Tarih Üzerine Düşünmek: Tarih Felsefesi

Felsefe

İnsanoğlunun kendisini ve etrafında olup bitenleri anlama çabası düşünme ile başlamıştır. İnsan bir şeyi anlamak istiyorsa önce o şeyi düşünme konusu yapar.Düşünme felsefenin ortaya çıkmasını sağlamış, diğer bilimler de felsefenin içinden doğmuştur. Bu süreç düşünme, bilme ve anlama çabasının ürünüdür. İnsan bitmek tükenmek bilmeyen bir merakla etrafında neler olup bittiğini anlamaya ve bilmeye çalışır. İnsanın merak alanı oldukça geniştir. İnsanın kendisi de yapıp ettikleri demerak konusudur. Tarih, toplum, devlet, kültür, sanat gibi alanlar insanla ilgili olarak hem felsefenin hem bilimin konusu olmuştur.

İnsan türü doğada yaşayıp, bilinçsizce yok olup gitmez. Çok güçlü bir hafızaya sahiptir. Bireysel hafızanın yanında toplumsal hafıza oluşmuştur. Toplumsal hafızanın bazı yöntemleri ve araçları gelişmiştir. Sözlü ve yazılı kültür bu araçların başında gelir. Meydana gelen olaylar nesilden nesile aktarılır, yaşanan süreçler kayıt altına alınır, gelecek nesillere miras bırakılır. İnsan türü bir örgütlü toplum olarak hayatını sürdürdüğü andan itibaren yaşadıklarıyla yeni bir gerçeklik inşa etmiştir. İnsantürünün yarattığı bu gerçeklik tarih olarak adlandırılır.

Tarih bilimi, tarihte yaratılmış gerçekliği sebep sonuç ilişkisi içinde belgelere dayalı olarak açıklamagirişimidir. Bilim, felsefeden farklı olarak gerçekliği parçalara bölerek ele alır. Özel veri toplama yöntemleri kullanır. Buradan elde edeceği bilgiler ile bir açıklama geliştirir. Bu açıklama çerçevesini çizdiği alan ve tanımladığı problem hakkındadır. Bilimsel yaklaşım tarihi bir bütünlük içinde anlamlandırma konusunda yetersiz kalır. Bu noktada felsefeye ihtiyaç vardır. Çünkü felsefe mantıksal düşünme yöntemiyle eldeki bulgular ve bilgiler arasında bağ kurarak bütün hakkında bir çıkarım oluşturur. Tarihe ontolojik bütünlüğü içinde bakar ve anlamlandırmaya çalışır.

Tarih nedir” sorusu çağdaş felsefenin en önemli konularından birisidir. Edward H. Carr,tarih ve tarihçi üzerine düşüncelerini önce bir konferansta anlatmış, sonra bu isimle kitaplaştırmıştır. Tarih bütün toplumlarda siyasetçilerin ve aydınların ilgisini çekmiştir. Bu ilgi felsefi sorgulama yöntemiyle yapıldığında konunun bütün boyutları odak noktası olur. Daha açık bir ifadeyle filozof, tarih ile ilgili bütün odak noktaları arasında anlamlı bağlantılar kurmaya çalışır. Ayrıntılara takılmadan tarihte gördüğü süreç, olay, toplum, kültür, devlet, ekonomi, din, dönem gibi unsurları bütünlük içinde değerlendirir. Normalde bu unsurların her biri ayrı ele alınır. Tarih felsefesi, bu alanı bir varlık gerçekliği (ontoloji) bağlamında anlama ve anlamlandırma çabası olarak karşımıza çıkar.

Tarih dünyada insan türü ile ilgili olup bitenleri içine alır. İnsan düşünme ve karar verme yetisiyle diğer bilinen varlıklardan farklılaşır. Bilinen varlıktan kastımız evrende gözlemlediğimiz ve tecrübi olarak bilgisine ulaşabildiğimiz varlıklardır. Bu alanı aydınlanma döneminin büyük Alman filozofu Immanuel Kant fenomen alan olarak adlandırır. Bilim bu alanda çalışmalarını sürdürür. O dönemde bilimin konusu doğada olup bitenlerdir. Bilim dendiği zaman doğa bilimleri anlaşılmaktadır. Henüz insanla ilgili konular bilimsel araştırmanın konusu olamamıştır. Aydınlanma filozoflarından farklı düşünen isimlerden birisi olarak İtalyan filozof Giambattista Vico bu konuda faaliyet sürdürecek bir Yeni Bilimönerir ve aynı isimle kitap yayınlar. Vico’nun önerdiği yeni bilimin ilk örneğini aslında 14. Yüzyılda İbni Haldun’da görürüz. İbni Haldun Mukaddime isimli eserinde tarih ve sosyoloji biliminin somut örneklerini verir. Hem Vico hem İbni Haldun felsefe ile bilim arası bir sorgulama, yorumlama ve araştırma yapar.

