Sanatta Dada Hareketi ve Karşıt Sanat

1915-16 yıllarında ilk olarak New York ve Zürich’te eş zamanlarda ortaya çıkan Dada, birinci dünya savaşının yarattığı karamsarlık ve umutsuzluk ortamının sanatçılar üzerindeki yansımasıdır. Birinci dünya savaşı ile başlayan bunalım ve çaresizlik ortamı, tüm dünyada toplumun her kesiminden insanının ahlaki, geleneksel ve sosyal yaşamındaki dinamiklerini olumsuz yönde etkilemiştir. Dadacılar, insanın içine girdiği anlamsız savaşın, sahip olduğu değerlerin ve yarattığı kültür anlayışının artık yozlaştığı fikrini ortaya koymuştur. Dada bu karamsar kaos ortamında var olan bilincin ve aklın iflasını ilan etmiş, sanatta yeni protest bir duruşun ilk adımlarını atmıştır.


Görsel Sanatlar

Sanatta Dada Hareketi ve Karşıt Sanat

Ufuk Güneş Taşkın*


Yaşamın dış gerçekçiliğinden kopan geleneksel sanat nesnelerinin işlevlerini sorgulayan akıllar, biçimsel retinal zevkleri bir kenara bırakıp nesnelerin gerçek anlamlarının, yalnızca dış görünüşleriyle sınırlı kalmayıp, bilinçaltı ve duyguları ön plana koyan kavramsal çalışmalara yönelmiştir. Üretim-tüketim ekonomisinin şekillendirdiği modern çağda insanın sahip olduğu inanış, kültür, gelenek, estetik, güzellik gibi yargıların otomatlaştığı ve değerlerini kaybettiği gözlemlenmiştir. Bu bağlamda Dada hareketi sanattın geleneksel tavrına karşı çıkarak bir şok etkisi yaratmayı ve sanatta kabul gören tüm değerleri yıkmayı hedeflemiştir. Akım sanatta süre gelen geleneksel anlatım yollarını inkâr ederek yeni bir karşıt sanat eğilimi arayışını başlatır.

Anlatım ve yöntem olarak kendinden önceki akımlar ile benzerliklere sahip olmasına karşın Dada hareketi önüne engel konulmaksızın özgür yaratıcı bir Dışavurumculukla da ilişkilendirilebilir. Kendinden önceki akımların hiçbiri bünyesinde dadanın sahip olduğu radikal bir sanat karşıtlığına sahip değildir. Dışavurumculuğun “Ben” söylemine karşı Dada “Biz” anlayışını kolektif bir bilinç haline getirmeyi hedefler.

Dada hareketi 1916 yılında oluşumundan kısa süre sonra hızla yayılmış, 1920’de Avrupa’nın birçok şehrinde kendisini gösterir olmuştur. Bu hareket düzenli ve kurallı bir yapıya sahip değildir belli bir programa uymaksızın yayılmıştır. Sanat karşıtı söylemleri, bilinen tüm kural, kült ve değişmez kabul edilenlere karşı olan tavrı sayesinde sanatta avangardın tanımını yeniden yapmıştır. Sanat yapıtının nasıl olması gerektiğini tanımlayan kalıplaşmış kuralların aksine yeni öneriler sunmuş, insanın yaşamı ve sanat nesnesi arasında var olan sınırların saydamlaşarak yok olmasını sağlamıştır. Sanata yapılan bu müdahale ile döneminde kabul gören birbirinin benzeri haline gelmiş kısır sanat nesneleri ve o nesneleri üst objeler olarak sunan galeri müze gibi kurumları eleştirmiştir. 

