Kadın Hakları Mücadelesi: Elimizdeki Yasal Dayanaklar!

Kültür

Av. Aslıhan BARIŞ 

Bahanesi soğuk çaydan başlayıp da kabul edilmeyen evlilik tekliflerine hatta örf adet-geleneğe dek uzanan coğrafyamızın kanayan yaralarından biri olan KADIN CİNAYETLERİNİ bu tanışma yazımızın konusu etmek istemedim. Onun yerine güzel şeylerden,  kadın hakları mücadelesinde elimizdeki tutar dallarımızın neler olduğundan  bahsederek sizlerle tanışmak istedim .

 zorbatv.dergi
“Kadın Hakları” ve  kadınların en çok yara aldığı  “toplumsal cinsiyet eşitsizliği”  meselesi son yıllarda yaşanan bir çok olumsuzlukla birlikte ülkemizin önemli gündemlerinden biri ve kanayan yarası … 


Esasen sadece ülkemizde değil Dünyada da kadınlar yüzyıllardır süren bir baskı ve şiddet politikalarına, tahakküme karşı yaşamsal hakları için yaklaşık 250 yıldır süren bir mücadelenin içindeler. Kadının insan olmaktan kaynaklı en doğal haklarına ulaşmak için bunca mücadele vermesi ve tüm bu mücadelesine rağmen hala karşılaştığı sorun ve sonuçlar trajedinin görünen kısmı  ve günlük olarak basına ve istatistiklere yansıyor zaten …


İşin bir de görünmeyen, sadece konuyla ilgili biz hukukçular tarafından bilinen , toplumda her zaman pek gündem  olmayan  bir hukuki mücadele kısmı var ve ben bu tanışma yazımızda biz kadın hakları mücadelecilerinin ulusal ve uluslararası sözleşmeler boyutunda bu bitmeyen tahakküme karşı neler yaptığımız ve yasal dayanaklarımın ne olduğundan konusunda kısaca bahsetmek istiyorum .  


Peki o halde nedir bu mücadeledeki  dayanaklarımız ; 
*Trajediye doymuş kanla sulanmış Anadolu topraklarında Türk kadınına gasp edilmiş haklarını vermek konusundaki ilk adım Büyük Önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK’ ten gelmiş ve Türk kadını seçme seçilme hakkını tüm Dünyadan evvel 1934 yılında yasa ile kazanmıştır. O günlerde gerçekten çok öncü ve önemli bir kazanım olan bu hak Türk Medeni Kanunu’ nun evlilik ve miras kitabında kadına verilen tüm yaşamsal diğer haklarla birlikte tam olarak perçinleşmiş, gerçekten çağdaş ve ayrıntılı bir Medeni Kanunla Türk Halkı ve kadını adeta ödüllenmiştir kanısındayım.  


*Ancak bir hakkın kanunla verilmesi hiçbir zaman ve dünyanın hiçbir yerinde tek başına  yeterli olmayıp uygulamada da bu durumun perçinlenmesi kanunların iyi ve doğru şekilde uygulanması gerekir ki, insanlar kitaben kendilerine verilen haklara ulaşabilsinler. İşte bu noktada adaletin toplum vicdanında tecellisi için her davadan sonra “Çok şükür ki hakimler var ” sözünü sıkça duymak emelindeyiz ama gelinen noktada Kanunların tam da kanun koyucunun istediği şekilde lafzı ve ruhu ile uygulandığını söylemekten maalesef uzaktayız. 


*Medeni Kanunun kabulünden sonra Kadının uğradığı şiddet; toplumda, zamanla oluşan ve derinleşen Cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklı problemler ve kutuplaşma hukuk sistemi tarafından uzunca zaman görülmemiş, adeta bu durum yokmuş gibi yaşanagelmiştir.


*Bu sorunun görülmemesi, fark edilmesi ve kurumsal alanda düzenlemeler yapılması, Kadınların insan hakları mücadelesi sonucu ilk ve esas olarak 1979 yılında çıkarılan ve 1986 yılında ülkemizin taraf olduğu Birleşmiş Milletler CEDAW SÖZLEŞEMSİ ile başlamıştır. Bu sözleşmenin Türkçe karşılığı “Kadına Karşı  Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi” olup 1979 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul  ve taraf devletlere Kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın tüm biçimlerini ortadan kaldırma yükümlülüğü getiren bir Uluslararası sözleşmedir. Cedaw Birleşmiş Milletler düzeyindeki 9 temel insan hakkı sözleşmesinden biri olup , özellikle kadınların insan haklarını ve toplumsal cinsiyet eşitliğini odağına alan tek sözleşmedir. Uluslararası Kadın Hakları Yasası olarak da bilinir. Taraf ülkelere 4 senede bir resmi ülke raporu sunma koşulu getirmiştir. Türkiye bugüne dek bu bağlamda 1997, 2005, 2010 ve 2016 yıllarında CEDAW Türkiye Gölge Raporu hazırlamıştır. 

zorbatv.dergi
*Sadece bu sözleşmenin kabulünden dahi görülüyor ki Medeni Kanunlar kadına insan olmaktan kaynaklı doğal ,tabi hangi hakları tanımış olursa olsun tüm Dünya’ da uygulamada sorunlar 1979 yılında dahi süregeldiğinden aynı İnsan Hakları Bildirgesi gibi Kadına yapılan ayrımcılığın varlığı ve bertaraf edilmesi için yeni bir sözleşme ortaya çıkıyor böyle bir Uluslararası Kadın Hakları Yasası çıkarılması mecburiyet doğuyor. 
Ülkemiz de yayımından 13 yıl sonra 1986 da bu sözleşmeye taraf oluyor ve imzalayarak kendi kadınlarına yapılan ayrımcılığa karşı CEDAW ‘ da yer alan maddeleri kabul ediyor. Zaten Anayasamıza göre de usulünce imzalanmış Uluslararası Sözleşmeler iç hukukta kanun olarak kabul edildiğinden sözleşme yürürlüğe giriyor ve girmesi ile yurdum kadını için en önemli ve büyük güvencelerden biri haline geliyor. 


