Güzin Arısoy : Fırçamla nefes alıyorum.

Aşk nedir, nasıldır, bilen var mı?
Sevip de her zaman gülen var mı?
diye sesleniyor Avni Anıl bestesi.
Görsel Sanatlar


Çocuk Ruhun Aşka Koşuşu Resimleri, onun Tac Mahal’idir, aşk anıtıdır

Güzin Arısoy “Fırçamla nefes alıyorum. Engeller resim ruhumu hiç engelleyemedi. Hiçbir şey, hiçbir kimse beni aşka koşmaktan alıkoyamadı.”


Gülseren Sönmez

zorbatv.dergi



Eğer insan sanat yapıyorsa, sanatta icracı değil de gerçekten sanatçıysa, her yaptığı eser, onu güldürür, sevindirir. Sanatçı her yaptığı eserde kendini görür ve tanır. 
Onun sevdiği, aşkla yaptığı ruhunun eseridir. O aşka âşıktır. 

Aşka koşan çocuk ruh Güzin Arısoy bana öyle ilginç şeyler anlattı ki:zorbatv.dergi
“İki katlı bahçeli bir evde doğdum. Evimizde huzur vardı, güzellik vardı. Her şeyden önemlisi beni ben yapan babam vardı. Onun sıcaklığı her zaman evimizi, en önemlisi de içimi dolduruyordu. Her türlü kötülükten, çıkmazdan koruyacağını bildiğimdi. Babamdı. Bende olan babamdı.
Küçücüktüm, çok küçüktüm. Bahçemizden topladığım çiçeklerle çardakta bulunun tahta masa üzerinde resimler yapardım. Tüm oyunlarımı resimle dile getirirdim.

Evimizde, Nedim adlı bir ressamın çok güzel tabloları vardı. Her sabah uyanır uyanmaz o tablolara uzun uzun sevgiyle bakardım. Bu tablolar sanki her gün farklılaşarak içime renk olur dolardı, biçim olur dolardı. Tabloların ışığı etrafımı aydınlatırdı.

Bir gün babam “Gugilük kızıma defter kalem getirdim,” dedi. Sevinçle babamın boynuna sarıldım, öptüm. Aynı günlerde Aydın Ağabeyim de 10 numara suluboya fırçası getirmişti. O gün ve o günden sonra durmadan resim yaptım. 

Evimize her hafta Hayat, Bütün Dünya mecmuaları, her gün de Akşam gazetesi girerdi. Ben o küçücük yaşta, Hayat mecmualarının ortasından çıkan tabloların röprodüksiyonlarını biriktirirdim. Bütün Dünya mecmualarındaki resimleri de seyretmeye doyamazdım. 
İlkokula gittiğim yıllarda resim derslerine bayılırdım. Bazı haftalarda öğretmenimiz, resim saatini matematik dersi için kullanırdı. Canım çok sıkılırdı. O benim dersimin zamanıydı. O benim zamanımdı. Eksikliğini tüm benliğimde hissederdim. 

Orta 1. sınıftaydım. Öğretmenimiz yaptığım resmi, “Bunu sen yapmamışsın!” diyerek buruşturup attı. Ben de yerden aldım, çöpe attım. Öğretmenim de beni sınıftan kovdu. Kovulmama rağmen hiç rencide olmadım. Ben kendime de resmime de güveniyordum. Teneffüsten sonra resmimi aldım. Evimizde düzelttim. Babamdan aldığım öz güven, dürüstlük her zaman yanımda oldu. Bana öz güven veren canım babamdır. O resim de hâlâ bende durur. Öğretmenimizin, “Rabia senden güzel resim yapıyor!” sözleri de beni olumsuz etkilemedi. O güzel yapabilirdi. Ben de kendime güveniyordum. Ben de güzel resim yapıyordum. Resim benim için aşktı, o aşktan beni hiç kimse engelleyemezdi. Ben kendimle yarışıyordum. Yaşam boyu sadece kendimle yarıştım.