Dadaistlere göre yapıtı sanat yapan, sanatçının ortaya koyduğu nesnenin sanat olduğunu bilmesidir. Yapıtın forma dayalı yapısı, içeriği, biçimi, sahip olduğu işçilik ve ustalığın bir öneminin olmadığı görüşünü savunmuşlardır. Sanatta kökenleri alt üst etme mantığını kendine benimseyen Dada bilinçli betimleme yöntemleri yerine yapıtlarında rastlantıya, akılcı yöntemlere karşı insanı doğal mantıksız kurgusuna yeniden kavuşturmayı hedeflemiştir. İnsanın özgürleşmesi gerektiğini savunan Dadacılar, eski olan her şeye karşı yeni anlatım yöntemleri ve kullandıkları malzemelerle kendilerini dışa vurarak yeni bir insana ulaşmaya hedeflemiştir. Dadanın geleneksel sanat yöntemlerini hiçe sayması farklı anlatım yöntemleri ve yeni tekniklerin ortaya çıkmasını sağlamıştır.  Bu yeni teknik arayışları, edebiyat ve şiirde yeni ifade biçimleri, plastik sanatlarda kolaj, fotomontaj, fotoğraflar, gazeteler, mektuplar, bildiriler gibi hazır nesneleri bir araya getirerek yeni anlatım biçimlerini ortaya çıkarmıştır.

Sanatçılar, yapıtlarında her zaman yeni ve denenmemiş olanının arayışı içerisindedir. Bu yeniye olan arayış içerisinde yalnızca biçimsel form arayışlarının yanı sıra yeni malzeme ve teknik arayışlar gözlemlenir. Farklı materyallerin kullanımı ile yaratılacak yeni olasılıkların arayışı, özellikle Dada sanatçılarının heykel ve rölyeflerinde çoğunlukla gözlemlenir.

Avusturalyalı sanatçı Raoul Hausmann, 1917 yılında kurulan Berlin Dada’nın bir üyesiydi. Sanatçı Dada eylemi altında pek çok dergi ve yayında yer almıştır. Çalışmalarında eleştirel provake bir tavır edinen sanatçı yapıtlarında kolaj, asamblaj, fotomontaj ve benzeri farklı teknikler uygulamıştır. 1920’de yaptığı “Mekanik Kafa” isimli çalışmasında, sanatta materyal olarak kullanılan geleneksel malzemelerin, bir zorunluluk olmadığını anlatır. Kuaförlerde kullanılan model başı, cep saati, kamera parçalarını şerit metre ve diğer malzemeleri birlikte kurgular. Hausmann’ın “Mekanik Kafa (Zamanımızın Ruhu)“ hazır nesneler kullanarak yaptığı asamblajı, uygar ve modern toplum adı altında insanın makineleşmesini ve saldırgan açgözlü bir canlı haline dönüştüğünün altını çizer. Yapıt Dada’nın söylemlerinin temel dayanağı olan insan “aklının iflası” söyleminin en önemli örneklerinden biri olarak günümüze gelmiştir.

                                               

zorbatv.dergi

Raoul Hausmann, "Mekanik Kafa",1920


“Hausmann’ın “Mekanik Kafası”, Dadacıların aklın iflası olarak görüldüğü savaş ve saldırganlık ruhunun bir tür simgesidir. Berberinde peruk takmak için kullandığı tahta kafanın üzerindeki mezura rasyonel akla göndermede bulunurken, tepesindeki metal asker bardağı savaşı çağrıştırmaktadır. Bir kulağında baskı rulosu, diğer kameranın vidalarını taşıyan tahta kafanın ensesinde bir cüzdan
durmaktadır. Bütün bu buluntu nesneleri Hausmann “önemsiz dış etkenlerle şekillenen insan bilincini“ gözler önüne sermek amacıyla bir araya getirmiştir” (Antmen, 2013, s. 120).

Dada hareketiyle oluşan sanat karşıtı ‘anti-sanat’ teriminin en çarpıcı biçimde ele alınışı hiç kuşkusuz Marcel Duchamp’ın ilk olarak 1913’ de ürettiği hazır nesneleri ile olmuştur. Sanatçı kendisinin hazır nesne olarak isimlendirdiği yapıtları, kübizmde kullanılan kolaj tekniğini devam ettirir ancak sanatçı gündelik yaşamdan alınan bir nesneyi sanat nesnesinin bünyesine dahil etmeden, gündelik nesneyi direkt bir sanat yapıtı olarak öne sürmüştür. Marcel Duchamp sanatın tanımını yapan kabul görmüş alışıla gelen tüm estetik değer ve ölçütleri hiçe saymış, sanatın bir üretim, sunum, değerlendirme sürecine dönüştüğü, retinal zevke odaklı kalıplaşmış bir yapı olması gerektiğini savunmuştur. Sanat üretiminde yapıtlarda aranan teknik, beceri, yetenek olgularının yerine, sanatı bir düşünme eylemine haline getirmiştir. 