Tarihi anlamak ve çözümlemek için zihnimize pek çok soru gelebilir. Tarih nasıl bir varlık yapısına (ontolojiye) sahiptir? Sınırları var mıdır? Başlangıcı ve sonu var mıdır? Düz çizgisel bir ilerleme içinde mi yoksa zikzaklı iniş çıkışlı süreçler içinde mi yaşanır? Tarihe egemen olan bir tinsel (Tanrısal) güç var mıdır yoksa doğal bir varlık alanı olarak kendi halinde mi yaşanmaktadır? Tarihin yasaları var mıdır? Tarihte insanların belirlediği dönemler, süreçler, safhalar zorunlu aşamalar mıdır? Tarihin içinde insanlığı bir amaca götürecek belli bir anlamlı hedef olabilir mi? Tarihin bir bilinci (ruhu) ve belli yönelimleri var mı? Tarzında pek çok soru tarihi anlamak ve açıklamak için tartışma konusu yapılabilir. Batı düşüncesinde özellikle 19. Yüzyılda bu tartışmalar doruk noktasına ulaşmıştır. Bir taraftan tarih ve sosyoloji bilimi inşa edilirken diğer yandan tarih ve toplum felsefeleri geliştirilmiştir.

Modern çağ olarak kabul edilen süreçte Avrupa çok köklü değişim ve dönüşümler yaşamıştır. Özellikle Katolik Kilisesi’nin beslediği teokratik ve feodal düzenden kurtulmak oldukça zor ve uzun olmuştur. Bilim ve teknolojideki atılımların yol açtığı sanayi devrimi sonrası bambaşka bir ortam oluşmuştur. Başta Kant olmak üzere birçok düşünür insanlığın olumlu bir sona ulaştığı kanaatine varmışlardır. Bu kanaatin yansımasını destekleyen bakış açısı ise düz çizgisel ilerleme formülüdür. Aslında dini düşünce kaynaklı oluşmuş düz çizgisel tarih anlayışı, dönemin düşünce dünyasını belirleyen bir paradigma haline gelmiştir. Buna göre insanlık basit ve ilkel bir dönemden günümüzdeki karmaşık ve başarılı bir döneme ilerlemiştir. Bize düşen görev bu ilerlemenin basamaklarını ve yasalarını bulmaktır. Tarih felsefesinde en yaygın anlayış bu paradigma içinde çalışmıştır. En önemli örneklerini Hegel, Comte, Marks gibi büyük düşünürlerde görmek mümkündür.

İlerlemeci tarih felsefeleri sosyoloji kuramlarını da etkilemiştir. Sosyolojinin kuruluş döneminde insanlığın doğadakine benzer bir evrim içinde günümüze geldiği düşüncesi baskın bir anlayış olmuştur. Toplumların geçirdiği değişimin belli yasalar ve yönelimler içinde gerçekleştiği varsayımını ispatlamak için geliştirilen kuramlar düz çizgisel ilerlemeci paradigmaya uygun geliştirilmiştir. Aralarındaki farklılıklar sadece bu ilerlemenin sebepleri ve dönemleri hakkındadır. Geçmişe dayalı bu süreçlerdeki olayların nasıl gerçekleştiğine dair ellerinde somut veriler olmadığı halde tahmin üzerine kuramlar ileri sürülmüştür. Bu faaliyetler bilim adına yapılsa da büyük oranda felsefenin bütüncü ve akıl yürütmeci yöntemine dayalıdır. Bu dönemde üretilen bilgiler felsefe ve bilim arasında geçişli bir özelliğe sahiptir. Onun için tarih ve sosyoloji felsefeden bağımsız ele alınamaz ve anlaşılamaz.

İlerlemecilik, olumlu bir tarihi son beklentisi üzerine kuruludur. Halbuki modernleşme ve sanayileşme toplumları çok da mutlu etmemiştir. Özellikle kapitalizm adı verilen sistem sömürgecilik ve adaletsizlikle beslenmektedir. Bu sömürü önce kendi yurttaşlarında başlamış sonra dünyaya yayılmıştır. Kapitalizm daha çok kazanmak ve kâr elde etmek için vahşi bir saldırganlık halindedir. Ucuza insan çalıştırmak, hammadde ve enerji kaynaklarını ele geçirmek, halkı sömürmek, ülkeleri işgal etmek gibi pek çok olumsuzluk görülmüştür. Bu olumsuzlukları ilk dile getirenlerden birisi ilerlemeci paradigmaya göre kuram geliştirmiş olan Karl Marks’tır. Marks tarihin olumlu sonunu daha sonraya bırakmıştır. Kapitalizmin proletarya ayaklanmasıyla yıkılacağını ve yeni kurulacak komünist sistemde her şeyin yoluna gireceğini düşünmüştür. Komünist dönem insanlık için varılması gereken son ve mutlu evredir. Fakat bu hayal edilen bir ütopyadır. Gerçekliğe baktığımızda yaşanan çağda bazı olumlu gelişmeler olsa da insanlık için bir buhran ve bunalım görülmektedir. Pitirim A. Sorokin bu döneme doğrudan Bunalım Çağı adını vermiş ve aynı isimle bir eser yayımlamıştır. Kendisi gibi düşünen kişilerin görüşlerini de anlattığı ikinci eserinin ismi Bir Bunalım Çağında Toplum Felsefeleri olmuştur.

