Fatih Kızılcan ve sanatı

Görsel Sanatlar

Bir ‘MDF-Cezir’ deneyimi: 
Fatih Kızılcan ve sanatı

Evrim Altuğ

zorbatv.dergiHem biçimsel, hem de teorik bağlamda, Doç. Dr. Fatih Kızılcan’ın MDF levhalar üzerinde ‘beliren’ akıl, vicdan ve yürek zanaatı, her bakımdan bariz bir ironi kaynağı. Zira MDF’ler, kendilerini günümüzde insanın gereksinim duyduğu neredeyse tüm iç ve dış mekânların inşası için beşikten tabuta/mezara, bir ten, bir kabuk olarak da işlevliyor. Yine, ressamın doğup büyüdüğü Akdeniz’in tarihsel ve kültürel referansıyla Kızılcan’ın her bir yapıtı, engin Dünyanın İnsanlık sahilinde yaşanan, belki de en öğretici, görülmeye değer med-cezir olaylarından birine zemin yaratıyor.


İhtiva ettiği bilumum katmanla, tarih(-ler) beşiği Anadolu’nun Muğla ili Köyceğiz bölgesinde M.S. 1961’de dünyaya gelen Doç. Dr. Fatih Kızılcan’ın, MDF (Medium Density Fiberboard / Orta Yoğunlukta Lif Levha) zemin üzerine kurduğu boya katmanlarını elleri ile kazıyıp silerek ‘eriştiği’ âlemin bilumum canlı, cansız siluetine baktığımda, kendimi görüyorum. 

Bu - tembel tespit - elbette, ressam ve eserleri hakkında ortaya koymaya cüret ettiğim okuma - yazma denemesi bağlamında, narsisist / benmerkezci bir girizgâh da sayılabilir. Kendimi görüyorum; zira oto-didakt / kendi kendini yetiştirmiş bir sanatçı olan Kızılcan - bugüne kadar açtığı 20’nin üzerinde kişisel sergi refakatinde düşünürsek - kültür - sanat dünyasındaki varlığını, türlü kompozisyonlarla ürettiği resim ve heykelleri ile, aynı dünyada mevcut kişi, kurum ve hiyerarşileri kendisine herhangi bir resmî dayanak noktası olarak almaksızın, bağımsız bir tavırla ilk sergisini açtığı 1997’den günümüze sürdürmeye gayret ediyor. Çocuk Cerrahisi uzmanı Dr. Kızılcan bu uğurda, Tıp Fakültesi çıkışlı akademik yolculuğunu yarıda bırakıp, sanatı da doktorluğundan ön plana almak tercihinde bulunmuş. Böyle diyorum, zira ben de vaktiyle yüksek öğrenimde Güzel Sanatlar eğitimi almaya hak kazansam bile, bu yoldaki akademik niyetimi, kültür - sanatın habercilik ve yazarlığında pratikte ortaya koyduğum sürprizli güzergâh nedeniyle 22 yıl önce değiştirmiştim.

Bu da yazdığım her haber, yaptığım her söyleşi ile, hayattan topladığım teorilerin, gittikçe biricik bir pratiğe dönüşmesinin önünü açtı; böylece de yaşam okulundan mezun olmayı hiç istemedim: Tıpkı, Kızılcan’ın ‘MDF toprağı’nın manâ çiftçiliğini, kendi hazırladığı boya katmanını kullanarak, elleriyle belirgin kıldığı imgeleriyle yapmaktan hiç bıkmaması gibi. Ya da Kızılcan’ın eserlerinde deneyimlediğimiz ‘Yer-Yüzü’ renkli, kâh bereket, kâh fanîlik kaynağı olarak beliren farklı ebatta MDF’lerin toplamda vurguladığı sathın, onun bir tür arkeolog bilinciyle, insanlığı psikolojik, sosyal ve felsefî yönde gündeme getirmesine de aslî enstrüman haline gelişi gibi.

Hem biçimsel, hem de teorik bağlamda, Doç. Dr. Fatih Kızılcan’ın MDF levhalar üzerinde ‘beliren’ akıl, vicdan ve yürek zanaatı, her bakımdan bariz bir ironi kaynağı. Zira MDF’ler, kendilerini günümüzde insanın gereksinim duyduğu neredeyse tüm iç ve dış mekânların inşası için beşikten tabuta/mezara, bir ten, bir kabuk olarak da işlevliyor.

