Kendini Okumak…
Meray Gürsoy
Zihin, duvarların var edildiği ve yıkılıp geçildiği yegâne soyut alandır. Bu alanı etkin kılan, dönüştüren, geliştiren eylem ise okumaktır. İhtiyaçlar hiyerarşisi bağlamında, fizyolojik gereksinimlerin doyuma ulaştığı noktalar, anlık da olsa söz konusu olabiliyorken zihin için tamamlanmışlık aşaması mevcut değildir. Dolayısıyla algılayan ve algıladığını sorgular hâle gelebilen birey özelinde okuma tutkusu, derya içinde olup da hiç giderilmeyecek bir susuzlukla yaşamak gibidir.
Konumlandığı yeryüzünün ötesini görme arayışında olan kişiye göre sınırlar, önce akılda kalkar. Mantığın, sağduyunun, farkındalığın nitelik kazanması yolunda gösterilen çabanın eseri de bu doğrultuda kitaplar olur. İnsan, düşündükçe anlamaya; anladıkça ayırt etmeye; ayırt ettikçe olgunlaşmaya başlar. Bu süreçlerin içsel bir yolculuğun yansımaları olması ise insanın rasyonel yönü kadar duygusal yönünün de gelişmekte olduğunu gösterip, bir sentez meydana getirir. Bu yönden okumak, süreli bir eylem olduğu gibi tüm ömre hâkim olan sürekli ve bilinçli bir durum şeklinde ele alındığında, zihin tablosunun temel görüntüsüne ulaştıracak bir kıstas olarak belirir. Zira gelişen teknoloji, güncellenen şartlar, yenilenen dünya ekseninde niteliği en fazla değişen unsurlardan birini de okuma kültürü oluşturur. Öte yandan her an dönüşmekte olan dijital bir çağın sınırlarında, asıl dikkat edilmesi gereken husus ise kitap okuma alışkanlığının seyri ve kalitesi olarak öne çıkar.
Yaşamın pek çok yanına sirayet eden ‘‘görülme’’ arzusu, kitaplar söz konusu olduğunda da maddesel bir boyuta varabilmektedir. Özellikle günümüzde hemen her evde görülen kitaplıkların gerçekte bir dekordan öteye gidip gidemediği konusu, düşünmeye değerdir. Birer pul, düğme, peçete koleksiyonu hâlinde, evlerin en dikkat çeken köşelerinde sergilenen, sayısız kitaptan oluşan ve hayranlık duyulan o görüntünün, gerçekte kaç ev tarafından benimsendiğinin bilinemediği gibi çevrelerde en çok kitaba sahip olanın en az okuyan kişi olması bile rastlanabilen örneklerdendir. Bu sebeple kitap okuma konusunda nicelikle değil, mana ile ilgili ayrımlar önemlidir.
Nitelik konusuna başka bir açıdan yaklaşmak gerekirse son yıllarda iyice hareketlilik gösteren ve artık net biçimde toplumun ana damarlarından biri kabul edilen sosyal medya düzleminin, kişiler üzerinde oluşturduğu suni havanın etkisiyle kültürü içselleştirmekten çok ‘‘kültürlü görünme’’ye odaklanan bir kitle meydana getirdiği tartışmasız gerçektir. İnsanların görüntüleriyle olduğu gibi çoğu zaman kitapların da yalnız kapaklarıyla var olduğu bu mecrada dengeyi koruma güçlüğü söz konusudur. Zira zihinsel etkinliklerin azaldığı, maddenin anlam arayışını zayıflattığı bir dönemde kitapların da obje veya bir çeşit ‘‘sûret’’ boyutuna indirgenmesi, gelişen yüzyılın en büyük zayıflıklarından biri olmaya devam etmektedir. Artık kahvenin kitaba değil, kitabın kahveye eşlik ettiği; herhangi bir manzaranın tamamlayıcı unsuru olarak da kitabın görüldüğü günümüzde, yüzeysellikten derinliğe doğru yol almanın imkânı da azalmaktadır.
Okuma eylemi hususunda dikkat çekilebilecek noktalardan bir diğeri, okur ve yazar kavramları üzerinden yaratılan yozlaşmadır. Nitekim dijitalleşmenin her an daha da ivme kazanıp yaygınlaşmasıyla etkilenen sahalardan biri de hiç şüphesiz edebiyattır. Kaynakların erişim kolaylığı arttıkça düşünmeden yazan, üretmeden tüketen ve en kötüsü de bunu ‘‘edebî’’ bir alan addeden kitle, çoğalmaktadır. Çeşitli uygulamalar aracılığıyla derlenen her fazlalık cümlenin zaman sonra iki kapak arasına alınıp ‘‘edebî eser’’ sûretinde sunulmaya başlanmasıyla gerçek okur ve sanal okur, birbirinden kesin sınırlarla ayrı olmasına rağmen dijital konforun içinde karışmaktadır. Bu karışıklığa son verecek olan ise yine nitelikli okur kitlesindeki artıştır.
Kitaplarını dünyaya getirdiği çocuklar gibi seven, koruyup gözeten gerçek okuma tutkunlarının onlara hiçbir bahanenin ya da engelin ardından bakmayacağı bilinir. Oysa çağımızda her insanın bir hikâye olduğu, her hikâyenin de sayısız duygu ve düşünceyle sarmalandığı yavaş yavaş unutulmaktadır. Son zamanlarda gerçek ve derin maceralar yaşayıp, edinilen tecrübelerle hayal dünyalarını beslemek yerine dışarıdan bakılan hayatlar üzerinden sığ senaryolar yaratıp konuşmaya karşı rağbet artmaktadır. Fakat kitaplar söz konusu olduğunda, bir satırı okuduktan sonra dakikalarca düşünmek, kişinin kendi hayatıyla da yüzleşmesi anlamına gelebileceği için cesaret gerektirir. Cesur olmayanların başları ise önlerine değil, daima sağa sola dönük olduğundan kitaplar, görülmeyen köşelerde kapalı beklemektedir.
Düşünme yetisine sahip her insanın hem mantıksal yönünü hem hislerini diri tutması için okumak, öncelikli şarttır. Bu yüzden kitapları belli bir zümrenin, özellikle edebiyatçıların erişebileceği kaynaklardan ibaretmiş gibi görmek; onları kategorize etmek, gösterişli raflarda kaderine terk etmek; bedenin temel ihtiyaçları için koştururken ruhu aç bırakmak anlamına gelir. Bir kitapları özel günlerde seçenek bulunamadığı zamanlarda alınan ‘‘sıkıcı’’ hediyeler olarak görmek vardır, bir de kitaplarla birlikteyken şahsiyetine ayna tutarcasına sevinmek... Oysa okumak, her koşulda kıyısındayken çekinilen denizden, girdiğinde ayrılmak istememek gibidir. Yalnız yaklaşıp bütünleşmekle tılsımına erişilir.
Yorum
Meray yine güçlü ironik…
Meray yine güçlü ironik bağlar kurmuşsun. Zevkle okuyorum ve çok beğeniyorum. Hep yaz.
Yeni yorum ekle