*Bu konuda CEDAW ‘ ın varlığı ile meydana gelen farkındalığın ardından 2004 ve 2010 yıllarında Anayasanın 10. Maddesinde yapılan değişikliklerle kadın –erkek eşitliğinin yasal alanda olduğu kadar fiilen de sağlanması ilkesinin yer alması ile durum Anayasal olarak da ülkemiz adına netlik ve açıklık kazanmıştır. Artık Anayasamızda bu maddenin yer alması tüm kurum ve kuruluşlara bu konuda aktif görev yüklemekte fiili alanda ayrımcılığın olmaması gerektiğini (malumun ilanı) net olarak ilan etmektedir. Bu maddeden sonra kadınlar, erkeklerle fiili olarak eşit hak ve özgürlüklere sahip olmadıklarını düşündükleri her alan ve durumda dava açma hakkına da sahip olmuşlardır. (Anayasa Mahkemesi’ ne Bireysel Başvuru yolu ile ) 

zorbatv.dergi
*Bu mücadelede son kazanımımız ise 2011 yılında imzalanan ve 2014 yılında yürürlüğe giren “İstanbul Sözleşmesi” olup artık bu sözleşme ile  “…Kadına karşı şiddetin yapısal özelliğinin toplumsal cinsiyete dayandığını ve kadına karşı şiddetin kadınların erkeklere nazaran daha ast bir konuma zorlandıkları en önemli sosyal mekanizmalardan biri olduğunun bilincinde olarak …” taraf ülkelere toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ortadan kaldırılması için gerekli tüm tedbirleri alma yükümlülüğü getirilmiştir. İstanbul Sözleşmesi olarak bilinse de esasen sözleşmenin  tam adı “ Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” dir ki bu isim içeriğini daha güzel aktarması bakımından tarafımdan da tercih edilen söylemidir. 


*Kısa adı ile “İstanbul Sözleşmesi”  kadına yönelik şiddetle mücadele kapsamında kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddet ve özellikle ev içi şiddeti hedef alan ilk Avrupa Sözleşmesi olma niteliği taşımaktadır. 


Yürürlük tarihi 1 Ağustos 2014 olup 45 Ülke ve Avrupa Birliği imzacı olmuştur. Ülkemiz 11 Mayıs 2011’ de imzacı olmuş ve bu sözleşme de CEDAW gibi iç hukukumuzun bir parçası olarak kanunlarımıza adapte edilmiş buna göre 2011 yılından itibaren Aile içi şiddetin önlenmesi konusunda tüm yargı birimlerinde büyük yol kat edilmiştir. En basit anlatımı ile artık aile içi şiddete uğrayan birey ( kadın, çocuk ve hatta erkek) evine en yakın kolluk birimi, belediye, baro, aile bakanlığının bazı görevli birimlerine sığındığında  evine geri gönderilmiyor,  devletin güvencesi altında sığınma evine yerleştiriliyor,  şiddet uygulayan hakkında gerekli tedbirler acilen alınıyor , hem kadın hem çocuk hem de şiddet uygulayan için bir çok koruyucu/ önleyici tedbir ve mekanizma aynı anda işlemeye başlıyor idi. 


Uygulama 2011 yılından beri bu şeklide ve Aile Bakanlığı, ilgili Kamu Kurumları, Barolar ve hatta ilgili STK’ların da dahili ile pek olumlu bir şekilde ve kadın hakları alanında bir çok kazanımla  ilerlemekte iken son dönemde sözleşmenin Türk aile yapısına zarar verdiği, eşcinsel ilişkileri ve evlilikleri özendirdiği gerekçesi ile tartışmalar başlamış kimi çevreler  sayılan nedenlerle iptalini savunurken kimi çevreler ise sözleşmenin iptalinin kadın cinayetlerinin artmasına neden olacağını savunmuştur. Nihayetinde Türkiye 20 Mart 2021 tarihli Resmi Gazete’ de yer alan Cumhurbaşkanlığı kararıyla sözleşmeden ayrılmıştır. 


Ülkemizin İstanbul Sözleşmesinden çıkması kadın hakları konusundaki evvelki maddelerdeki kazanımlarımızı tabi ki elimizden almaz ve mevcut yaslarla da kadına karşı şiddet, aile içi şiddet suçtur ve bunların önlenmesi için var gücümüzle çalışacağımız bu alandaki hiçbir kazanımdan vazgeçmeyeceğimiz aşikardır. Ancak sözleşmede yer alan kadına karşı şiddet konusunun eğitim müfredatında yer alması, özel sektörün ve medyanın bu alanda teşviki, zorla evliliklerin ve zorla kadın sünneti yasağı, ısrarlı takibin de cezalandırılması gibi bazı konularda Sözleşme elimizde çok güçlü bir silah olup bu konularda imzacı devletlere ciddi sorumluluklar yüklemekte idi. Şimdi bu sözleşmeden çıkılması devletin bu sorumlulukları konusunda nasıl davranacağı hususunda bir boşluk yarattı. Oysa hukuk ve en önemlisi adalet boşlukları sevmez, zira bu boşlukları kimin hangi niyetle dolduracağı her zaman belli olmaz !!! 


Sonuç olarak ; Yol uzun, mücadele büyük, mücadelemizin adı hala insan hakları mücadelesi! Sevgiyle Kalın ,


*Ankara Barosu Avukatı,Kadın Hakları Aktivisti,

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.