Ressamın, sanat ve zanaatı kesiştirmek suretiyle, Rönesans aktörlerinden, anatomiye de haliyle hakim Leonardo da Vinci’yi de anıştıran, dünyaya gerçekçi, ancak hayale ve tenkide de epey yatkın el ve gözlerle baktığı plastik azmi, buna mukabil, kendi ifadesiyle vurguladığı Gestalt kuramının (1), insanı ‘dünya’ denilen bütünden hareketle idrak ve deneyimleme edimiyle de sadakat içinde yol alıyor. 

Sanatçının kâh foto-gerçekçi, kâh alçıpan üzeri fresk tekniği ile ortaya koyduğu ‘Denizkızı’ isimli yapıtında da tadını aldığımız minvalde (2) fantastik-gerçekçi, ya da klasik natürmort ve figüratif eserleri, sanat felsefesinin de belleğine doğrudan, sâdık bir klasik girizgâh yaparak, Sanat / Tekhne unsurunu aklımıza emanet ediyor. 
Felsefenin kurucu zihinlerinden, İslâm düşünürlerinin ‘Muallim-i Evvel’’ bildiği antik Yunan klasik dönem düşünürü Aristoteles’ten (M.Ö. 384 – 322) dem vuracak olursak, adının anlamı da ‘en iyi amaç, gaye’ olan düşünür sanatı (Tekhne) ruhsal bir erdem olarak görürken, ayrıca “Sanatçıyı yapıtı ile buluşturan, ona o işi yapmasında rehberlik eden bir yaratma etkinliği, gerçekliğin bir taklidi (mimesis) olarak tezahür ediyor”. (3) 

Bu yönüyle ressamın ‘Dünya’ algısına gösterdiği bu yankı, yapıtların, izleyiciyle kurduğu mahrem ilişkide, farkındalık, detaylara gösterilen empatik veya yeri geldiğinde antipatik refleks, maruz kalınan sahneleme / kompozisyon veya görsel ‘beste’ler karşısında, biz tüketicilerin birer fikir üreticisi olarak yaşadıkları dönüşüm gibi mefhumlar da, art arda geliyor. Yine ressamın ‘karanlıktan aydınlığa’ fiilen ve mealen vardığı bu süreç, ışığın yazısı olarak da tarifleyebileceğimiz, kimyasal ‘banyo’ ve ‘karanlık oda’ pratikleriyle fotoğraf kâğıtları üzerine‘akan’ aydınlık ve karanlık lekelerin ürettiği fotoğraf sanatı ve pratiğinin de varoluş hikâyesi bakımından, sanatçının kültürel kimliğini anlamamız yolunda akraba bir fenomen olarak kendini anımsatıyor.

Bazen nostaljik, bazen mistik ve mitolojik tahayyüllerin de farklı ebatlarla izleyici karşısına çıktığı Kızılcan sanatı, sanat tarihsel klasik figüratif tablolara yönelik göndermeleriyle de hürmetkâr bir karakter arz ediyor. Buna yakın tarihli bir örnek olarak, sanatçının kimliği ve sureti gizli, karanlık bir figürle merkeze yerleştirdiği, çoğunluğu beyaz ırka mensup genç kadın ve erkeği buluşturan ‘12 Havari’ isimli işi (4) verilebiliyor. Tamamına yakını monokrom ve belli bir zaman kavramını kabul etmeyen bu eser adeta, din ve bilimin geldiği noktayı geleceğin soru işaretiyle baş başa bırakırken, ‘Ekol’ ve ‘Öncü’ gibi mefhumları da sessizce, tek parçalık bir zaman makinesi misali münazara ediyor. 

Zaten bu ve pek çok resminde de kavramsal tetikleyici olarak ressamın değerlendirmiş olduğu Gestalt kuramı da, varlıkların dış dünyadan gelen duyumlara maruz kalmak suretiyle, etki-tepki çerçevesinde yaşamı yeniden örgütlediklerini (5) savlıyor. Bu meyanda sanatçının her yapıtı, önce tahayyülünde, duygu ve sezgilerinin, düşünce ve deneyimlerinin harmanında bir bütün olarak tamamlandıktan sonra, ressam bu görüntüyü eserlerinde belirgin kılmak adına kendini meşakkatli bir zanaat ve odaklanma sürecine bırakıyor. Bir nevî ‘yol’a düşüyor. 