Lisede öğretmenimiz, yaptığım bir resim için “sen yapmamışsın!” dedi. Model olan arkadaşımın desenini gözünün önünde çizdim. Resmime 10 verdi. Resim dosyamı açtırdı. Tüm resimlerime 10, 10, 10 vererek imzaladı. Ama artık benim için o 10’ların hiç bir hükmü yoktu. O benim çocuk ruhumu zedelemişti. Sanki biraz tuhaf ama her ters tepki benim daha çok resim yapmama neden oluyor, resim sevgimi güçlendiriyordu.

zorbatv.dergi

Bana bu yapılanlar “öğretmen olursam, bu haksızlıkları öğrencilerime yapmam!” dedirtti. Faydalı da oldu. Öğrencilerime sevgiyle ve saygıyla davrandım her zaman. Sevgimin de karşılığını aldım. Ruhumdaki sanat aşkını onlara da aşılıyordum;  öğrencilerimle sevgi yumağı oluşturduğuma inanıyorum.

Bir gün kız kardeşimin arkadan duruşunu Lavi tekniğinde iki dakikalık bir sürede çalıştım. O resim yarışmada dereceye girdi. Resim öğretmenimiz bir gün bizi yemekhaneye götürerek öğretmenler masasında yemek yedirdi. Masada otururken ödül aldığım resmim tam karşımdaydı. O resim bana “gel, beni al” diyordu. Yemek bittikten sonra biraz oyalandım. Sonra kendi resmimi aldım. Orada bırakmaya kıyamamıştım. Ancak daha sonra da büyük mahcubiyet duydum. Yıllar sonra Gümüşhane’ye okulumu ziyarete gittiğimde okulumun yıkıldığını gördüm. O zaman mahcubiyetten kurtuldum. İyi ki almışım, diyorum. O resmim senelerdir atölyemin duvarını süsler. Büyük ihtimalle bir kenara atılıp kaybolacaktı. Daha sonra söz ettiğim bu konu, dergilerde “kendi resmini çalan ressam” olarak anlatıldı.

Doğanın yok edilişi temalı bir resim sergimde Gümüşhane’nin eski görüntülerini 16 resmimde anlattım. O resimlerde hayat hikâyesi vardı. Bu resimler,  insanların daha önce yaşadıkları evlerin görüntüleriydi. İnsanlara daha önce yaşadıkları hayatı düşündürüp o hayatı hayal etmelerini sağladı.  O dönemdeki anılarını canlandırdığı, hayal etmelerini sağladığı için o sergide duygusal anlar yaşanmıştı. Benim için o serginin anlamı büyüktü. Ayrıca aynı sergide fotoğraf sanatçısı bir arkadaşımız da fotoğraflarıyla Gümüşhane’nin yeni görüntülerini gözler önüne sermişti. O sergi Gümüşhane’de büyük yankı uyandırdı. Serginin tüm resimleri hâlâ hükümet binasının valilik duvarlarını süslüyor. 

O yıllarda biz çocuklar için hükümet konağı bir kapısından girip diğer kapısından çıktığımız oyun yeri gibiydi. Benim ruhum her ortamda oyunu sevdi ve oynadı. Oyunlar beni bana öğretirken, arkadaşlığı, sevmeyi var olmayı da öğretti. Her zaman oyunların öğretisi bana yön verdi, güç verdi.

Ben doğaya tutkuluyum. Doğada gördüğüm her obje, her ağaç, böcek, çiçek beni etkiler. Saatlerce onları izlemekten bıkmıyorum. Bir masanın, sandalyenin imalatçısını düşünürüm. Hangi aşkla, sevgiyle dokunmuştur? Üretirken neler düşünmüştür? Bazen dalıp, sevdiğine aklı gitmiş midir? Aklına takılanlar bazen mutlu, bazen mutsuz etmiş midir? Düşünürüm, hayaller, empatiler kurarım. Dağları seyrederken de oluşumu düşünürüm, yer kabuğunun çatlamasını seyrederim ta uzaklardan, uzaydan. 

