatta post modern anlayışın ürünü olarak sunulan kavramsal sanat varlığı, fikrin varlığından çok iyiliğine bağlıdır. Kavramsal sanatta, fikir iyiyse eserde iyidir aforizmasını temellendirir.

Bir şeyin varlığını anlamamızı sağlayan şey eserin kendisidir. Ama aynı zamanda bir nesneyi kendi özünden koparan ve onu farklı bir boyutta algılamamızı sağlayan da fikirdir. Ki, bu da fikirde neden-sonuç ilişkisini bize anlatan gerçekliktir. Fikrin, doğruluğu-yanlışlığı, iyiliği-kötülüğü onu tartışılmaz kılmaz. Ancak doğru fikir, sanatsal ruhu besleyen, eseri estetik değerle biçimlendiren şeydir diyebiliriz.

Üstat konuşmasını tamamlayıp arkasına yaslandığında, bu gereksiz tartışmayı başlatan diğer konuşmacılar derin bir suskunluğu giyinmişlerdi üzerlerine!

 

 

Felsefeci, Yazar, Eleştirmen

 

Yorum

Rabia Yalçın (doğrulanmamış) Sa, 15 Ağustos 2023 - 10:41

Üstat kutluyorum derinlikli bir yazı. Özellikle diyaloglar ve Üstat olarak konuşmalarınız bir felsefe metnini bile okunur kılıyor. Saygıyla

Sude Ilgin (doğrulanmamış) Sa, 15 Ağustos 2023 - 10:44

Üstat yine etkilendiğim bir yazı. Özellikle eser değerlendirilmesi için yaptığınız yorum ilginç.
Yeni yazılarınızı okumak istiyorum

2. Erkan YAZARGAN II (doğrulanmamış) Sa, 15 Ağustos 2023 - 13:51

Bu defa metnin içine dalmadan bir eleştiri yazmak istiyorum ama bu eleştirim "soru ve sorunun geleceği inşası" konusunda olacak.

Gelinen aşamada, sürecinin geldiği yerde sanatla ilgili sorular nelerdir ve nerelerde, nasıl tartışılıyor?

(Bizdeki liseden bozma ilkel, en az 150 yıl geriden takip eden ve öğrencilerine hala "sanatla zenaatın" farkını öğretememiş, felsefe diye teoloji okutup yutturan SAHTE AKADEMİLER ve akademisyenlerin bu konuyla uzaktan yakından bir alakaları yoktur, olamaz)

James Webb

Şahıs değil burada öze aldığım adını alan uzay teleskobu. Sanat penceresinden baktığımızda işte bu teleskobun tasarım, dizayn, biçim, biçem, görünüm, alan, kaplam ve kapsamının tamamı ile ilgili sorular günümüz sanatının sorularıdır.

Biz neredeyiz :)

Barbie ve Oppenheimer karşılaştırması yaparak bile bu sonuca vurabilirsiniz. Burada dikkat etmeniz gereken her iki sanat eserinin de aynı mecra kaynaklı olması tıpkı James Webb gibi. Biz neredeyiz? :)

Şimdi gelelim sorunun büyüğüne ve güzeline: Biz deyip ayrıştığımız/kendimizi ayrı tuttuğumuz yerde, bize bu tuzağı kuranlar kimler ve bizler ne zaman bu cevlana/semaha/döngüye/insanlığa dahil olacağız?

2. ERKAN YAZARGAN (doğrulanmamış) Ct, 19 Ağustos 2023 - 15:42

ZORBATVDERGİ'DEN BİR RİCAM VAR

Lütfen, her biriniz her ay düzenli olarak benim banka hesabıma 1.000€ gönderin :)

Şaka yaptım, korkup kaçmayın hemen. "Bu ekonomik ortamda nerde bizde o para" demenize gerek yok. Sizi seviyorum :)

Kendim için değil siz değerli, istekli, idealleri olan, bir şeyler yapmak için çabalayanlar için bir istek benimki: Biliyorum başlangıçlar zordur ama bir başlangıç önerim var. Başlıkta verdiğim ismi ve (ArtCRİTİCS) platformumuzu araştırmanızı istiyorum. Bir şey kaybetmezsiniz. En fazla yarım saatinize mal olur.