Sanatçı, basına geçmişte verdiği demeçlerde de vurguladığı gibi, bu kurama hürmet içinde olmak üzere her bir eserinin gerek üretim, gerekse içeriği ile varoluş biçiminin, insanın kendini gerçekleştirme sürecindeki tekilliği gibi son ana kadar tekil, ‘biricik’ olduğundan söz ediyor. Buna karşılık sanatçının, sözgelimi (6) orta yaşlı, başları traşlı, koşturmacalı genç yaşlı insanları tekil ve çoğul yorumladığı bir serisinde de, zaten yapıtlarının belli bir kısmında halihazırda tartışılan ‘distopya’ olgusu ve tarihin karanlık deneyimleri tezahür ediyor. İzlediğimiz kompozisyonlar ne yazık ki medeniyetin bize bir vicdan borcu olarak bıraktığı soykırım, özgürlük kısıtlaması, taciz, totalitarizm ve gönüllü kulluk gibi pek çok kavramı katı bir dobralık içinde yankılıyor. 

Yine, sanatçının operatik bir gürlük içindeki - Hollandalı sanat tarihi ikonu Hieronymus Bosch’u da, kendi malzemesi ve zihniyetiyle ‘Arture’leri hepimize miras bırakmış avangard sanatçı, sevgili Yüksel Arslan’ı da anımsatan  - bir başka işinde, yine bu türlü sorunsallar, belli bir gerilim ve çelişki bereketiyle, günümüzde imge ve enformasyonun adeta gönüllü deneği ve dahi bağımlısı haline getirilmiş izleyicinin duyularına neredeyse bile isteye bir eleştirellik niyetiyle boca ediliyor. 

Sanatçının kiminde geometrik bir idealizm, kiminde tarihsel bir kaleidoskopik efekt içinde, oto-portresiyle sergilediği (7,8,9,10,11,12) bu çalışmalarda - emek, sınıf, zulüm, kurbanlık, sermaye, sanayi, toprak, iktidar, bürokrasi, kıyamet, bireysellik gibi - pek çok faktörün kendini gösterdiği seçiliyor. Detayların ibret kustuğu, böyle oldukça da ele aldığı konuları alaşağı ederek bariz bir eleştirellik kazandığı bu eserlerde yine - Kızılcan’ın kendini temellediği Gestalt kuramının 1912 tarihli doğumunun öncüleri, Nazi rejiminden ABD’ye sığınmış psikologlar Wertheimer, Köhler ve Kofka gibi - Almanya yurttaşı olan, Komünist tiyatro yönetmeni, yazar ve şair, epik tiyatro öncüsü Bertolt Brecht’in üslûbunu çağırır yalın bir ‘saçma’lık etkisiyle, insanlığa şamarsı bir teatral yücelik hissiyatıyla betimlendiği, görülebiliyor.

Keza bu Berlinli küresel aydınları kendine ilham kaynağı edindiği söylenebilecek Kızılcan diğer taraftan yine sanat tarihine baktığımızda, tıpkı Vincent Van Gogh, Henri Rousseau, Frida Kahlo, Jean - Michel Basquiat veya Yoko Ono ya da Grandma Moses gibi, otodidakt, ya da bir diğer deyişle naif veya primitif ekole mensup bir yaratıcı olarak da, kayda geçiyor.

Ressam ve heykeltıraş Kızılcan, bununla birlikte, soyut ve somut, satıh ve derinlik, güzel ve çirkin, yabancılık ve aidiyet, ayıp ve banal, gerçek ile hayal, mahrem ve namahrem arasında, kişiden kişiye sürekli salınan algı, bilgi ve deneyimden üreyen anlık tecrübeleri de, bitimsiz bir kuşkuculuğun yararına pek çok eseriyle (13) devreye soktuğu el, göz ve zihin işçiliğinde, sabırla, geleceğe harmanlıyor.