zorbatv.dergi

Kimi zaman da arabama atlar kent kent dolaşırım. Sırf doğasını resmetmek için kimi şehirlere birkaç kez gitmişliğim vardır. Sinop en sevdiğim şehirlerdendir. Sinop’un o güzel doğasını seyredip çok resimler yaptım. Fethiye, Gökçeada, Bozcaada, Amasra, Kayseri de resmini yapmaktan mutluluk duyduğum şehirlerdendir. Bozcaada’da resim yaparken aniden çıkan rüzgar tuvalimi uçurdu, uçurdu, uçurdu. Uçurumun kenarına kadar getirdi. Düşmeyi göze alarak, yamaca indim, sevgili tablomu kurtardım. Resim sanatı, her zaman uğruna birçok güçlükleri göze aldığımdır. Başkaldırımımdır.

Kanada Toronto’da Niagara Şelalelerini, çok soğuk havada ellerim dona dona resmetmekten büyük mutluluk duydum. Roma ve Floransa’da doğada çalıştım. 
Resimlerimde zaman zaman dönemlerim oldu. Beyaz dönemim, yeşil dönemim, mavi dönemim gibi… 
Resim yaparken tuval karşısında dans ederim. Doğadan öğrendiğim bilgileri, kendi öz benliğimle birleştirdiklerimi tuvalime dans ederek aktarırım. Beni izleyen “bu çılgın ne yapıyor?” diye düşünebilir. Resim yaparken ruhum uçar,  bana şarkı söyletir, şiir yazdırır. Kimi zaman da tuvalin içine girer, içinde dolaşırım. Gözümün önünde yolar açılır, O yollar bana yeni yollar açar. Bazen de karanlık bir yolda beynimde şimşekler çakar, yolu aydınlatır, aydınlanan yollarda pek çok detay görürüm. Bazen de fırça ile tuvale şiir yazarken kalemi ele alır duvarlara şiir yazdığım olur. İçim coşmuştur, taşmıştır. Biraz dinlenir, resmime devam ederim. Sanatçı biraz çılgındır, deseler yeridir. Çılgın olmayan sanatçı olabilir mi ki? 
Çoğunlukla doğanın sesini, müziğini dinlerim. İçim coşar, o müzik hiç duymadığım hazlara götürür beni. O anlar  birleşir, resim olarak tuvale, kimi zaman da şiir olarak duvara, kağıda dökülür. 
Bir gün Nüzhet İslimyeli Atölyesinde çalışıyordum. “Afacan, şu resmine bir kaç tane insan figürü çizsene,” demişti. Ben de “Hocam, insanlar doğayı kirletiyor, benim resmime girmesinler,” diye yanıt vermiştim.

Nüzhet İslimyeli bir yazısında benim için şöyle bir başlık atmıştı: “Bir elinde çorba kâsesi, bir elinde fırçası” 

Nüzhet İslimyeli bir resim sergimin davetiyesi için şu sözleri yazmıştı: “Sanat ortamının bir deyişidir. Bunu sevgili dostum Esat Arar sık sık yeniler. Resim sanatında başarı, sanatı sevmekle başlıyor. Güzin Arısoy’da bu var. Sofrasında yemek yerken bile aklı tuvalde. Böylesine yoğun çalışma içinde elbette yol alacak. Bu kadar da değil… Hiç kimseye benzememek de başta gelen kaygısı. Kendi sitilini de böyle kendi yapacak. Ressamlık yolu, resim sanatında belirli ve özel bir yerin sahibi olma yoludur. O belirli yere ulaştığı zaman, benim bu deyişlerimin anlamı ölçülerime varacaktır.”

zorbatv.dergiSonsuz güzellikleri koynunda saklayan Amasra’yı resmettiğim resimlerimi Amasra Müzesi’nde sergiledim. Resimlerime şase yaptırmam gerekiyordu. Marangoz, “ben şase yapamam” deyince kendisinin izniyle onun atölyesinde gönye planya kullanarak şaselerimi hazırladım. Resimlerimi germekte zorlansam da 45 resmimle sergimi hazırladım. Amasra devlet protokolünün de yer aldığı serginin beğenisi çoktu. Sergime neredeyse tüm Amasralılar geldiler. Yaşadıkları şehrin resimleri herkesi derinden etkilemişti.
Fethiye’de apart otelde kalıyordum. Lokantanın tüm masalarının üzeri cam kaplıydı. Müşterileri birkaç saatliğine dışarıda tuttuk. O süre içinde bez tuval halindeki resimlerimi cam altına yerleştirdik. Sonra açılış yaptık. Büyük sükse yapan, ilgi toplayan bu sergi de unutulmazlar arasına girdi.

