“Dur!” Emri: Feray

Deneme

“ve suskunluğun bilgisiyle döllenmiş bu günbatımında/böyle/ 
 sabırlı/ağır/başıboş/gitmekte olan kimseye/nasıl’dur’ emri verilebilir” 
 Furuğ Ferruhzad

2011’de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin Sevgi Soysal’ın ölümünün 35.yılında düzenlediği  “Ne Güzel Suçluyuz Biz Hepimiz” sempozyumunun girişinde Kadınlar Dile Gelince adlı bir çalışma dağıtılmıştı. İlk kez o gün uzun uzadıya kadınlar gönüllerince dile gelebilseydi ne olurdu, diye düşündüğümü hatırlıyorum. Yıllarca cevabın izini eserlerde sürmeye çalışsam da Zeynep Kaçar’ın Kabuk ve Yalnız romanlarını okurken zihnimdeki soru da, sorun da şekil değiştirdi. Kadınlar dile geliyordu da neden kimse duymuyordu? Sorunun cevabı her yerde aslında. Eğitimde, ekonomide, sosyal-siyasî aklınıza gelebilecek-en alttan en üste- bütün kurumlarda. Ama bunlar iki üç satırda ele alınamayacağından, alınsa da eksik kalacağından yazının konusu olan romana, yani Zeynep Kaçar’ın Yalnız’ına dönmek en iyisi olacaktır.

Zeynep Kaçar’ın yeni romanı Yalnız, erilin, gücünü sınadığı düzeninde hapsolduğu yerden çıkıp kendini ve kırk altı yaşına kadar yaşamamış olduğu hayatını yeniden ilmek ilmek var etmeye çalışan Feray’ın romanı. Bütüne bakarsak Cennet’in, Esma’nın, Defne’nin, Havva’nın ve onların nezdinde bu coğrafyanın tüm kadınlarının romanı. 

Öyle ki, sadece Feray’ın yaşadıklarında değil, anlatılan her kadının hikâyesinde görünmez bir el nefesimizi kesiyor. Bunun nedenini ne sadece anlatımla ne de konuyla açıklayabiliriz. Feray’ın yaralarını sarmaya çalıştığımız sıralarda daha kaç kadının hayattan koparıldığını, Feray’a annesinin dediği gibi “ gerekirse akşam yatarken aklında olanı, sabah kalktığında sileceksin gidecek. Başka türlü geçmez kızım bu ömür”lerle susturulmaya çalışıldığını bildiğimizden…
Dün, bugün, yarın…

Romanda zaman şimdiki ve geçmiş olmak üzere iki düzlemde ilerlemektedir. 2018’in Aralık’ında başlar ve ardından “flashback” ile 1989’da buluruz kendimizi. Bugün ve dün sırasıyla birbirini izler ve eserin en sonunda, 2019’un Nisan’ında, Feray’ın zamanı tek bir düzlemde birleşir.  
Bölümler de zaman dizimine göre adlandırılmıştır. Bu adlandırma da okuyucuya eseri dilediği gibi okuma özgürlüğünü vermiştir. Zira eser baştan sona yazarın belirlediği akış düzleminde okunabildiği gibi, geçmiş ve halihazır ayrı ayrı da okunabilir. 
Her iki okuma yöntemi de olayın örgüsünde bozulmaya sebep olmaz. Çünkü romanda olaylar okuyucuyu zorlamadan kolayca birbirine eklemlenmektedir. Feray’ın anne olması ve toplumun yüklemeye çalıştığı kutsal annelik görevini (!) başlarda yerine getirememesi, Veli’nin bu süreçte Feray’dan uzaklaşması ve tarikata girmesi, Feray’ı çocuğundan koparıp önce mutfağa sonra ise sandığa hapsetmesi ve ardından gelen tüm olaylar neden sonuç bağlarıyla başarılı bir şekilde birbirine tutturulmuştur.