Burayı nasıl kendinize ait hissediyorsanız orayı da kendinize ait, sizin, size ait hissedebilirsiniz çünkü tümüyle benim tarafımdan kurulup işletilen, organize edilen, yönetilen bir yer. On yılı aşkın bir süredir dünyanın her yerinden özellikle resim sanatının -aile boyu, nesillerdir sanat yapan insanlarıyla tanışacak ve zihin dünyanızda büyük patlamaları yaşayıp hissedeceksiniz. Farklılaşıp evrenselin ne anlama geldiğini idrak edip insanlığın nerelere doğru nasıl ilerlediğine bizzat şahit olacaksınız. Bir araya gelip iş üretme, şirketleşme, kurumsal kalıcı işler yapma, özellikle sanat olmazsa olmazı ile var olma, insanlar arasına örülen sun'i geçilmez duvarları aşma, özgünlük özerklik özellik iddiasını gerçekleştirme, kendiliğinize ve dolayısıyla çevrenize faydalı olma gibi yüzlerce bilince sahip olacak yaşadığınızı hissedecek ve yaşam fırsatının ne kadar değerli olduğunu öğreneceksiniz. Söz veriyorum; çok mutlu olacaksınız.

zorbatv Pa, 20 Ağustos 2023 - 18:35

Sevgili Erkan Yazargan, bu yorumunuza yanıt vermiştim, ancak paylaşılmadığının farkına vardım. Öncelikle derinliği olan yorum için, teşekkür ederim. ZorbaTVdergi Yazarı dostlardan ve okurundan birer cümle de olsa ne anladıklarını, anlamadıklarını vs. eleştirel bir nezaketle yazmalarını bekliyoruz. Ayrıca Artcritic sitesini takibe almanızı öneriyorum. Ki, evrensel olan bitenle sanat adına kucaklaşmanı zemini orası.

Şimdi yorumun yorumuna geçelim:

1-."soru ve sorunun geleceği inşası"

Önemli bulduğum başlıklardan birisi budur. Geleceğin inşasında soruların sorulması ve yerindeliği vazgeçilmez kışkırtıcılardan birisidir. İnsanın sorduğu sorularla hem kendini hem de kendi dışındakileri düşünmeye sevk etmesi bu anlamıyla önemli yol bulma argümanlarından birisidir. Yazının başlığı " Sanat, düşüncenin eseri midir? " başlığı nı atarken elbette ki, olduğunu biliyor ama kendi dışımdakileri kışkırtmak, düşünmeye sevk etmek adına zorlayıcı bir başlıktır.

2-Gelinen aşamada, sürecinin geldiği yerde sanatla ilgili sorular nelerdir ve nerelerde, nasıl tartışılıyor?

Gelinen aşama yani günümüz sanatının durumu ve sanat ortamlarında nelerin nasıl tartışıldığı yoruma açık olmakla birlikte görünen köyün rehber istememesi haline çok benziyor.  Dijital çağ ile birlikte sanatta kendini geliştiriyor demek yerine dönüştürüyor demeyi uygun buluyorum. Öyle ki, geleneksel teknik ve malzeme algısı yerini dijitalin alengirli oyunlarına terk ediyor. NFT bize bu evirilmenin geleceğinin nereye varacağını anlatmak bakımından önemle üzerinde durulması gereken başlıklardan birisi. Özellikle plastik sanatlar bu yanıyla keskin bir dönüşüme gebe. Fonetik sanatlar bakımından daha çok gelişme ve ilerleme olarak görebileceğimiz bu gidişatta asıl tartışılması gereken sanatçının konumunun ne olacağı! Kültür endüstrisi neo-liberal bakış açısıyla kapitalizmin çarkına daha çok emek ve değer taşıyarak yok edecek gibi gözüküyor. Plastik sanatlarda sanat pazarlaması ve değerleme, galeriler, müzayedeler, sanat eleştirisi ve yazını kendini yeniden yapılandırmak zorunda. 