Sorokin ve diğer bir grup düşünür yeni bir paradigma içinde tarih ve toplum felsefesi geliştirmişlerdir. Dayandıkları paradigma aslında yeni değildir. İbni Haldun ve Giambattista Vico tarafından daha önce kullanılmış olan döngüselci bakış açısıdır. Buna göre insanlık bir bütünlük içinde yaşamamıştır. İnsanlar dünyada farklı toplumsal birlikler içinde ortaya çıkmıştır. Her toplumsal birlik doğar, gelişir, yaşar ve belli bir süre sonra yaşlanmaya başlayarak sonuçta ölür. Bu birlik için devlet, medeniyet, kültür gibi kavramlar kullanılabilir. Tarihte çok sayıda böyle birlikler vardır. Bunların bir kısmı ömrünü tamamlamış ve kaybolmuştur. Halihazırda yükselmekte olan ve gerilemiş olan birliklerden bahsetmek mümkündür. İngiliz tarihçi Arnold Toynbee bu paradigmayı kendi çalışmalarında kullanmıştır. Dünya tarihi üzerine yazmış olduğu eserinde temel birim olarak medeniyet kavramını tercih etmiştir. Ona göre şu sıralar Avrupa medeniyeti yükselişte olsa da aynı çağda gerilemiş ve son dönemlerini yaşamakta olan medeniyetler vardır. Sorokin sosyolojik çalışmalarında bu paradigmayı kullanmış ve birim olarak kültür sistemi kavramını tercih etmiştir. Sorokin’e göre çağlara değilse de toplumların yaşadığı dönemlere damgasını vuran üst kültür sistemleri vardır. Şu sıralar Avrupa’da maddeci ve duyumcu bir üst kültür sistemi egemendir ve dünyada bunalıma sebep olmaktadır.

Tarih felsefesi için bu alandaki literatürde yaygın olarak kullanılan iki paradigmayı örnek olarak verdik. Küreselleşme adı verilen yeni dönemin açıklanması için yapılan ilk tartışmalarda da bu iki paradigma karşımıza çıkmıştır. Fukuyama’nın Tarihin Sonu kavramı, Huntington’un Medeniyetler Çatışması kavramının kaynağı bu yaklaşımlardır. Nihayetinde insanlık, tarih adı verilen bir süreç yaşamıştır ve bu süreci doğru bir şekilde anlamak ve anlamlandırmak gerekir. Bunu yapabilmek için mutlaka felsefeye başvurmak ve felsefi bakış açısıyla tarihteki gelişmelerin ve olayların arasında bağ kurmak gerekir. Kuramadığınız durumda birbiriyle kaynaşmayan veri yığınları altında bocalar kalırsınız.

 

 

Yorum

Selma Pekşen (doğrulanmamış) Per, 28 Mart 2024 - 21:11

Merhaba hocam makalenizi okudum yine yalın bir dille anlatımınızı yapmışsınız Fakat neden bilemiyorum bir şeyler eksik kalmış sanki ya da diğer yazılarınızdaki lirik anlatımı ben yakalayamamış olabilirim. Tabi ki sizi eleştirmek haddim değil ama bu zaman kadar okuduğum yazılarda tanıdığım kadarıyla Fahri Hoca söz konusu tarih ise daha da coşkulu bir anlatım kullanırdı gibi geliyor. Salt felsefi bilgi olmuş da tarihin düşündürecek kısmı eksik kalmış gibi. Haddimi aştıysam özür dilerim ve saygılar sunarım hocam.

FAHRİ (doğrulanmamış) Ct, 30 Mart 2024 - 12:14

In reply to by Selma Pekşen (doğrulanmamış)

Teşekkür ederim Selma hanım olması gereken bu şekilde eleştiri yapabilmektir. Yazara çok şey katar. Son zamanlardaki en iyi okuyucum olarak hissettiklerinizi ve gördüklerinizi yazmanız bana kazanç olur. Biz hocalar sınıfta rahat rahat konuşuruz ama öğrenci eleştiri yapamaz. Aslında yapabilmeli. Burası serbest bir alan ve zihnimizi açacak tartışmalar yapabilmeliyiz. Senin öğrenme arzun ve kararlılığın bu konularda hak kazandırıyor. Yorumların için teşekkür ederim.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.