Ankara’nın Kent Kimliği

Kültür

 

Ankara’nın Kent Kimliği?

Kadri Atabaş

 

Cumhuriyetimizin Başkenti Ankara, tarihi boyunca çokça yükseliş düşüş aşamalarından geçmiş bir kent. Tarihi hem gönendirici hem de acılarla dolu. Bugünkü Ankarayı çok eskiye inmeden Cumhuriyetle kısıtlamak ve kimliğine bakmak bu yazının konusu.

Başlık aslında iki konuyu kapsıyor: “Kent Kimliği” ne demek ve olur mu? Ankara nın Cumhuriyet tarihinde ki “kimliği” ne demek?

Ankara için, Üniversitelerde, Kentleşme ile  ilgili fakültelerde bile anlatılırken, söze genellikle “ Başkent olduğunda nüfusu 40 000 civarında olan bir Bozkır Yerleşkesi” diye başlamak nerede ise “ akademik jargon” oluşturur. Ankara nın üstüne yapışmış bir “ Bozkır Kasabası” veya “ Gri kent / Bürokrasinin kenti / memur kenti ” gibi “kimlik” tanımlamaları, özellikle son 40 yılda, yani 12 Eylül askeri rejimi ve ardıllarınca  çok baskın bir söylem olarak kullanılmaktadır.

Oysa; yaklaşık 10 yıl önce, ODTÜ Mimarlık Fakültesine  Erasmus bursu ile gelmiş benim İtalyan bir talebeme “Ankara yı nasıl buluyorsun? “ diye sormuştum. Bana “ Bir ütopya da yaşıyorum hocam” demişti. Bir an bocalamışdım, acaba sinik bir Avrupalı mizahı ve dalga geçmesi mi yapıyordu? NE DE OLSA Türkiye vatandaşıyız, kuşkularla yüklüyüz. Ama ciddi idi. Bana” hocam benim ülkemde ben bir 17. Yüzyıl ortamında yaşıyorum. Burada çağımı yaşıyorum. Hele ODTÜ Kampusu bir cennet” dedi. Daha sonraki yıl,  gene Erasmus Bursu ile Gdansk- Polonya dan gelen başka bir talebemde bana “ Ben ülkemde 17. Yüzyılı yaşıyorum, burası ise çağımız” demişti. O güne kadar, Ankara yı seven ve savunan ben bile ezikmişim ki, bu iki öğrencimin gözü ile Ankara ya bakmayı ancak ondan sonra düşünebildim.

Ankara, o mimarlık öğrencileri gözü ile, bambaşka bir kentti. Kitaplarda ancak okudukları , belki birkaç Avrupa kentinin ancak bir kısmında izlerini görebildikleri, 20. Yüzyıl Modernizm’ inin kent kimliğini belirlediği bir ortamdı.

EVET, Ankara Avrupa’nın pek çok “büyük” kentine göre bir “ütopya” dır.   Nerede ise tamamı 17 /18/19 yüzyılda burjuva kent yaşamının estetiği ile kurgulanmış Avrupa’nın bu kentleri yanında, Ankara “kimliği”, bir 20 yüzyıl Modernist ütopyasının vücut bulmuş halidir.

Ankara, Türkiye Cumhuriyet’inin ve Anadolunun,20.yüzyıl modernist kent planlaması ve imgeleri üstünden kurulmuş ÖNCÜ VE TEK KENTİDİR. Ankara nın “ilk kimliği de” budur.

Bu kimlik, Ankara yı, insanlık tarihinin en önemli kentleşme / sanat akımlarından düşlerinden biri olan “modernizm”e bağlar. Dünya, kentleşme ve mimarlık tarihinde 20. Yüzyıl “büyük kırılmadır”. İki dünya savaşı arası ve öncesindeki ezici kapitalist sistem içinde, kitleler son derece zor ve insani olmayan koşullarda bu Avrupa  kentlerine ve çeperlerine yığılmışlardı. 20 Yüzyılın başlarından itibaren, Avrupa’lı mimar ve kent plancıları,  bu “tarihe sığınmış” ve 20. Yüzyılın koşullarına cevap vermesi zor kentlere karşı, manifestolar yayınlayarak yepyeni “kent imgeleri” ve kent yaşamları önerdiler. Aydınlanma çağının etkisinde “iyimser” vizyonla önerilen yeni “ütopik” kentlerde; kentler araba hızına ve trafiğine göre kurgulanırken, “ bölgeleme” ( zoning) asıl alınarak kent planları önerildi. Çalışma alanları ve konut / yaşam bölgeleri ayrıştırıldı ve geliştirildi. Konut bölgelerinde, okullar, kütüphaneler, sosyal merkezler  ve teknik altyapı düşünüldü. Çalışanlara “Kooperatif” toplu konut alanları geliştirildi. Bu evlerde “ banyo / mutfak / su” vardı. ( Ortaçağ kentlerine dayalı yapılanmalarda genelde ortak kat banyoları, mutfakları olabiliyordu. Bazı mekanlar ışık bile almıyordu). Kitlelere yönelik yeni yerleşimlerde artık tüm evlerin “güneş ışığı” alması, kişi başına “yeşil” olanağı sağlanması gibi, Ankara da yaşayanlara olağan gelen ilkeler, Avrupa için , “ütopik” önerilerdi. O nedenle, öneri kent tasarımları, birer “ütopya” olarak, dünyayı sarsmıştır.