O sergiden sonra kalan boyalarımla otelin duvarlarına resim yaptım. Otel sahibine sormadan yaptığım bu resimden sonra Ankara’ya döndüm. Eğer beğenmezlerse bir süre sonra döner yaptığım resmi kapatırım, diye düşündüm.

Akşam otel sahibi ve eşi teşekkür ettiler, otellerinde kalmamdan her zaman mutluluk duyacaklarını ve farlı farklı odalarda kalarak her odayı resimlememi rica ettiler. 
Amasra’da kaldığım oteldeki bekçi, ben çalışırken bana sürekli çay taşıyordu. O çaycı çalıştığım resmin bir noktasına işaret etti, “şuraya biraz beyaz sür, güzel olacak,” dedi.  O gün bu gündür sergilerimi açana dek her eleştiriye açık tuttum kendimi. İnsanların fikirlerine her zaman saygı duyarım.

Pandemi öncesi Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği öğrencileriyle çalıştım. O öğrenciler bana ve sanatıma, düşünce düzeyime çok şey kattılar. Ben de onlara önce sevgimle, sonra bilgimle çok şey kattığıma inanıyorum. Her hafta bir sanat akımını ve o sanat alanında öğrencilerimin beğendiği bir sanatçıyı tanıtıyor, tartışıyor, anlatıyorduk. Çıkan sonuçlar duyulmaya değerdi. Bir yandan onların fikirlerine hayranlık duyarken öte yandan da onlardan çok şeyler öğrendim.

Örneğin Vasili Kandinski’nin resmi hakkında tartışıyorduk.  Kompozisyonlarındaki üçgenler, açık koyu dengesi, modelin duygusallığı, Diğer resminde ki matematiksel ve lekesel değerleri üzerinde konuşuyorduk. Ayrıca Rus resmindeki ekspresyonizm (dışavurumculuk) akımını uzun boylu tartışılmıştık. Türk resmindeki ekspresyonistlere de yer verilmiştik. Ali Avni Çelebi gibi... Bu öğrencilerle her zaman sanatı tartışmak düşünmeyi, düşünmeyi öğretiyordu. Düşünmek kolay kolay beceremediğimiz kavram. O nedenle bu tartışmalar sanat kadar önemliydi. AKLIN AÇILIMIYDI.

zorbatv.dergi

Bu öğrencilerimin sanat hakkındaki düşüncelerini bir dosyada topladım. İlerde bu düşünceleri kitap haline getirmek istiyorum.
Öğrencilerimle pandemi döneminde online dersler yaptık.  O öğrencilerim mezun olup dağıldılar. Heyecanla yenilerini bekliyorum. Nasıl resim yapmaktan hoşlanıyor, mutlu oluyorsam, öğretmenlikte de bir o kadar mutlu oluyorum. Öğretirken öğreniyor, insana dokunmanın mutluluğunu yaşıyorum.

Kısaca ben hayatı seviyorum. Çünkü en büyük aşkım olan resim sanatıyla yaşıyorum. Resimle yatıp resimle kalkıyorum. Resim benim için hayattır, özgürlüktür…”
Bu çocuk ruh kendini anlatırken çocuklar gibi heyecanlıydı. Resimlerindeki havada yüzen doğa gibi kendi de havada uçuyor uçuyordu. O çocuk ruh Güzin Arısoy’du.
Babür Hükümdarı Şah Cihan için Tac Mahal nasıl bir aşk anıtı ise, Güzin Arısoy’un resimleri de onun için o. Şah Cihan nasıl sevdiği için bir anıt yaptırmışsa, Güzin Arısoy için de atölyesi onun anıtı. 

zorbatv.dergi

 

Foto Galeri

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.