Varlık, sonsuz köksüzlük…
Zeynep Kaçar’ın ilk romanı Kabuk’ta karşımıza çıkan bir imge, bu romanının da merkezindedir: mutfakla hayat arasında sıkışıp kalmış kadın. Feray; hayallerinden, kadınlığından, sevdiklerinden koparılıp önce mutfağa kapatılıp boyun eğdirilmeye çalışılmış, sonra da varlığından rahatsız olunup sandığın karanlığında unutulmuştur. Ta ki Veli’nin imam nikâhlı karısı Cennet’in sır gibi ölümüne kadar… 

Cennet’in balkondan atlayarak intihar ettiği söylenmiştir. Oysaki Feray, Cennet’in intihar etmediğinden ve balkondan atıldığından emindir. Yıllarca “kendinin körü olan” Feray bu olayla birlikte karanlıktan çıkacak hamleyi yapar. Sonrası kızını ve yıllar önce rock barda bıraktığı kendisini bulma mücadelesi, belki de yıllar sonra görünmezliğini üzerinden atıp hayatla yeniden hemhal olma… Ancak salt bir yeniden doğuş denklemi değil. En azından Mehmet Kaplan’ın tahlillerindeki gibi doğal bir gelişimden bahsetmiyoruz. Yani ne sandık anne karnını ne de sandıktan çıkış yeniden doğuşu simgeliyor. Onunki hayatta kalma mücadelesinden başka bir şey değil. 
“Sürünebilirdim, sefildim, rezildim, çünkü hayatta kalmalıydım, hayatta kalmalıydım, biricikti hayat, bir kerelik sadece kendim için değil, hayat ah, hiç tatmadığım.”. Feray ödediği bedelin karşısında hürriyetine kavuşmuş ve hiç tatmadığını söylediği hayatını bulmak için yıllar önce sonunu bilmeyerek yürümesine sebep olan Veli’yi karşısına çıkaran İstanbul’a dönmüştür. Üstelik yıllar öncesinde belleğini kaybetmesine sebep olacak o başlangıcın şehrini de kaybetmiştir. İstanbul beton yığınına, alışveriş merkezlerine çoktan teslim olmuştur. Bunca değişimin içinde değişmeyen tek şey başlangıcın ve sonun durağı, çöp tenekesi, yerli yerindedir.  
Varlığın ironisi: görünmek.

Romanda önemle üzerinde durulan bir diğer imge ise görünmektir. Karşıdakinin baktığı değil, gördüğü noktada var olmak veya gözünü kapattığı anda kaybolmak… Schrödinger’in kedisi gibi varlık ve yokluk arasında kalmak…  “Kimse size bakmıyorsa gerçekten olmadığınızdan emin olmuyorsunuz. En çok O bakardı bana. Merakla, nefretle, önceleri aşkla. O iki göz üzerimde garip bir etki bırakırdı. Hem kızardım içten içe, yine bir şeyleri alacak benden diye endişelenirdim hem de var olduğumu anlardım.” diyor Feray. Evet, onun serüveni bir başkasına baka baka kim olduğunu bilme yanılgısıydı. Bir başkasıyla anlama, o da yetmezmiş gibi bir başkasına anlatma gayreti.

Feray hürriyetini ilan ettiği ilk günü, muamma olmaktan çıkıp yaşananların dünyasına girmek olarak ifade ediyor. O dünyada ilk başta kendi iradesiyle ve isteğiyle görünmezliğini ilan etse de zamanla bunu da yitirecektir. Artık o kimse bakmadığı için diri mi ölü mü bilinmeyen bir kadın değil, yaşamak istediği için var olan bir kadın. İstanbul’da tuttuğu boş evde yeniden öğrenmek zorunda olduklarının farkına vardığında kendinden çalınanları yerine koymaya başlamıştır aslında.

“Bir ev hayvanıydım. Perdenin kıvrımıydım. Halının püskülü, banyonun sabunu, en çok mutfağın çaydanlığıydım. Sehpanın danteli, çamaşırın leğeni, koltuğun kırlentiydim, ben hep senin bir şeyindim, hangi odadaysam, o odanın süsüydüm. Öldüğünde ardından hikâyesi anlatılmayacak, adı anılmayacak.” sözleriyle bizi karşılayan Mehlika, sahne ışıkları altında sonsuz bir huzurla “bütünlüklü” bir Feray olarak uğurluyor.

Sahi, sen kimsin Feray? Neredesin?1989 senesinde sahne ışıkları ve sana bakan gözlerle kaybettiğin varlığını, seneler sonra aynı sahne ışığı altındaki o gözlerde bulabildin mi?  


 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.