Kızılcan ’ın gelenek ve geleceği, resmî ve gayrı resmî olanı tartıştığı yüzeyleri, metnimizin başında da referans verdiğimiz gibi bir arkeolojik kazı alanı gibi işliyor. Doğu Akdeniz ve Ege Denizi arasında kalan önemli bir liman kenti olarak, özellikle M.Ö. dördüncü yüzyıl sonrasında din, bilim ve kültür alanında gündem belirleyen Kaunos’un yer aldığı (14) bölgede dünyaya gelen sanatçı, kente hakim büyüleyici Kaya Mezarları ile Dünya çapında tanınan bu bölgeyle kurduğu organik, tarihsel insanlık bağını, bir bakıma söz konusu MDF levhaları ile her seferinde yeniden tazeliyor. 

Kızılcan ‘ın her bir yapıtı bu yönüyle, fikren bittiği anda fiilen başlamasıyla, tıpkı bu mezarların yaydığı türden ölümsüz bir ihtişam üretiyor. Tıpkı kendisinin son dönem yapıtlarından, varlık ve hiçliğin sonsuzluğunu önümüze çıkaran (15) ‘Kapı’sındaki gibi, o ilk karşılaşma anında neyin, kimin kilit, kimin anahtar olduğu kesin olarak seçilemiyor. Nitekim eserlerin de çekim gücü bu çoğulcu, yani her bir yeni izlenime açık, evrensel bakıştan kaynaklanıyor. Tıpkı,insanlığın kendi varoluş mücadelesinin dahi deneme yanılma figüranı haline getirildiği şu çağda maruz bırakıldığı topyekûn istikamete, hepimizin nasıl seyirci kalmış olduğumuz (16) gibi.

Yine Akdeniz referansıyla söyleyecek olursak, Fatih Kızılcan’ın yapıtları, engin Dünyanın İnsanlık sahilinde yaşanan belki de en öğretici, görülmeye değer med-cezir olaylarından biri olarak yaşanmayı sürdürecek gibi görünüyor. 
   

Referanslar:

(1)    https://miesofficial.com/blog/gestalt-kurami-nedir-ve-ilkeleri-nelerdir/ 
(2)    https://www.fatihkizilcan.com/isler/secki/denizkizi 
(3)    https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1209043
(4)    https://www.fatihkizilcan.com/isler/buyuk-olcekli-resimler/12-havari#fs_c  
(5)    https://acikders.ankara.edu.tr/pluginfile.php/47629/mod_resource/content/0/Gestalt%20Kuramı.pdf 
(6)    F.Kızılcan, seçme yapıtlar derlemesi, No. 1,2,3,4 - Kaynak: Maçka Sanat Galerisi arşivi, İstanbul, 2021
(7)    F. Kızılcan, seçme yapıtlar derlemesi, No. 5
(8)    F. Kızılcan, seçme yapıtlar derlemesi, No. 6
(9)    https://www.fatihkizilcan.com/isler/buyuk-olcekli-resimler/yaratilmislar 
(10)    https://www.fatihkizilcan.com/isler/buyuk-olcekli-resimler/erk#fs_c 
(11)    https://www.fatihkizilcan.com/isler/guncel/insaat 
(12)    https://www.fatihkizilcan.com/isler/guncel/uc-maymun 
(13)    F. Kızılcan, seçme yapıtlar derlemesi, No. 11-18
(14)    https://arkeoloji.mu.edu.tr/tr/kaunos--2593
(15)    https://www.fatihkizilcan.com/isler/buyuk-olcekli-resimler/kapi  
(16)    https://www.fatihkizilcan.com/isler/2018/deneme 

Yorum

Deniz ekmen (doğrulanmamış) Pt, 24 Ocak 2022 - 21:43

Sevgili Evrim
Yazılarınızla zaman zaman karşılaşıyorum. Sanatçı üzerine sergi yazıları sınırını aşan Yazılarınızı beğeniyle okuyorum.
Sanat eleştirisi çok okunanlar arasına ne yazık ki giremiyor. Ancak bari sergiler gezilmiyor sanatçılar tanınmıyor metinler üzerinden bilgi edinirse iyi olur diye düşünüyorum.
Tebrikler

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.