Ama sanat ortamları, güncel siyasi tartışmaların ötesine geçebilecek birikimden yoksun ve sonunu hazırlayan bindiği dalı kesen Hoca örneğini yaşıyor. Akademiya görevini ne kadar yerine getiriyor? Bu uzun zamandır tartıştığım, yazdığım ve eleştirmekten vazgeçmeyeceğim başlıklardan birisi. Sanatçı aydın kavramının içini dolduracak kaç isim çıkar tartışılır.

3-Biz deyip ayrıştığımız/kendimizi ayrı tuttuğumuz yerde, bize bu tuzağı kuranlar kimler ve bizler ne zaman bu cevlana/semaha/döngüye/insanlığa dahil olacağız?

Sevgili Yazargan kardeşim, sorun tam da burada başlıyor "BİZ" ve "ÖTEKİ"-ler ... Herkes kendini yaratıcı sanıyor, ama ortaya konulmuş eser niteliğinde bir yaratı yok... Hepimiz çok iyiyiz ama ortada İYİLİK yok... Kendini dünyanın merkezine koyan her birey, kendi dışındakileri ötekileştirmiş olur. Bu anlayışla mücadele ya herkesi merkez çevrenine çekerek bunun ne kadar gerçek olacağını tartışabiliriz ya da merkezde olduğunu düşünenleri merkezin dışına atarak öteki olarak bakmasını sağlayarak ne olduğunu veya olmadığını gösterebiliriz. Unutulmaması gereken BEN ve BİZ'in olduğu yerde herkes ötekileştirilmiştir. Bu hiç derde deva olmayacak bir körlük halidir. 

Dilerim anladığımı, anlatma çabamın bir parçası sayarsınız. 

Düşüncenin aydınlattığı sevginin,sanatın ve yazının ışığında buluşalım.

Ümit Yaşar Gözüm

2. Erkan Yazargan (doğrulanmamış) Pa, 20 Ağustos 2023 - 20:54

Sevgili hocam/öğretmenim,

Her defasında neden tüğlerim diken diken olur sorusunun yanıtı bende, ortak duyguyu hissettiğim içindir dolayısıyla siz ve platformunuz benim için çok değerli. Kalıcı, üretici olmasını çok istiyorum.

Tamda "ortaya konulmuş eser niteliğinde bir yaratı yok" acı tespitinizden sonra burada (ZorbaTv Dergi) okuma yapanların daha ciddi iş ve yapılanmalara gitmesi lazım. Lazım derken dini literatürle anlatmaya çalışırsak farz-ı ayn. Yani her şey bırakılacak o iş yapılacak.

Burada farklı bölümler oluşturulup özellikle yazılar bir düzen içinde aktarılıyor. Okur kendini hangi bölüme yakın veya ilgi alanına dahil hissediyorsa; bir akşam oturup bütün zihinsel birikimini gözden geçirip muhasebesini yapıp YİNE kendi programını yapsın ve akışa önce kendi daha sonra.bütün çevresi ile dahil olsun. Üstünkörü okuyup geçmesin, buradan kendisine bir iş çıkarıp paylaşsın, kendi okuma ve anlama gruplarını oluştursun.

Düğüne gidip oynamamak olmaz.

Binlerce haydi, yüzlerce diyelim okur, okur olmaktan çıkıp YARATI peşine düşenlerse sizlerin de başta editörlüğünüz ve diğer organizasyonlarınızla ciddi işlere imza atılır. Bu çabaya ihtiyaç var. Bir diğer yorumda bahsettiğim MUTABAKAT ve sonra arzulu işler/yaratılar ardısıra gelecektir.

Şahsen ben bu metni mutabakat kabul edip yola revan olmaya hazırım ve naçizane kendi öğrencilerimden kalanları da davet edebilirim. Haydi, yapalım. Neden olmasın!

Etkinlik programları yeni olay durumu canlandıracaktır.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.