Duchamp estetik edimin her zaman toplumsal bir eylem olduğunu belirtir. Sanatçı yaratıcı eylem kurgusuyla ironik bir ilişki sürdürür. Duchamp‘ın sanat nesnesini, yaratıcı bir eylem olarak hazır yapım eserlere dönüştürmesi dönemin kısır sanat objelerine karşı bir küçümseme ve alay niteliğindedir, bu bağlamda estetik ise duyguların inkârı için tasarlanmıştır. Hazır nesne, el yapımı daha doğrusu, geleneksel el sanatı ürünü sanat nesnesi ile aynı düzeye getirilmektedir, böylece el yapımı sanat eseri herhangi bir nesneye dönüşür.

Duchamp sanatta en önemli ilkelerden biri kabul edilen ‘yetenek’ kavramının, bir düşünme yeteneği olduğunu ortaya koymuştur. Duchamp’a göre sanat bir izlenim değerlendirmesi içerisinde değil, düşünsel bir süreç içerisinde değerlendirilmeliydi. Duchamp’ın çalışmalarının kavramsal iletişim gücü sayesinde, klasik dönemler için geçerli olan bu sanat nesnesi algısı rafa kaldırılmıştır. 
Bir sanat eserine ancak yargılayıcı olmadan yaklaşıldığı takdirde sanatçının kişiliği, yaratıcılığı ve bu ikisinin ilişkisi ortaya çıkmaya başlar. Duchamp daha da ileri gider: sanat eserinin hiçbir estetik çekiciliği olmamalıdır. Sanatçı gelecek nesillerin kendisini alkışlaması adına kendini kısıtlamamalıdır. Zevkli olmaya çalışmamalıdır, çünkü zevk daima değişir. İyi olmaya da çalışmamalıdır yalnızca var olmaya çalışmalıdır. Malzemesini oluşturan tutkuları ve acıları mümkün olduğunca iyi bir şekilde aktarmaya çalışmalı, sonrada her şeyi kendi akışına bırakmalıdır (Kuspit, 2010, s. 36) 


zorbatv.dergi Marcel Duchamp, "Çeşme", 1917


“Çeşme” 1917, New York. Gündelik yaşamdan seçilmiş ve herhangi bir müdahaleye uğramadan sergilenmiş hazır nesne. Kullanılan obje bir adet pisuar. Hiç şüphesiz Marcel Duchamp’ın en meşhur çalışması ‘Çeşme’dir.

Duchamp’ın 1917 yılında “Çeşme” olarak isimlendirdiği seri üretim bir pisuarı Richard Mutt takma adını kullanarak Bağımsızlar sergisine gönderir.

Sonucunda sergiye kabul edilmeyen pisuar, beraberinde bir benzeri daha olmayan, biricik bir hazır nesne sanat eseri olabilir mi?

Nesnenin altında yatan kavram ve eylemin kendisi sanat eseri olamaz mı? Ve benzeri birçok soruyu sanata yöneltirken, Duchamp farklı bir soru sormayı tercih eder: “insan, sanat yapıtı olmayan bir yapıt yapabilir mi?”

Duchamp’ın bu cesur hareketi, yaşamda her an karşımıza çıkabilecek bir nesne olan pisuarın kendisi değildi, altında yatan sorgulayıcı eleştirel düşünceye yapılan atıf sayesinde başarılan dönüşümdü.

Sanata yapılan bu müdahale sayesinde Dadaizm ardından gelen avangard akımlar, yaratıcılığı engelleyebilecek tüm sanatsal yaklaşımları reddetmiş 20. Yüzyıl’da 1960 sonrası ve günümüz sanatına öncülük etmiştir. 


Kaynakça
Antmen, A. (2013). 20. Yüzyıl Batı Sanatında Akımlar. İstanbul: Sel Yayıncılık.
Kuspit, D. (2010). Sanatın Sonu. İstanbul: Metis Yayıncılık Ltd.
Lynton, N. (2009). Modern Sanatın Öküsü. İstanbul: Remzi Kitapevi A.Ş.

 

 

*Heykeltraş-Zorba Dergi Genç Kalemler

 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.