 O dönemde “ütopya” olarak kabul edilen ve büyük çoğunluğu kağıt üstünde kalan bu önermelerin, vücut bulduğu nadir kentlerden birisi Ankara dır. Zaten Ankara, 20 yüzyılda sıfırdan inşa edilen 4 başkent ten birisidir.

Ankara sadece bir “modernist / ütopik” bir yerleşke  değildir. Aynı zamanda “Aydınlanma düşüncesinin ardılları olan Mustafa Kemal ve arkadaşlarının ”akıla ve bilime “olan güvenlerinin kentidir.19 ve 20 Yüzyıllarda Avrupa merkezli “sosyal devlet / sosyal mülkiyet” kavramlarının bilincinde olan yönetimlerin desteği ile kurulmuş bir kenttir. Ankaranın imar planını hazırlayan Hermann Jansen planı,bir  “sosyal devlet” arzu ve isteğinin de kent planlanmasında önem taşıdığı bir çalışmadır. Sonuçta Ankara Başkent olarak kurulduğunda iki aksa oturmuş bir kimliğe sahipti: Modernist ve Ütopik….

 Bu “ütopyayı”, biz, geniş bulvarlarda ağaçlı yollarda meydanlarda hissederiz. Mahalle ölçeğinde tüm sosyal donatılar sağlanmıştır. Değişik düzeylerde okullar, onlara yakın bölgelerde parklar, çocuk bahçeleri, kent ve mahalle meydanları, değişik sosyal donatı mekanları ve yeşil yeşil yeşil….

Bugün bile, Ankara ya gelenleri en çok şaşırtan şeylerden birisi kentin “Yeşil” yoğunluğudur. Nedense “ bozkır Ankara” nın bir kültürel metafor olarak beyin yıkama aracının simgesi kılınmasını gerçek sanan çoktur.

Ankara’ya biraz tepelik bir yerden bakın, kentin ne kadar yeşil olduğunu görürsünüz. Kentteki “ akarsu” eksikliği, ilk hazırlanan Jansen planından gelmemektedir. Tam tersine, Jansen planı’nda, kent yerleşkesinde  detaylı bir kanalizasyon yağmursuyu ve açıktan akan derelerin kente yaşam katması planlandığı görülecektir. Jansen in özellikle İNCESU Deresi üstüne yaptığı analizler olağanüstüdür. Derenin çevresi ile değişik düzeylerde kurduğu ilişkiler  ve derenin kent yaşamında taşıması beklenen düşüncelerin çeşitliliği çoğulcu ilişki biçimleri bugün için bile derslerle doludur. Jansen in ikinci önem verdiği akarsu BENT DERESİdir. Bugün kayıp olmuş Bent Deresi üstünde,Jansen  su bentleri, yüzme alanları önermiştir. VE bu öneri yapılmış, kullanılmıştır. Daha sonraları “ kurnaz” yönetimler dereyi örtüp yol geçirmişlerdir. Süreç içinde, kentin bütün dereleri önce açık kanalizasyon olarak kalmış, sonra üstleri örtülmüştür. Bugün “Ankara nın altında dereler akmaktadır”. Gençlik Parkı, Çubuk Barajı gibi kitlesel yeşil / rekreasyon alanları çok uzun yıllar kentin yaşam merkezleri olmuştur.

Bu noktada  Ankara kimliğinin üçüncü ögesine de dikkat çekmek gerekiyor: Modernist  bir ütopyanın kentin tarihi sürecine eklemlenme biçimi…Bu noktada, Ankara, Avrupada ki modernist ütopyadan farklı bir duyarlılık göstermiştir.  Gene Jansen Planlarına bakılırsa ve kentin Cumhuriyet dönemi  göz önüne getirilirse, Ankara nın tarihi Bölgesi en başından beri büyük çapta korunmuştur. Yeni kent, eski kenti yıkarak değil, onun dışında gerçekleştirilmiştir. Bugün Ankara Kalesi ve çevresindeki yerleşkeler yeniden canlanıyorsa, bunda söz ettiğimiz bilinçliliğin değerini görmek gerekir. Yazımıza koyduğumuz çizimler bu bilinçliliği açıkça göstermektedir. Özellikle Kale önü ve gerçekleşen Müzeler bölgesinin  o zamana göre detaylı tespiti ve çevre düzenlenmesi ancak 2000.li yıllardan sonra yeniden doğan tarih bilinci ile uygulanmaya konulmaktadır.

Ankara’nın, özellikle son 45 yılı ise başka bir maceradır. “ Osmanlıcılık akımının 12 Eylülist politikası sonucu, sanki kentin bu kimlik değerleri yokmuş, ya da “olumsuz” şeylermiş gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Ankara, nerede ise yadsımaya uzanan Cumhuriyet ve çağın değerlerinin bir simgesi olarak, katledilmeye çalışılmıştır. “Post-Modern” kimliksizlik, frapanlık, çocuksuluklar İstanbul kimliğini yerlere sererken…Ankara da, kenti var eden o “ütopya” büyük çapta ayaktadır. Üstelik, “iyimser geleceği” simgeleyen Modernist / ütopik yapısı  ile geçmiş atmosferinin dialogunu sağlayan kimliğini korumaktadır.

Ütopyalar kolay yok olmazlar…Hele içinde “yeni” başkaldırılar da barındırıyorlarsa…

 

Foto Galeri

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.